Geçen haftaki “Ateizm, Deizm, Agnostisizm; Diyanet ve Çözüm” başlıklı yazıma yönelik hayli geri bildirim aldım. Konunun devamını isteyenlerin oluşu beni sevindirdi. Gerek dindar, gerekse dünya görüşü olarak kendini başlıktaki kavramlar içinde değerlendirenlerden benzer tepkilerin gelmesi dikkat çekici. Hangi ideolojiden olursa olsun, okuyucu, beklentisiz ve korkusuzca yazılan yazıları takip ediyor. Biliyor ki günümüzde dini düşünce ve yaşayışla ilgili sorunlar, kendi bağlamlarından koparılmış ve sahte zihinlere sürüklenmiş. Bunun sebepleri ve arka planı üzerinde durulması lazım. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, insanımızın karakteristik özellikleri nelerdir; modern dünya bize nasıl bakıyor ve bizi nereye koyuyor veya biz kendimizi nerede konumlandırıyoruz, reel olmayan durumlar karşısında duygusal bir refleks içinde kendimizi mi kandırıyoruz vb. sorulara objektif, isabetli ve doğru cevaplar aramalıyız.

İKİ MAHALLE ARASINDA

Çalışma alanlarımın toplumla iç içe olması, tabir caizse iki mahalleyi de yakından izleme imkânı veriyor. Bu noktadan hareketle ifade edelim; esasen bize ait olan bazı düşünceleri, zihnimizin ücra köşelerinde bir araya getirip ve onları kendi içinde kümeleyip ötekileştiriyoruz. Kendimizi ait olmak zorunda hissettiğimiz zümrenin hâkim fikirleri ve davranış kalıpları zihnimizde adeta rejim sahibi oluyor. Zihnimizin gettolarına yerleştirdiğimiz ve marjinal kabul ettiğimiz ötekileştirilmiş düşünceler artık uygulanması sakıncalı olan davranış kalıplarını temsil ediyor. Bir bütün halinde algıladığımız bu düşünce ve davranışlardan biri bile, diğerlerinin varlığının kanıtı konumuna geliyor.

BEN VE ÖTEKİ

Bu durum marjinalleştirilmiş herhangi bir davranışa karşı bir tepkisellik ve ön yargı doğuruyor. Örneğin, muhafazakâr çevrede yetişmiş bir Anadolu insanının, normal olarak algılamadığı davranış biçimlerini düşünelim; dövme yaptırmak, erkeğin saçını uzatması, kadının mini etek giymesi vs. Kendi normalini erdemli ve ahlaklı davranış olarak değerlendirdiği için, ona göre normal olmayan olmaması gereken erdemsiz ve ahlaksızdır. İnsanlık tarihi boyunca erdemsizlik olan hırsızlık, katillik, hainlik gibi genel geçer eylemler de zihnin gettolarına hapsedildiğinden mini etek giymekten hayat kadınlığına, küpe takan erkekten eşciselliğe bağ kurulur. Nitekim saçı uzun ve siyah giyinmiş bir genç erkek görüldüğünde, zihin onu kedi kesmekle eşleştirir. Diğer yandan İslam dinine ön yargılı bir bireyin zihninin gettolarında erdemsiz davranışlar bu defa, başörtüsü takan bir kadın veya Cuma saatinde dükkânını kapatan bir “yobaz” olarak bulunmaktadır.

TARTIŞMA ALANI

Bir diğer soru şu: Dini sorunlarımız hangi alanda tartışılmalı; dini alanda mı yoksa siyasal alanda mı? Zira dini alandan bakanlar, kendilerini siyasal baskı altında görüyorlar. Bu tarih boyunca böyle oldu. Sadece bu da değil, üzerlerinde korkunç bir toplum baskısı da var. Keza siyasal alandan bakanlar da kendilerini kamuoyunun psikolojik baskısı altında hissediyorlar. Kabul görme, oy kaygısı, söylemini meşrulaştırma vb. nedenlerle. Dolayısıyla ilkesiz ve samimiyetsiz her tavır ve yaklaşım, sorunları büyütmekte ve karmaşıklaştırmaktadır.

UYGULAMA MI UYGULAYAN MI?

Keza konuşmaktan çekindiğimiz konulardan biri de sonuçlardır. Bir örnek üzerinden ifade edelim: Sovyet Rusya’da veya Komünist Çin’de yaşanan 20. yüzyılın en büyük kıtlıkları sistemin mi yoksa uygulayıcıların mı suçuydu? Bu soru korkusuzca sorulur ve tartışılır. Politika tek elden uygulandığı için, alternatif senaryolar yazılabilir. Lakin din için bunları söylemek hayli zor. Ortadoğu’da olan bitenler dinin mi yoksa uygulayıcıların mı suçu? Bu soruya cevap ararken bu defa alternatif senaryolardan bahsetmek mümkün olamıyor; neden, çünkü uygulayıcı tek el değil. Yani dinin onlarca yorumu ve bireysel olması hasebiyle, neredeyse o dine mensup insan sayısı kadar uygulaması var. Diğer taraftan dinin politika ile yan yana gelmesinin tehlikesini, geldiği takdirde handikaplarını tartışmak mayınlı alana girmek gibi.

SON BİR BUÇUK ASIR

Bir başka soru; din üzerinden hükümler verirken, sadece inananlar üzerinden mi düşüneceğiz, yoksa hükmün din karşıtları tarafından nasıl değerlendirileceğini dikkate alacak mıyız? Müslümanların yüz-yüz elli yıl öncesine kadar; sol, yeşil siyaset, LGBT, Ateizm, Deizm, Agnostisizm, kadın erkek eşitliği, kadının özgürlüğü, feminizm; kısacası sosyolojide maduniyet (sub-altern) olarak adlandırılan gruplara karşı nasıl bir tavır takınacağına yönelik kaygısı yoktu. Müslüman zihnin böyle bir endişe alanı yoktu. Şimdi var ve nasıl bir tavır takınacağını, henüz bocalama içinde el yordamıyla bulmaya çalışıyor.
Ezcümle, 21.yy’da özgürlük ve birey karşıtı aynı zamanda ötekileştirici olan her ideoloji, (buna dinler de dâhil) sürekli tartışma yaratacaktır.