Son aylarda “Kayhan” hariç komedi filmlerinde bir nitelik artışı var. “Ailecek Şaşkınız” da bu filmlere katılıyor...

Ahmet Kural ve Murat Cemcir kendi kuşaklarının iki yetenekli oyuncusu. Elbette komedi ağırlıklı bir kariyer oluşturdular kendilerine, oysa bence ikisi de dramatik rollerde de başarılı olabilecek kalibredeler. Yazar/yönetmen Selçuk Aydemir’in de kıvrak bir mizah anlayışı var. Bu üç isim birlikte sinema ve TV’ye dikkat çekici ürünler verdiler. İki adet “Düğün Dernek”, iki tane de “Çalgı Çengi” filminin dışında “İşler Güçler” ve “Kardeş Payı” adında iki de TV dizileri var. Kendi adıma bu üçlünün en yaratıcı ürününün “İşler Güçler” olduğunu düşünüyorum. Yeni filmleri “Ailecek Şaşkınız” da dahil bu genellemeye...
Ama “Ailecek Şaşkınız”da her şeye rağmen, hem kendilerinin sinema kariyerleri içinde hem de ikibinli yılların yerli komedileri arasında farklı bir komedi yapmayı amaçlamış bu başarılı ekip. Hem esprilerin havada uçuştuğu bir durum komedisi hem de bir romantik komedi kalıbı iç içe geçirilmiş.

ailecek_saskiniz_1

Hikaye en kısa haliyle şöyle: Ferhat babasının inşaat şirketinin başına geçmiş genel müdürlük yaparken çocukluk arkadaşı Gökhan da şirketin finans müdürü olarak onun en yakın destekçisidir. Ferhat oldukça bencil, çalışanlarına kötü davranan, egosantrik, hırslı bir adamdır. Gökhan ise onu her koşulda destekleyen mükemmel bir yandaş. Önemli bir ihaleye hazırlandıkları gece eve giren bir hırsız, ikilinin hayatına Elif adlı genç bir kadın polisi sokar. Ferhat onu görür görmez hayatının kadınını bulduğunu anlar.
“Ailecek Şaşkınız” Hollywood komedilerinde sık gördüğümüz bir hikaye kalıbını kullanıyor aslında; negatif bir karakter gerçek aşkla tanışınca giderek değişmeye başlar. Filmin yazar/yönetmeni Selçuk Aydemir bu her zaman tutan romantik komedi formülünü Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisinin dinamik komedi performanslarına uyumlu bir hale getirebilmiş. Böylelikle ortaya, belki çok da sağlam bir öyküyle çevrili olmasa da bir yanıyla hareketli bir durum komedisi, diğer yanıyla da sevimli bir romantik komedi sürerken, ‘iyi insan olmanın güzelliği’ mesajını da ulaştırabilmiş. Ferhat ve Gökhan’ın 23 Nisan’da kaymakam odasındaki çocuk halleriyle hayli yüksek başlayan film sonra bir süre bir aşırılıklar komedisi intibası yaratıyor ama Elif’in hikayeye girişiyle toparlanıyor ve giderek kıvamına da kavuşuyor.
Tamamı Bursa’da, hatta Tirilye’de geçen hikaye bize diğer komedilere göre farklı bir şehir mekanı sunuyor her şeyden önce. Ayrıca bir Şahan Gökbakar komedisi gibi sadece ana karakterine odaklanmıyor Selçuk Aydemir komedileri. Önceki filmlerinde de olduğu gibi hikayede etkili yan karakterleri onları iyi oynayacak oyuncularla donatıyor. Mesela “Ailecek Şaşkınız”da Cengiz Bozkurt da Elif’in babası rolünde filmin komedi dozunu arttıran bir performans sergilemiş. Kızına hayırlı bir kısmet isteyen baba karakterini en fazla ne kadar farklılaştırabilirsiniz ki? Ama Aydemir ve Bozkurt öyle klişelerden öyle mizahi durumlar çıkarabilmişler ki o karakterde; ‘şükür namazı’ ve ‘hayat öpücüğü’ sahnelerinde ne kastettiğimi daha iyi anlayabilirsiniz izleyince.

