ANALİZ

“Apo’dan mektup getiren Bakan” haberi çok korkuttu


Tutuklandıktan 640 gün yani neredeyse iki yıl sonra ilk kez hakim karşısına çıkan ve savunmasını yapmaya başlayan HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, mahkeme kayıtlarına geçen ifadesinde inanılmaz sözler söyledi. Ancak medya bir iki istisna dışında son yılların en büyük haberini kamuoyuna duyurmak istemedi ve bugüne kadar görülmemiş bir otokontrol uyguladı. Gerçi istendiği kadar otokontrol uygulansın, istendiği kadar haber kamuoyundan saklansın bu haberin yaratacağı etkinin önüne geçilemez. Belki geçici bir süre için üzeri örtülür ama günün birinde mutlaka gündeme gelir ve gereği de yapılır. Sağda solda yayınlanan haberlerden bilenler biliyor elbette ama bir özet yapayım. Demirtaş ifadesinde iki çok önemli iddiada bulundu. Kendilerinin terörle ve PKK ile ilişkilendirilmelerinin doğru olmadığını söyleyerek “2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. O dönemde partimin içinde olmadığı bir çözüm süreci vardı. Oslo süreci olarak bilinen Hükümet ve PKK yetkililerinin yüz yüze görüştüğü süreç” dedi. Demirtaş böylelikle PKK terör örgütüyle hükümet arasında yapılan Oslo görüşmelerine hiçbir şekilde katılmadıklarını ileri sürdü. Demirtaş’ın ikinci iddiası ise gerçekten ortalığı çok karıştıracak cinsten. Demirtaş’ın mahkeme heyeti önünde yaptığı konuşma şöyle; “Boykot kararı aldık. Ne yaptılar biliyor musunuz? ‘Bunlar İmralı’dan talimat alıyor’ diyorlardı ya. Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla bir Bakan’ın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye, referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkâr ederlerse tanıkları burada dinleteceğim.” Demirtaş daha sonra Apo’dan gelen mesajı okudu. Demirtaş’ın iddiasına göre AKP’li bir Bakan’ın getirdiği Abdullah Öcalan imzalı mesajda şöyle deniyor; “Partimiz hangi kararı verirse saygı duyuyoruz. Ama Anayasa değişikliği acaba yeni bir diyaloğun, çözüm sürecinin önünü açar mı, parti olarak değerlendirmenizi rica ediyorum.” HDP eski Eş Başkanı Demirtaş bu mesajı okuduktan sonra “Destekleyin ya da desteklemeyin demiyor. Bunu İmralı’nın talimatı diye hükümet getirdi. Bizim İmralı’dan talimat aldığımızı söyleyenler Öcalan’ın el yazısıyla getirdi. Kabul etmedik. Boykot tavrımızı sürdüreceğiz dedik” diye konuştu. Eğer Demirtaş’ın söyledikleri doğruysa bu çok vahim bir durumdur. Çünkü bugün önüne geleni “terörle işbirliği yapıyor” diyerek hapse atan bu iktidar gerçek bir demokratik hukuk devletinde bizzat terör örgütüyle işbirliği yaptığı gerekçesiyle mahkûm edilir. Sanıyorum iktidara bağımlı medyamız bu gerçeği çok iyi bildiği için Demirtaş’ın iddialarını olabildiğince saklamaya veya önemsiz hale getirmeye çalışıyor. HDP ve mensuplarının bir bölümü PKK ile işbirliği içinde olabilirler. Kimi kayıtlara belgeleriyle ve kanıtlarıyla geçen suçlara da karışmış olabilirler. Ancak bu durum iktidarın terör örgütü lideriyle “çözüm süreci dışında, kendi siyasi çıkarı için bir siyasi partiye baskı amaçlı olarak terör örgütü liderinden mesaj getirme” hakkını vermediği gibi bunun bir suç olduğu gerçeğinin de üzerini örtemez.  Muhalefet partileri bu gerçekten hareketle “HDP ile işbirliği mi yapıyorlar” türü kampanyalardan korkmadan Demirtaş’ın söylediklerinin kanıtlanmasını talep etmeli ve bundan sonra da hukuk mücadelesi başlatmalıdır.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Kabile devletinde bile bu olmaz


