Milliyetçilik ideolojisi karşımıza, birkaç örnek haricinde, ulus devletlerin hüküm sürdüğü günümüz dünyasının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar. Tam bu nokta, milliyetçiliğin temel işlevini belirtmektedir. Günümüz itibarıyla ulusların olmadığı bir dünya tahayyül edemeyiz. Her ulusun kendi çıkarını diğerlerine karşı gözeterek, kendine daha müreffeh bir ortam sağlama gayesinde olduğu izahtan varestedir. Meseleyi ekonomi politik çerçeveden incelediğimizde, imparatorluklar çağında ülke içi bölüşüm sorunları, ulus devletler çağında yerini milletler arası bölüşüm sorunlarına bırakmıştır.

Son iki yüzyılı aşkın zamanda, özellikle sosyal bilimlerin temel sorularından biri “neden bazı milletlerin diğerlerinden daha zengin olduğu” hususudur. Bundan dört beş asır öncesini incelediğimizde, İngiltere’de yaşayan bir çiftçi ile Osmanlı’da veya Çin’de yaşayan bir çiftçinin ortalama refahının/yaşam kalitesinin çok da ayrışmadığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde bu ülkelerdeki zengin kesimin yaşam kalitelerinin de birbirine benzer olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Ancak bugüne döndüğümüzde, İngiltere’de/Almanya’da/Birleşik Devletler’de yaşayan ortalama bir vatandaş ile Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşayan ortalama vatandaşların yaşam standartları arasında ciddi farklılıklar olduğu tecrübeler ve verilerle sabittir. Bu farklılık özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra belirgin hale gelmiş, 1980’lerden itibaren gerçekleşen bilişim teknolojisindeki atılımlar ile farkın kapanması giderek zorlaşmıştır.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ

Savaş teknolojisinde kitle imha silahlarına sahip ülkelerin, diğer ülkelere karşı baskı oluşturma eğilimleri artarken, teknolojik yeniliklerle üretim maliyetlerini de düşüren bu ülkeler aynı zamanda dış ticarette de avantajlı konuma gelmişler ve böylece askeri ve ekonomik yaptırımlarla kendini besleyen bir sürece girmişlerdir.
Unutmamak gerekir ki, savunma sanayisinin gelişmesi olumlu dışsallık sağlayarak diğer sanayi kollarının da gelişmesine önayak olmaktadır. Buna örnek olarak soğuk savaş döneminde yaşanan ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki “Yıldız Savaşları” gösterilebilir. O dönemde uzay bilimlerine duyulan ilgi ve bu konuda yaşanan rekabetin asıl temeli şudur: ABD veya Rusya için uzayda uzak mesafelere uzay aracı göndermek demek, dünyada da uzun menzilli füze gönderebilmek demektir. Dolayısıyla ülkelerin olası bir savaş durumunda, teknolojik olarak birbirlerini tehdit etme kapasitelerinin olduğunu göstermek demektir. Bu örnek bize teknolojiye yapılan yatırımın ülkeler için hem ekonomik, hem de siyasi olarak güç getirdiğini göstermektedir.

MİLLİYETÇİLİK VE ULUSAL ÇIKARLAR

Milliyetçi ideoloji, duygusal ve tepkisel bir güç olarak motivasyon sağlayabilir, ancak bir ülkenin ekonomik ve siyasal organizasyonunu biçimlendirmesi bakımından, hiçbir zaman tek başına işlev görememektedir. Bu anlamda milliyetçilik, ulusal çıkarları koruyan politika zincirinin halkalarını birbirine ekleme görevi görmektedir. Unutulmamalıdır ki; bir zincir, en zayıf halkası kadar sağlamdır. Dolayısıyla izlenecek politikaların milli olması, milliyetçiliğin ise hamasetten uzak olması ve topyekûn bir kalkınma modeli içermesi elzemdir.
Tarih bize göstermektedir ki; bilime, teknolojiye yatırım yapmak, eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, iç barışı sağlayarak dışarıya karşı bir ve bütün olarak hareket etmek, ortak mutluluklar, ortak sevinçler yaşamak, kendi için değil milleti için çalışan, üreten insanlar yetiştirebilmek; bugün milletler arasındaki refah farkına yol açan en önemli unsurlardır. Dolayısıyla; bugün Türkiye’de son dönemde yaşanan milliyetçilik akımının ortaya çıkardığı enerji, yalnızca yabancı menşeli sosyal platformlardan paylaşım yapmaya yönlendirildiği sürece bir anlam ifade etmemektedir.
Ezcümle 30-40 yıllık siyasal deneyimini milliyetçiliğin karşısında geçiren zihniyetin, bugün milliyetçi söylemlerde bulunması samimi görünmemektedir. Bu anlamda samimiyet, ancak Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını her anlamda ileri taşıyacak politikaların izlenmesiyle sağlanabilir.