ailecek_saskiniz_2

Saadet Işıl Aksoy gibi daha önce bu tarz bir komedide hiç rol almamış bir aktristle çalışmak da iyi bir fikir olmuş. Aksoy’u sinemada izlemeyi özlemiştik, hiç de yabancılık çekmemiş ayrıca.
Müziğin çok emek verildiğini belli etmesine rağmen pek çok gişe filmimizde olduğu gibi çok fazla öne çıktığını, bazı sahneleri ezdiğini söyleyebilirim. Ama Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in birbirleriyle olan uyumu, zamanlama becerileri; Kural’ın bütün mimik ve bedenini komediyle dram arasında hızlıca gelgit yaptırabilmesi, Cemcir’in de sesi ve artikülasyonuyla yarattığı kendine has üslubu ikilinin önceki filmlerine göre çok daha doğru çalışıyor.
Seyirci “Düğün Dernek” gibi hikayenin daha arka planda olduğu bir taşra komedisine göre, hikayesiyle daha derli toplu olan bu kent komedisini de bakalım aynı ilgiyle karşılayacak mı?

3 yıldız
Ailecek Şaşkınız
Yönetmen: Selçuk Aydemir
Oyuncular: Ahmet Kural, Murat Cemcir, Saadet Işıl Aksoy
113 dakika, 7+

Zayıf bir ajan gerilimi

“Kızıl Serçe”nin fragmanları ilk dönmeye başladığı günlerde iyi bir ajan gerilimi izleyeceğimizi düşünmüştük. İzleyenleri sevmekle nefret etmek arasında ikiye bölen bir oyuncu olan Jennifer Lawrence’ı alabildiğine kullanan görselleri ve satış stretejisine rağmen en azından “Sarışın Bomba” (Atomic Blonde) gibi stilize, kıvrımlı bir ajan gerilimi izleyeceğimiz taahhütünde bulunuyor gibiydi. Kadronun geri kalanı da heyecan yaratıyordu. Joel Edgerton, Matthias Schonaerts, Jeremy Irons, Charlotte Rampling, Joely Richardson, Ciaran Hinds, Mary-Louise Parker; beklentiyi yükseltecek güçte bir kadro yani. Yönetmen Francis Lawrence’ı ilk tanıdığımız karanlık bir çizgi roman uyarlaması “Constantine”den beri çok fazla savunamıyoruz ama en azından “Açlık Oyunları” serisinde yönetmenlik anlamında ortalamanın üstünde performanslar vermişti. Ancak “Kızıl Serçe”nin her anlamda çok büyük problemleri var.
Dominika Egorova adlı bir Rus balerin, kendisine çocukluğundan beri aşık Rus istihbarat görevlisi amcası tarafından biraz da zorlanarak ajanlık eğitimine tabi tutulur. Ama bu eğitim adayların silah olarak daha çok cinsel cazibelerini kullanmalarını temel alan bir eğitimdir. Dominika sadece üç ay bu eğitimi alır. Sonra hem Rus hem de ABD istihbaratlarını şaşkına çevirecek, oyunlardan oyunlara düşürecek tehlikeli numaralar yapar!

kizil_serce_1

Hikaye uyarlandığı romandaki gibi belki de kağıt üzerinde ilginç duruyor ama öyle bir senaryolaştırılmış ki tek bir sahnesinde bile olanlara sizi inandıramıyor. Mesela Dominika’nın amcası tarafından zorlanan ilk operasyonundaki işlevi o kadar derme çatma ki... Sadece iki koruması olan bir adamı saf dışı etmek için güzel bir kadınla dikkatini çekmek mi gerekiyor? Rus istihbaratında bu işlevi görecek bir kadın bulamıyorlar da, niye ajanlık deneyimi olmayan eski bir balerini denemek zorunda kalıyorlar? Bir adamı otel odasına sokmak dışında bir işlev göremeyen Dominika’yı ‘potansiyeli var’ diye soktukları eğitimin gösterildiği sahneler de çok yapay ve zorlama. O sahnelerde bize gösterilen ve hikayede kalıcı olacaklarını düşündüren birkaç karakter sonra bir anda kayboluyorlar! Dominika’ya da nasıl oluyorsa büyük bir gelişme görüp, esas görev olarak karizmatik bir Amerikalı ajanın karşısına sürüyorlar ve bir Rus köstebeğin kimliğini öğrenmesini istiyorlar. Hikayenin buraları da sık sık aksıyor. Dominika’nın kafasında dönen tilkileri seyirci hiçbir yerinden yakalayamıyor. Karaktere de tutunamayınca, zaten sebep-sonuç ilişkileri zayıf bağlarla kurulu olay örgüsüyle ilerleyen yapay bir gerilimin peşine takılmamız bekleniyor. Mesela bir sahnede Amerikalılar için çok önemli bir muhbir çok saçma bir gerekçeyle elden kaçırılıyor ki Dominika’nın hayatı tehlikeye girsin. Ayrıca filmin ana merak unsuru köstebek de sadece ‘böyle olsun işte’ diyerek yapılmış gibi, motivasyonu tam kurulmamış bir şekilde ortaya çıkarıyor kendini.