İktidar yetkilileri özellikle AKP genel başkanı sık sık “Burası muz cumhuriyeti değil” veya “biz kabile devleti değiliz” diyor. Gerçi bunları söyleme ihtiyacı duyduğuna göre böyle bir kaygısı olduğunu da söyleyebiliriz aslında ama dün yaşadığımız bir olay “Türkiye kabile devleti bile değil galiba” hissi uyandırdı bende. Bundan tam bir yıl önce 27 Şubat 2017 günü PKK ve FETÖ propagandası yapmak ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçları kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderilen hem Türk hem Alman vatandaşı olan gazeteci Deniz Yücel serbest bırakıldı. Deniz Yücel hakkında tutuklandığı günden bu yana iddianame hazırlanmamış ve mahkemeye çıkarılmamıştı. Alman Başbakanı Merkel birkaç kez Deniz Yücel’in haksız yere tutuklandığını ve serbest bırakılması gerektiğini söylemiş ancak iktidar yetkilileri “Burası kabile devleti değil, hukuk devleti, yargı karar verecek” demişlerdi. Ancak önceki gün Almanya’ya giden Başbakan Binali Yıldırım “Deniz Yücel’le ilgili güzel bir haber gelebilir” demişti. Meğer o güzel haber Deniz Yücel’in serbest bırakılmasıymış.  Türk medyası dün öğle saatlerinde Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklama ile haberi öğrendi. Haber kanalları Türkiye’de serbest bırakılan Deniz Yücel’le ilgili gelişmeleri öğrenmek için Almanya’daki muhabirlerine bağlandı. Birkaç saat sonra anlaşıldı ki savcılık iddianameyi hazırlamış Ağır Ceza Mahkemesine göndermiş mahkeme de iddianameyi kabul etmiş ama Deniz Yücel’in serbest bırakılmasına karar vermiş. AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından defalarca “terörist ve casus” olarak suçlanan Deniz Yücel’e “adli kontrol” ve “yurtdışı yasağı” uygulanıp uygulanmadığı ise bu yazıyı yazdığım sırada bilinmiyordu.

BUNU YAZMAK GEREK

CHP sivil toplum örgütü değil ana muhalefet partisidir


Cumhuriyet Halk Partisi galiba ana muhalefet partisi olduğunu unutuyor bazen ve kendini bir sivil toplum örgütü yerine koyuyor. Bunun son örneğini dün yaşadık. İstanbul’da “tutuklu Enis Berberoğlu’na mektup” kampanyası başlatıldı. Enis Berberoğlu haksız ve hukuksuz biçimde dokunulmazlık kurallarına bile uyulmadan tutuklanıp hapse atıldı. Mahkeme yine delilsiz biçimde Berberoğlu’nu 25 yıla mahkûm etti. Sonra bu karar bozuldu. İstinaf mahkemesi yeniden yargılama yaptı ve CHP’li milletvekilini bu kez 5 yıla mahkum etti. Berberdoğlu’nun tahliye edilmesi gerekiyordu ama mahkeme “tutukluluğa devam” dedi. Çünkü Berberoğlu’nun bir davası daha varmış, İstinaf mahkemesi milletvekilini elinde rehin tutar gibi “Bir de sen bak bakalım tutuklamak istiyorsan henüz elimizde” mesajı vermiş oldu.  Şimdi gözler bu mahkemede. Hal böyleyken CHP’nin mektup kampanyası açması bana “şaka” gibi geliyor. Bir ana muhalefet partisi sivil toplum örgütü gibi davranabilir mi? Ortada çok açık bir hukuksuzluk ve kanunsuzluk var. CHP önce Meclis’te, sonra Adalet Bakanlığı’nda ve adliyede etkin eylemler yapmak zorundadır. Eylem illa cam çerçeve kırmak değildir. CHP kanunları yapan organın en büyük ikinci grubudur. Gücünün farkında olması ve buna göre davranması gerekir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Çavuşoğlu Beyaz Saray’da Trump’la baş başa görüşebilir mi?


