ANALİZ

CHP "bayrak asın" dedi kimse asmadı


Afrin operasyonunda “sona gelindiği” haberleri medyanın manşetlerini süslüyor. Terör örgütü PKK’ya karşı başlatılan sınır ötesi operasyonun 45’inci gününe geldik.
Genelkurmay’ın açıklamalarını haberleştiren medyaya göre Afrin artık fethedilmek üzere.
Zaten AKP Genel Başkanı Erdoğan da her gün yeni müjde vererek öldürülen teröristlerin sayısını açıklıyor. “Afrin’e girdik gireceğiz” diyor. Belli ki birkaç gün içinde Afrin fethedilecek ve kent asıl sahiplerine verilecek.
Böyle anlatıldığına göre böyle kabullenmek zorundayız.
Ancak gerçekten herkes böyle mi düşünüyor?
O konuda kuşkuluyum.
Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Afrin’de 8 şehit verdiğimiz günün ertesinde kameraların karşısına geçerek “Bütün vatandaşlarım şehitlerimizi ebedi istirahatgahlarına yolcu edinceye kadar evlerimize bürolarımıza iş yerlerimize Türk Bayrağı asalım” dedi.
Dikkatle izlemeye çalıştım. Tabii o iki gün içinde İstanbul’da gidebildiğim yerlerde, ki çok değişik semtlere gittim, bu kampanyaya pek uyulmadığını gözledim.
Üstelik CHP’nin güçlü olduğu ilçelerdeki esnaf bile bu çağrıya uymamıştı.
Sohbetlerimden aldığım izlenimlere göre bunun temel nedeni Afrin konusunda tüm ülkede aynı heyecan ve coşkunun olmaması.
Afrin konusunun giderek bir seçim yatırımı olduğuna inanıyor birçok kişi.
Bir zorlama ile hemen herkese “Afrin’e gitmemiz gerekiyordu. Türkiye geleceğini kurtarıyor, askerimize destek veriyoruz” açıklaması yaptırıldığı elbette biraz dikkatli davranan hiç kimsenin gözünden kaçmıyor.
Afrin operasyonunun bir sınır ötesi eşkıya takibi olmasına rağmen ordunun en seçkin birliklerinin bölgeye gönderilmesi, polisinjandarmanın operasyona sokulması, korucuların bile operasyona katılması ve 45 günde yolun yarısına bile varılamamış olması ve en önemlisi bu süreçte yitirdiğimiz aslan gibi evlatlarımız milyonlarca insanın zihninde kuşku yaratıyor.
AKP toplantılarında ve tabii AKP Genel Başkanı konuşurken görülen coşku ve heyecanın aynı şekilde topluma yansımadığı da görülüyor.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

“Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz”