Politik alt metin olarak da Rusya’yı epey bir çirkin, ruhsuz ve insani hiçbir değer barındırmayan bir ülke olarak gösteren eski moda bir Amerikan yapımı “Kızıl Serçe”. Hatta Matthias Schonaerts’ı Putin’e benzetmek de tüy kondurmuş! Soğuk savaş zamanında da böyle filmler çıkardı karşımıza ama en azından hikayeleri daha tutarlıydı ve hatta aralarında ikna edici olanları dahi vardı. “Kızıl Serçe” için ‘en azından şık çekilmiş bazı aksiyon sahneleri barındırıyor’ da diyemiyoruz, çünkü o da yok!

kizil_serce_2

1990 yapımı Luc Besson filmi “La Femme Nikita”ya benzetmelerine de kanmamak lazım. “Nikita”nın da hikayesinde ikna problemleri ve boşluk duygusu yaratan sahneleri vardı ama en azından seyri çok keyifli, stilize bir filmdi.
Özellikle “Düzenbaz” (American Hustle), “Gerçeğin Parçaları” (Winter’s Bone), “Umut Işığım” (Silver Linings Playbook) ve “Anne!” (mother!) filmlerindeki performanslarını çok beğendiğim ve iyi bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Jennifer Lawrence’ın ilk kez bu kadar bedenini sergileyeceği film olarak bu kadar zayıf senaryolu bir filmi seçmesi ise şaşırttı doğrusu.

1,5 yıldız
Kızıl Serçe
Yönetmen: Francis Lawrence
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Joel Edgerton, Matthias Schonaerts
139 dakika, 18+

Çamurun içinde debelenmek

Bazı filmler çok orijinal bir hikaye anlatmıyordur, benzerlerini başka filmlerde, dizilerde defalarca izlemişsinizdir. Ama yine de önünüzdeki bir film size çok tanıdık hissi veren hikayeyi, etkileyici bir görsellikle, iyi oyunculuk ve yeni olmasa da sağlam kurulmuş bir yapı eşliğinde sunabilir. “Savaştan Sonra” böyle bir film, hikayesinin her bir bileşeni başka filmlerde de izlediğimiz kimi detaylar barındırıyor.
Film Mississippi’nin çamurla kaplı çiftliklerinden birinde yaşayan biri beyaz, diğeri siyah iki ailenin II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ve sonrasında yaşadıklarına odaklanıyor. Henry ve Laura birbirlerine aşkla bağlı olmayan, iki çocuklu evli bir çift. Henry’nin son derece ırkçı bir güneyli olan babası da onlarla birlikte yaşamaktalar. Çiftlikte yaşayan diğer aile ise fakir ve kalabalık siyahi bir aile. İki aileden de birer genç adam savaşa giderler, ölümü, yıkımı ve vahşeti görürler. Döndüklerinde daha kırılgandırlar artık ama evlerinde, çevrelerinde hiçbir şey değişmemiş hatta her şey daha da zorlaşmıştır. Bu iki genç adam ayrımcılık, fakirlik, hoşgörüsüzlük ve çamur içinde birbirlerinin dert ortağı olurlar.