Amerika Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye ziyaretinde saraya gitti ve Erdoğan’la üç saati aşan bir görüşme yaptı. Görüşmeye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da katıldı. Verilen bilgiye göre içeri tercüman bile alınmadı, Erdoğan Tillerson arasındaki diyalogları bizzat Çavuşoğlu tercüme etti. Devlet geleneğinde bu var mıdır bilemiyorum. Ama Çavuşoğlu ne kadar iyi İngilizce bilirse bilsin, eğer konuşmalar üçüncü bir kişiye aktarılıyorsa bunun yeminli bir tercüman tarafından yapılması doğrudur. Burada bir kelimenin bile önemi vardır. Ama aklıma bundan daha ilginç başka bir nokta daha geldi. Tillerson Türkiye’ye geliyor ve Cumhurbaşkanı ile saatlerce baş başa görüşebiliyor. Tillerson Dışişleri Bakanı. Türkiye’deki mevki karşılığı Dışişleri Bakanıdır. Ama ondan önce  Cumhurbaşkanı ile görüşüyor. Acaba bizim Dışişleri Bakanımız Amerika’ya gittiğinde Beyaz Saray’da Amerikan Başkanı ile baş başa görüşebilir mi?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Sırada Afrin’den çekilme olabilir


Amerikan Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye’ye geldi, saatlerce Tayyip Erdoğan’la  görüştü, sonra daha önce bildirilmemesine rağmen Dışişleri Bakanı ile bir daha görüştü. Sonunda yapılan açıklamalarda “Türkiye ile Amerika’nın aradaki gerilimi kaldırma konusunda mutabakata vardığı” duyuruldu. İki ülkenin Menbiç konusunda “bir heyet kurulacağını” da kararlaştırdıkları açıklandı. Ardından bir yabancı haber ajansı “Türkiye’nin Menbiç’te Amerika ile çalışmak istediği ancak bunun için PYD’nin Menbiç’ten çıkmasını talep ettiği” haberini duyurdu. Bu yalanlanmadı. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye ile gerginlik istemeyen Amerika Menbiç’teki PKK-PYD unsurlarını biraz daha doğuya kaydıracak ve Türkiye’nin Menbiç’e bir operasyon yapmasının önüne geçilmiş olacak. Amerika’nın Menbiç’ten PKK-PYD’yi çıkarması soruna bir çözüm mü orası henüz net değil bana göre. Önemli olan PKK-PYD’nin Münbiç’te olması değil Amerika’nın bu terör örgütüne verdiği desteğin sürüp sürmeyeceğidir. PKK-PYD Menbiç’ten çekilse ama diğer bütün bölgelerde hakimiyeti devam etse bizim için ne değişecektir? Hiçbir şey. Sanıyorum bölgede çok sıkışan iktidar geçici bir çözümle iç politikada Amerika’nın hizaya getirildiği propagandası yapacak ve zaman kazanacaktır. Bu gelişmeler yaşanırken bir Rus ajansı da çok farklı bir gelişmenin yaşandığı iddiasında bulundu. Rus RİA, “Suriye yönetimiyle PYD arasında yapılan görüşmeler anlaşmaya varılmasıyla sonuçlandı. Afrin bölgesinin Türkiye sınırına kadar olan toprakları Şam kuvvetleri denetimine teslim edilecek. Suriye ordu birliklerinin Afrin bölgesi denetimini teslim alma süreci önümüzdeki günlerde başlayacak” haberini paylaştı. Bu haber de henüz yalanlanmadı. İktidar Afrin’den de bu yöntemle çekilmeyi ve yine iç politikada “terörü susturduk” propagandası yapmayı planlıyor bana göre.