Doğru bildiğini yazmaya devam edince yandaş medyanın adeta “o kadar da demokrat değiliz” diyerek yazdırmadığı Lütfü Oflaz’ın “Rahatsızım” adlı kitabı elimde birkaç gündür. Kitaba adını veren “Rahatsızım” aslında Oflaz’ın Star Gazetesi’nde yayınlanmayan son yazısının başlığı.
Lütfü Oflaz bu yazısında gazetecilerin tutuklanmasından, sudan bahanelerle hapse atılanlara, gösteri yapanların şiddete maruz kalmasından rüşvet çarkının çalışmasına birçok konuda “rahatsızlığını” dile getiriyordu. Ancak bunları aynı zamanda hükümete, belki de Erdoğan’a eleştiri olarak algılayan medya sahipleri Oflaz’la yollarını ayırmıştı.
Lütfü Oflaz’ın bu yazısı daha sonra sosyal medyada yayınlandı, milyonlara ulaştı. Hatta öyle ki Japonya, Amerika dahil birçok dünya ülkesi medyası da bu yazıya yer verdi.
İşte “Rahatsızım” Oflaz’a uygulanan sansürden ve tahammülsüzlükten bu yana hakkında yazılanların derlendiği bir kitap.
Kitabın içindeki bir bölümde Oflaz’ın geçmiş yıllarda yazdığı bazı yazılar da var. Bunları okurken, aslında bir gazeteci olarak tanık olduğum ama şimdi unuttuğumu fark ettiğim ilginç bir anıya da denk geldim.
Demirel’in “Yolar yürümekle aşınmaz, demokrasi içinde çare tükenmez, dün dündür bugün bugündür” gibi ünlü sözlerinin yanı sıra sarf ettiği “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünün de ne zaman ve nerede söylendiğini bu yazıyla yeniden öğrendim.
1978 yılının aralık ayında Türkiye Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından birini Kahramanmaraş’ta yaşamıştı. Tahrik edilen bir grup Sünni vatandaş Alevi vatandaşların oturduğu mahallelere baskın yapmış 7’den 70’e 100’ün üzerinde kişi baltalarla, satırlarla, sopalarla, tüfek ve tabancalarla katletmişti.
O dönem Başbakan Ecevit’ti. Demirel’in bu konu ile ilgili yapacağı basın toplantısını Lütfü Oflaz da katılmış. Oflaz Demirel’e “Katliamı sağcı militanların başlattığı söyleniyor, buna ne dersiniz?” diye soruyor. Demirel soruyu alıyor ama bambaşka şeyler anlatıyor. (Demirel bunu çok iyi becerirdi, ne sorarsanız sorun o istediğini anlatırdı.)
Oflaz üsteliyor aynı soruyu tekrar soruyor. Demirel sıkıntılı biçimde “Sen yarın gazetene atacağın manşeti bana söyletmek istiyorsun” diyor.
Oflaz o anları yazısında şöyle anlatmış; “Bunları söylerken bir taraftan da avuç içi kadar bir not kâğıdını yırtıp ufak parçalara bölüyordu. Âdetiydi, öfkelendiği zaman böyle yapardı. Ancak öylesine öfkelenmiş olmalıydı ki bir ayağa fırladı o ünlü cümlesini söyledi:  Bana sağcılar da suç işliyor, cinayet işliyor dedirtemezsin.”
Böylelikle Demirel Lütfü Oflaz’a “açık” vermek istemezken ölümünden sonra bile unutulmayan o cümlesini söylemiş oluyordu.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Yaşasın o bankanın telefon teröründen kurtuldum


Bana kalsa adıyla yazacağım ama gazetemin hukukçuları “Banka adı vererek yazılan yazılarda” başımıza olmadık “hukuki sorunlar” açılabileceğini söylediler. Gerçi hemen hepsi yaptığı için isim de pek fark etmiyor. Çoğumuzun başına gelen benim de başıma geldiği için biraz dertleşmek ve “bir bankanın telefon teröründen kurtulmanın” huzurunu sizlerle paylaşmak istedim.
18 ay önce kullandığım bir kredi kartının limitine sonuna kadar gelmişim. Artık asgari borcu ödemek de yetmiyor. Bankanın sağladığı olanaktan yararlanarak borcu 18 aya böldürdüm. Kart iptal edildi. Ben de aylık taksitlere ödemeye başladım. Ancak ülkemizdeki durum ve tabii bir de bizlerin özel durumu nedeniyle taksitler tam gününde ödenemeyebiliyor. Buna rağmen hiç iki taksit üst üste ödememe durumuna düşmedim. Banka ise gecikmenin 10’uncu gününden itibaren telefonla aramaya başlıyordu. İlk başlarda aldırmıyordum. Hatta “İyi oluyor unutmaktan kurtuluyorum” diye düşünüyordum. Ama günde 2-3 kez aranmaya başlayınca insan çileden çıkıyor. Neyse sonuç ta 17 ayı bu tacizlerle boğuşarak geçirdim. Sıra son taksitteydi Yine 12 günlük gecikme olmuş. Olmadık bir saatte kızın biri arıyor “Borcunuzu ne zaman ödeyeceksiniz?” diyor. “Olmadık” dediğim tatil günü akşam 20.30 örneğin. Tarih veriyorum. Şimdi yeni çıktı, “Gecikme sebebiniz nedir?” diye soruyor bu kez. Elinin körü. Sana ne? Keyfi ödemiyorum. Ardından daha beter ve aşağılayıcı bir soru daha geliyor; “Ödeme sözü verdiğiniz gün nereden para alacaksınız?” Ne bileyim kardeşim, başkasından borç alacağım, maaşım yatacak, ikramiye çıkacak, yolda cüzdan bulacağım, çalacağım, sana ne vazife? Bu tür sorular gerçekten insanın tepesini attırıyor. O zaman gayet sakince karşımdaki kıza şunu söylüyorum “Bakın küçük hanım, sözüm size değil, bizim güvenliğimiz için sesimizi banda alıyorsunuz ya işte onu belki bankanın yöneticileri de dinler. Gerçi siz artık Türk bankası değilsiniz, müdürleriniz Türkçe bilirler mi onu bilemem. Ancak biri tercüme etsin. Ben bir Türk vatandaşıyım. Elin oğlu gelip bana üçüncü sınıf muamele yapamaz. Türk vatandaşlarını aşağılayamaz. Bana borcumu neden ödemediğimi ya da nereden para bulacağımı soramaz. Milyarlarca dolarlık borçlar dururken benim 1000 lira olmayan borcum için günde 3 kere arayıp beni terörize edemez, geç de ödesem faizini almıyor musunuz, gerisinden size ne?”
Bu söylediklerimi o kızlar üstlerine iletiyor mu bilemiyorum.