savastan_sonra_1

Irkçılığın ne kadar berbat ve zeka dışı bir düşünce olup aşılmasının da bir o kadar da zor olduğunu bir kez daha anladığımız samimi, etkili ve hüzünlü bir hikaye anlatıyor “Savaştan Sonra”. Benzer yerlerde dolaşan hikayeleri bu tonda, duygusal ve epik bir senaryoda buluşturmak bizim Türk sinemasının da yapamadığı bir şey aslında.
Yönetmen Dee Rees bazen hikayenin odağını elinden kaçırıyor gibi yapsa da zor bir işin altından başarıyla kalkıyor. Hikayenin bütün karakterlerinin iç dünyalarını ustaca işliyor. İki ailenin düş kırıklıklarıyla yaşayan kadınlarını, sert koşullarda ve sabitfikirli çevrelerinde ömür tüketen adamlarını, savaşın değiştirdiği iki melankolik gencin karışık ruhlarını incelikle işleyen bir senaryoya imzasını atmayı başarıyor. Yalnız yönetmenin sık sık anlatımı bölen karakterlerin dış seslerine başvurmasına bu kadar ihtiyaç var mıydı, tartışılabilir... Belki de izleyenlerin damağında klasik edebiyat eserlerindeki gibi bir tat bırakmak istediği için bunu tercih etmiştir Rees. Ama çoğu sahnede olmasa da olurdu diye düşünmeden edemedim.

Açıkçası izlemekten çok keyif almadığım bir oyuncu olan Carey Mulligan’ın bu filmdeki performansını sevdiğimi belirtmeliyim. Ama rol aldığı her filmle yıldızı giderek daha çok parlayan Garrett Hedlund iyi bir oyuncu olduğunu bu filmdeki savaştan dönmüş, derin bir hayal kırıklığı içindeki Jamie rolüyle de perçinliyor.

3,5 yıldız
Savaştan Sonra
Mudbound
Yönetmen: Dee Rees
Oyuncular: Carey Mulligan, Garrett Hedlund, Jonathan Banks
134 dakika, 15+

Yine mi büyüme hikayesi!

“Uğur Böceği”nin yönetmeni Greta Gerwig kendine özgü bir sanatçı. Oyuncu olarak rol aldığı filmlerde oynadığı karaktere kendi üslubunu getirebilen, yazarlığı da tam Amerikan bağımsız filmlerinin seveceği türden olan bir genç kadın. 5 dalda Oscar adayı olan “Uğur Böceği” onun hem yazıp hem de tek başına yönettiği ilk filmi.
Öncelikle hemen hemen her izleyicinin hemfikir olacağı şeyi başta söylemek lazım. “Uğur Böceği”nin hiçbir sürprizi, hikayesel anlamda da yenilikçi hiçbir meziyeti yok. Yaşadığı çevreyi sıkıcı bulan, dominant bir anneyle başa çıkmaya çalışan ergen bir kızın büyüme hikayesi bu. Christine tamamı kız öğrencilerden oluşan bir katolik lisesinde okumakta. Hem kilisenin hem de annesinin güdümünde yaşamaktan sıkıntılı. Birbirinden çok farklı karakterdeki iki çocukla flört ediyor, başka bir eyalette okumak için okullar araştırıyor, işsiz kalan babasından dolayı yaşadıkları mali krizin yarattığı tatsızlıklarla başetmeye çalışıyor, sınıfındaki diğer kız arkadaşlarıyla bir önemsenme rekabeti içerisinde oluyor elbette... Genç bir kızın özgürleşmesini, kişiliğini bulmasını, kavga ettiği bütün disiplinlerle de bir şekilde barışmasını izliyoruz film boyunca.

ugur_bocegi_1

Bütün bunları kıvrak bir senaryoyla anlatmayı başarıyor Gerwig, ama ortada unutulmaz bir film yok doğrusu. Filmin bir parça öne çıkmasının en büyük sebepleri kuşkusuz Christine’i canlandıran genç oyuncu Saoirse Ronan’ın sahici performansı ve annesi Marion rolünde izlediğimiz ve kıymeti Hollywood tarafından pek bilinememiş oyunculardan biri olan Laurie Metcalf’in takdir edilesi sadeliği.
“Uğur Böceği” aldığı Oscar adaylıklarını büyük ölçüde, Hollywood’u derinden sarsan kadın tacizlerine karşı bir kadın yönetmenin filmini destekleme refleksiyle alıp almadığını merak ediyor insan.

3 yıldız
Uğur Böceği
Lady Bird
Yönetmen: Greta Gerwig
Oyuncular: Saoirse Ronan, Laurie Metcalf, Tracy Letts
94 dakika, 15+