Binanın ayakta durabilmesi için sağlam bir temel şarttır. Aksi takdirde olacakları düşünmeye gerek yok. Nice depremler atlatmış bir ülkeyiz, çok enkazlar gördük, nicesini doğrulttuk; öyle görünüyor ki daha çok işimiz var. Toplumlar, anayasalar gibi yazılı kodlarla işledikleri kadar, yazılı olmayan kodlarla da işlerler, özellikle de kurumlar böyledir. Örneğin üniversitelerin kürsü geleneği ya da yuvarlak masa etrafında yapılan tartışmalar yeni fikirlerin doğması veya eski bilgilerin gelecek nesillere aktarılması için vazgeçilmez mekanizmalardır. Hukuk ise başka bir örnektir; yasa yapmak, ister Roma hukuku olsun, ister İslam fıkhı olsun bir geleneğe, başka bir deyişle bilgi birikimine ve bunun aktarılmasına bağlıdır. Diğer bir örnek ise Hariciye geleneğidir, kökü eski İran’dan Roma’ya kadar uzanan diplomasi tarihinin özü Hariciye çalışanlarınca temsil edilir, edilirdi. Evrak yazımından kişilere, mertebelerince nasıl hitap edileceğine, görgü kurallarından dil öğrenimine kadar koskoca bir bilgi birikiminin, oldukça muhafazakâr bir şekilde, nesilden nesile aktarılması, hariciyenin rahle-i tedrisatından geçerek sağlanabilirdi. Öyle ki; bu öğrenim sürecinden geçenler zamanla devletlerin dış politikasının işleyişinin künhüne varırlar ve politika inşa süreçlerinde hayati kararlara imza atarlar, atarlardı.

GELENEĞİN GÜCÜ

Ancak böylesi bir birikimin aktığı yerlerde bir geleneğin varlığından söz edilebilir ve yine ancak bu birikimin, amansız bir şekilde savunulduğu yerlerde muhafazakârlıktan bahsedilebilir. Kısacası, yüzyıllar içinde inşa edilmiş gelenekler, kurumları sözcüğün tam manası ile kurumsallaştıran dayanaklardır. Geleneğin yıkılması ise kurumun da çöküşü demektir.
Muhafazakârlık, ‘yeni’ söylemi ve propagandası ile kolay kolay yan yana gelmez, tarihsel olarak gelemez. Muhafazakâr olan kişi, kurumun ve kurumsallaşmanın değerini iyi bilir. Teamüllere, yazılı olmayan kurallara bağlıdır, bunları bilmese de bir bilene danışır. Bunun, asırlarca harcanan ortaklaşa bir emeğin ürünü olduğunun farkındadır. Nihayetinde oluşan külliyat ise özü itibarıyla tek tek parçalarının toplam değerinden çok daha fazlasıdır. Bu birikimin yitip gitmesi, telafi edilemez yaralara yol açar. Toplumlar böylesi kan kayıplarından çok çekmiştir.

GELENEKSİZLİĞİN SEFALETİ

Hal böyle iken, son zamanlarda gördüğümüz manzara ise şöyle: KHK devletine dönüşmüş bir korku imparatorluğu. Kimin her an ne ile suçlanacağı belli değil. Üniversiteler baskı altında. Öğrencilerse, hocalarından öğrenebilecekleri bilgi birikiminden, yani gelenekten koparılmakta. Hukukta da durum maalesef benzer. Yılların anlı şanlı isimleri köşelerine hapsedilmişken, kendi başına karar almaktan aciz isimler, ülkede adalet dağıtmaya soyunmuşlar, vaziyet ortada. Bilgi birikiminden yoksun, müspet hukuk geleneğinden bihaber isimler, sabahın kör saati kimlerin evine baskınlar yapmadı ki bu memlekette. Şimdi o baskın görenlerin yeri de belli, baskın emrini verenlerin de. Daha ne diyeyim. Dış işlerinden, yani hariciyeden hiç bahsetmeyeceğim. Yeni Osmanlıcılık ideolojisi ile Ortadoğu’daki Arap Baharı trenine, önüne ardına bakmaksızın hırsla binenler şimdi o bataklıktan nasıl çıkılır, kapalı kapılar arkasında hesap yapmakta. Stratejinin boylarını aşan derinliğinde ancak hamaset hikâyeleri anlatılmakta şimdi. Oysa Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD’in önünden apar topar kaçırılışı da Musul Konsolosluğu’na yapılan baskın da Irak ve Suriye’de bu boşluğu fırsat bilip hâkim güç haline gelen terör yapılanmaları da hafızalarımızda.

YENİ YETMELER VE HAMASET

Geleneğin ve kurumların olmadığı yeniyetme yapılarda hâkim eğilim hamasettir. Boş lafla yapılan, içi kof kahramanlık da denebilir buna. Alabildiğine kibir, alabildiğine hezeyan. Sözlük karşılıkları da aşağı yukarı böyledir, geleneğin karşısında hep yeni yetmeler vardır; geleneğe intibak edemedikleri için, bilgi birikimini küçümsedikleri için. Böyle yeni, yenici yapılar, geleneği yıkmakta da adeta yarış içindedirler. Önce siyasetin kurumları siyasete kurban edilir, anayasa artık sadece bir metindir, Anayasa Mahkemesi ise sadece bir bina, adalet sadece belirli bir zümreye hizmet etme aracı haline dönüştürülür; aksi takdirde hukuk darbesi gibi teraneler medyada dillendirilir, medyanın üzerinde artık siyasetin gölgesi hâkimdir, sonra sivil toplum susturulur, ardından üniversiteler ve gitgide devletin tüm diğer köklü kurumları ve gelenekleri. Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok.
Siz gelin, önümüzdeki seçimlerde geleneği yıkanlarla, onu yeniden inşa edecekler arasında adil bir hükme varın.


sozcu-banner-1