ŞAŞIRDIM

Uber şoförü döverek taksicilik kurtulmaz


Son günlerde trafikte garip olaylar yaşanıyor.
uber denilen bilgisayar yazılımı ile çalışan taksi sistemine karşı “güya” öfkelenen taksiciler müşteri gibi Uber aracı çağırıp şoförünü dövmeye kalkıyor. Önceki gün bir tanesi Uber şoförüne ateş bile açtı.
Kimilerine göre Uber sistemini yönetenler bunu bizzat kendileri kurguluyor.
Kimileri de taksicilerin kendilerine haksız rakip gördükleri Uber’i ortadan kaldırmaya çalıştığını ileri sürüyor.
Sonuçta bir Uber gerçeği var.
Ama bu gerçek İstanbul’daki “taksi plakası mafyası” olduğu gerçeğini örtmüyor.
Taksicilerin haksızlığa uğradığı düşünenlerin aklına nedense binlerce taksi plakasının büyük bölümünün birkaç yüz kişinin elinde olduğu gerçeği gelmiyor.
Taksi ve taksi esnafı konusu çok önemli, yazmaya devam edeceğim.
Bugün sadece şunu söyleyeyim; Uber şoförü döverek taksicinin hakkını aradığını sananlar büyük yanılgı içinde. Yaptıkları sadece “plaka ağalarına” yarıyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

81 milyon tek millet ama  yarısı terörist


Artık algılar ve yönlendirmeler siyasetin, fikir ve görüşlerin çok önüne geçti.
Vatandaşın yarısına yakını gerçeklerle değil söylenen ateşli sloganlarla kendini avutup gününü kurtarıyor.
Örneğin AKP Genel Başkanı “Rabia” dediği AKP ilkelerini kalabalıklara adeta beyinlerine çakar gibi anlatıyor.
Kalabalıklar da söylenen sözlerin içeriğine değil de söyleniş biçimine bakarak çılgınca alkışlıyor.
Dün ekranda yine Erdoğan’a rastladım. Her zamanki gibi bağırarak Raiba’yı sayıyordu.
“Tek millet” dedi elbette. “81 milyon tek milletiz” dedi. Sonra yine her zamanki gibi dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş biçimde bütün etnik kimlikleri saymaya başladı ardı ardına.
Ama anlamadığım şu; 81 milyonu tek millet olarak anıyor ve bağrına basıyor. Herkesin birlikte olduğunu iddia ediyor.
Ama hemen ardından toplumun yarıdan fazlasını hedef tahtasına koyarak “terörist, vatan haini, ülke düşmanı hatta din düşmanı” haline getiriyor.
Gerçekten “tek millet” 81 milyonun tamamı mı?
Yarısından fazlası için “terörist” denilen bir toplum millet olabilir mi?