İdealist zeminde düşündüğümüzde, toplumun ilerleyebilmesi, döneminin somut sorunlarını çözmesiyle ve bununla beraber döneminin ilerisine geçerek soyut hayaller kurabilme kapasitesinin gelişmesiyle mümkün olur. New Jersey’deki, eski bir sanayi mahallesini bir tarım cenneti haline getirmiş, dikey-dev bir kapalı çiftlikte 250 çeşit yeşil yapraklı sebze, bölgedeki süpermarketlere ve restoranlara satılmak için aeroponik teknolojisi ile yetiştiriliyor. Kapalı alanda on metre yükseğe kadar çıkan bu ürünler, kök buğulama sistemiyle, yüzde 95 oranında daha az suyla ve herhangi bir tarım ilacı kullanılmaksızın, geri dönüştürülmüş plastikten üretilen ve tekrar kullanılabilir kumaşlarda büyütülüyor. Güneş yerine özel LED ışıklandırma ile tüm yıl sebze alınıyor. Derdim ziraat anlatmak değil, konuyu uzmanları tartışsın. Demem o ki gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafe her geçen gün açılıyor. Geleceğimiz ve mutluluğumuz idarecilerin idrak seviyesine ve kapasitesine göre şekilleniyor.

FARABİ VE İDEAL DEVLET

İslam düşünürü Farabi, avamdan idareci olmaz der. Ona göre sınanmamış, denenmemiş, yaygın, ancak doğru olmayan görüşlere sahip olan insanlar avamdır ve bu kişiler kanıttan, ispattan, bilimden anlamaz. Dolayısıyla yönetici kuramsal ve kanıtlanmış bilgiye sahip olan, aynı zamanda toplumu bu bilgiye uygun olarak da yönetmesini bilen kişidir. Farabi’nin bu yaklaşımından hareketle: iktidar yanlısı ya da karşıtı olarak her birimiz, dürüstçe şu soruyu sorabilmeliyiz: İçinde yaşadığımız ülkede mutlu muyuz? Nasıl bir Türkiye tahayyül ediyoruz?  Nasıl bir idareci/siyasetçi görmek istiyoruz? Sadece benim ideolojime hizmet eden, benim inançlarımı dikkate alan, benim çocuğumu iyi yerlere atayan bir yönetim mi; yoksa eğitimden ekonomiye, adalet ve liyakat esasına göre işleyen bir yönetim mi?

AKLIN REHBERLİĞİNDE

Her halimiz iflas etmiş tüccar misali. Lakin gelin görün, iktidar seçmeni, mevcut halden memnun olmasa bile, hala muhalefeti alternatif görmüyor. Muhalefet seçmeniyle konuştuğunuzda da durum farklı değil; gönül rahatlığı içinde partilerini desteklediklerini söylemek zor. Peki, bu takdirde siyasetçileri mi suçlamalıyız; yoksa siyasetçilerin/ yöneticilerin kendilerini sığaya çekecekleri bir davranış modeli mi geliştirmeliyiz? Tavuk yumurta hikâyesi.
Doğaya baktığımızda her varlığın bir işinin olduğunu görürüz; hayvanların, bitkilerin, madenlerin, ayın, güneşin vs. Dolayısıyla bu zeminde her birinin işi aynı zamanda onun erdemidir. İnsanın işi ise onu diğer canlılardan ayıran yanıdır, yani aklıdır.
Aklın iki kısmı var; biri kendisi, diğeri söz dinleyen yanı. İnsanın aklını kullanabilmesi için, aynı zamanda hikmeti ameliyeye (doğruyu tutturmadaki ölçü) sahip olması gerekiyor. Aklı kullanmakla, aklı iyiye- güzele- doğruya kullanmak ayrı şeydir. Bıçak örneği gibi, ekmek de kesebilir, insan da. Basiret olarak da niteleyeceğimiz bu yanımızı, politik alana taşımamız gerekiyor.
Heseidos der ki:
Kim ki her şeyi anlar, en iyi kişidir.
Kim ki doğru sözle ikna olur, o da iyidir.
Kim ki ne kendi anlar, ne de başkasına kulak verir,
İşe yaramaz adamdır o.


İÇİ BOŞ RETORİK

Yönetmek, aklın doğruları istikametinde yön-etmek, topluma yön vermektir. Aklın doğruları devreden çıkarsa, yöneten de, yönetilen de, çevre de bozulur. Yeri gelmişken söyleyelim; bizim Anadolu irfanında şimdilerde çok kötü kullanılan “gavs-ı azam” tabiri vardır. Onlar dünyanın manevi yöneticileri veya insanlığın efendileri gibi düşünülebilir. Gavsın kişiliği, bütün varlığa sirayet eder, denilir. Bağış paralarıyla alınan mersedeslerle dolaşan, holding sahibi, müritlerini hak etmedikleri yerlere yerleştirmek için siyasilere kırk takla atan, soruları çalıp binlerce öğrencinin hakkını gasp eden ya da Allah aşkına beni herkesten çok seveceksin, bana bağlanacaksın deyip gönülleri çelen sahtekârlardan bahsetmiyorum. Kursaklarında haram lokma olmayan, muktedirlerle ve siyasilerle yan yana gelmekten imtina eden, yüreğinde hak aşkı olan, tüm varlığa bir gözle bakan yüksek ahlak sahibi isimlerden bahsediyorum. Somuncu Baba örneğinde olduğu gibi bir yerlerde ekmek yapıyordur o; ya da ayakkabı boyacısıdır. Çoğu zaman adları dahi bilinmez. Dönemlerine damga vuranlar da vardır; Yunus gibi, Hoca Ahmet Yesevi gibi, Hacı Bektaş Veli gibi. Yön-vermişlerdir, ‘hal ehli’ oldukları için ahlakları topluma nüfuz etmiştir. Günümüzde onların yerini işgal eden sözde gavslar da ne derece etkinler ki (!) ahlaksızlık tavan yapmış durumda.
Diğer taraftan siyasetteki manzara da bundan bigâne değil. Niteliksizliği siyasetçilerin kavgaları ve kullandıkları dil gözler önüne seriyor. Peki, siyasilerin ya da yöneticilerin basireti kaybolursa ne olur? Ne olduğunu anlamak için sosyal medyaya bakmak yeterli; adeta çıldırmış gibiyiz. Yozlaşma o kertede ki toplum, ameli aklını ve basiretini yitirdiği gibi gerçek aklını da bulamıyor.