Hadiseleri okumaya çalışırken, çoğu zaman sebepleri göz ardı ederiz. Oysa Aristoteles’in ifadesiyle “Bir şeyi bilmek, o şeyin sebebini bilmektir.”

Dolayısıyla çözümden önce çözümlemeye ihtiyaç vardır. Çözümleme yapmak için de sebeplere vakıf olmamız gerekir. Bu noktada sorulması gereken sorular vardır. “Neden?” sorusu, meselenin maddi sebebini, “Nasıl?” sorusu ise biçimsel sebebini bulmak içindir. Gayeyi öğrenmek istiyorsak, “Niçin” diye sorarız; “Kim?” sorusuysa fail (özne) içindir.

Müminin niyeti amelinden öncedir” der Hz. Muhammed. Niyet, bir başka ifadeyle gaye (amaç) her şeyin önündedir, zira gaye yoksa anlam da yok demektir. Niyet eden kişi düşünen kişidir; düşünen kişi ancak bir bilinç varlığı olarak eylediği işi “ameli salih” kılar. Düşünmeden yapılan robotik davranışlarda insanilik yoktur. İnsanın “düşünen canlı” (animal rasyonalite) olmasıdır en temel özelliği; tam da bu özelliği sayesinde ahlak, hukuk, siyaset, sosyal vb. bilimler ortaya çıkmıştır. Konuyu getirmek istediğim yer şu ki; dînî ya da profan (din dışı) örgütlere, sorgusuz sualsiz tabi olanlar, bile-isteye özgürlüklerini birilerinin eline vererek kendilerini kişiliksizleştirirler; bağımlı hissettikleri o yerde ise artık bir kukla misalidirler.

DİN SADECE ARAÇ

15 Temmuz FETÖ darbesi ve sonrasında ortaya çıkanlar ve şimdilerde tanık olduğumuz Adnan Oktar’ın kurduğu yapı bir kez daha gösterdi ki, sözde dini örgütler sömürüde ve gayrımeşrulukta sınır tanımıyorlar. Bu yapıların liderleri, adeta sözde devletçiklerini kuruyor. Günümüz tarikat ve cemaatleri, İslam Tasavvuf düşüncesinin sahaya yansıma biçimleri gibi ortaya çıksalar da, pek çoğu, düşüncenin ve imanın özgürleştirici gücünü bertaraf edip, günlük siyasetin ve ideolojilerin -bazıları için buna dış güçleri de katabilirsiniz- güdümüne girmiş durumdalar. Söylemlerinde felsefi bir derinlik olmadığı gibi, Müslümanların dindarlıklarına ve gelişimlerine katkı sunmak için bir çaba da yok. Adaletten, liyakatten, barıştan, bilimden, sanattan, uluslararası evrensel projelerden yana güçlü bir sesin çıktığı görülmez. Bu örgütlerin başlarında bulunan kişilerin, yaşam pratikleri, mal-mülk-makam iştiyakları, iktidar ve güç odaklarıyla olan ilişkileri İslam’ın ana ilkeleriyle zıtlıklar içerir. Maneviyatın diskuru ise kurbanlarını etkilemede sadece bir araçtır.

Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu’nun ifadesiyle “...sonuçta bugün tarikat örgütlenmeleri İslam’ın ana ilkeleriyle ve akidevi esaslarıyla uyuştuğunu söylemenin kolay olmadığı, hatta bazılarında mümkün olmadığı bir anlayış, bağlılık ve inanışlar üreterek yola devam ediyor, varlığını güçlendiriyor.” Çok daha vahimi yine Bardakoğlu’nun ifadesiyle”... tarihte İslam davetine öncülük etmiş alperenlerin yerine yeni bir tipoloji üreterek, çevresindekilerin ve dünyanın İslam algısını hayli hırpalayıcı bir rol icra ediyor.”

İNSAN NEDEN İHTİYAÇ DUYAR

Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu anlayışa göre, akıllı ve bilgi sahibi olan her Müslüman ilkesel olarak kendine yeterlidir. Dolayısıyla teoride ruhban sınıfına, cemaat ya da tarikat liderlerine bağlı olunacak diye bir kaide yoktur. Burada şu soru sorulabilir; kişi, yeterince bilgi sahibi değilse ne yapacak? Kur’an’ın ilk ayeti ve muhtelif ayetler bu soruya cevap verir:  Okuyarak, sorgulayarak, araştırarak; eğiticilere kulak vererek, farklı kaynakları tarayarak “sözün en güzelini” bulmaya çalışacak.

Sorun, işin kolayına kaçarak, sorgulama yerine taklit ya da tabi olma meselesidir. Taklit ya da tabi olma; kutsamaları, yüceltmeleri beraberinde getirir. Hiçbir yüksek ahlaklı kişi “ben şeyhim, ben mutasavvıfım, ben mehdiyim vb.” diyerek yola çıkmaz. Çıkıyorsa sahtekârdır; şeyh uçmaz uçurulur sözü bu mealdedir.

Keza taklit ya da tabi olma hayatı tek taraflı görme eğilimini artırır; felsefe, bilim ve sanatın önünü tıkar. Kaldı ki taklit ya da tabi olma imanın en zayıf halidir. Elbette tarihsel olarak İslam’da bir mürşit-mürit ilişkisi vardır. Fakat yine tarihsel olarak bu ilişkinin iyiye kullanıldığı dönemler olduğu gibi (13.yy Anadolu aydınlanması) bir o kadar da suiistimal edildiği dönemler vardır; 1980 sonrası Türkiye, son tespitimizin en güzel örneğidir.

Ezcümle, bugün başta devlet olmak üzere, yetkili mercilerin bu tip yasa dışı örgütlere ilişkin sorması gereken soru, neden (gençler) nasıl (ağ yapılanması) niçin (çıkar ilişkileri) kim (tüm bunlardan fayda sağlayanlar) sorularını sorması gerekir. Son tahlilde devletin amacı körü körüne bir ideolojiye inanan insanlar yetiştirmek değil, yasalara aykırı olmamak koşuluyla eleştirel ve özgür düşüncenin değerini bilen bireyler yetiştirmek olmalıdır.

sozcu-banner-1