ANALİZ

CHP, krizi bölünmeden atlatmalı


Muharrem İnce, “Ben kurultay için harekete geçmem. Beni aday yapan kişinin karşısına geçmem, benim vefa duygum var” dedi önce.
Sonra “Ben yapmam ama Kılıçdaroğlu gitmezse örgüt gereğini yapar” dedi.
Öyle görünüyor ki CHP örgütünden bazı isimler bir olağanüstü seçimli kurultay toplamak için harekete geçiyor.
Şu anda imza veren galiba yok.
Ayrıca bu imzalar partiye gidip verilmiyor. Noter tasdikli olması gerek.
Ve önemli bir ayrıntı daha var, o da şu; ilk imza verildikten sonra 15 gün içinde ya kurultay toplanması için gerekli imza toplanmış olacak. Aksi takdirde kurultay toplanamıyor. Kısacası imza toplama zamana yayılamıyor.
İmza sayısı da önemli elbette. Olağanüstü seçimli kurultay toplanması için kurultay delegesi sayısının bir fazlası gerekiyor.
Muharrem İnce’nin işaret verdiğinde 600’ü aşkın imza toplanır mı bilemem. Zaten toplanırsa İnce’nin de başkan seçilmesi olasılığı yok yükselecektir.
Tabii hızla imza toplandığının görülmesi üzerine CHP Genel Merkezi de imza vermeye başlayabilir, o zaman iş kurultaya kalır.
Şu saptamamı paylaşmak istiyorum: CHP’deki yönetim çok başarısız. Kılıçdaroğlu da ekibi de çok yetersiz. Buna karşı Muharrem İnce’nin kalıbının adamı olmadığı ortaya çıktı. Ayrıca bir partide genel başkanlık anlık başarıların oya tahvili ile olmamalıdır.
Diğer saptamam da şu; CHP’de genel başkan değiştirmekle bir sonuç alınamaz. CHP’nin etkili, toplumu kavrayıcı ve sürükleyici yeni siyasetlere ve bunlardan yola çıkarak hazırlanacak projelere, bunun da ötesinde yeni yüzlere ihtiyacı var.
“İndi Kemal bindi Muharrem” ile bir yere varılamaz.
Tabii buna bizler değil CHP’nin 1300’e yakın delegesi karar verecek.
Ama şunu da görmek gerek. Muharrem İnce bugün kurultay toplatıp genel başkan seçilemeyebilir. Hatta bir kurultay toplanması halinde yenilgiye bile uğrayabilir.
Ancak bu Kılıçdaroğlu ve ekibinin başarılı olduğunu göstermeyeceği gibi yakın bir gelecekte değiştirilmeyeceği anlamına da gelmez.
Bana göre Kılıçdaroğlu ve ekibi mutlaka gidecek.
Ama bana öyle geliyor ki yerine İnce ve ekibi gelmeyecek.
Asıl sorun CHP’de başlayan bu krizin bir bölünme ile sonuçlanması olasılığının yüksekliğidir.
CHP’ye gönül verenleri ya da oy tabanını asıl ilgilendirmesi gereken budur bence.
CHP’nin bölünmesi halinde en azından önümüzdeki yerel seçimlerde birbirine yakın oy alan iki partiden birinin seçim kazanması asla mümkün olmayacaktır.
İstanbul’u kaybetme korkusu yaşayan AKP ve Erdoğan da rahat bir nefes alacaktır.

ÖNERİ

Muharrem İnce İzmir’i düşünmeli


Cumhurbaşkanlığı olmayınca parti genel başkanlığına soyunan Muharrem İnce’nin kazanma şansının daha az olduğunu görmek gerek.
İnce “asla kazanamaz” diyemem ama en azından hızla toplanacak bir kurultaydan genel başkan olarak çıkması çok zor görünüyor.
CHP tabanına baktığımda, İnce’nin arkasındaki “yoğun halk desteği” artık yok. Olsa bile 10 gün önceki gibi değil bu destek.
Çünkü İnce geniş kitleleri müthiş bir hayal kırıklığına uğrattı.
Eğer seçim gecesi, YSK’nın önüne gitmese bile ortaya çıksaydı, seçimi dakika dakika izleseydi arkasındaki partili/partisiz halk desteği sürerdi.
Oysa şimdi bu destek yok.
Böyle gider ve İnce kurultayı toplayamazsa veya toplasa bile kazanamazsa siyasi hayatı biter.
Bana göre yaşı ileri değil.
İnce anlık bir popülariteyi genel başkanlıkla taçlandırmak yerine örneğin 5 yıl başarı ile sürdüreceği bir yerel yönetim fırsatını değerlendirebilir.
İstanbul riskli olabilir ama İzmir’de seçilebilir.
Orada hem siyaseten pişmek hem de 5 yıl boyunca genel siyaset için plan program hazırlamak mümkün olur.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Cemaatçi polis müdürünün ölümünden kimse şüphelenmiyor


Cemaatin 15 Temmuz”da kalkıştığı dinci faşist darbeden bu yana aranan ve “Fetullah Gülen’in altın çocuğu” olarak bilinen bir polis müdürü yakın bir geçmişte nihayet yakalanmıştı.
Ankara Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Zeki Güven kaldığı cezaevinde ölü bulundu birkaç gün önce.
Doktorlar “kalp krizi” geçirmiş olabileceğini söylediler bu emniyetçinin.
Burada beni çok şaşırtan konu şu; cemaatin en önemli isimlerinden biri olarak bilinen Zeki Güven yakalandıktan sonra “Her şeyi Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yaptım” demişti.
Zeki Güven ölmeden kısa bir süre önce de “itirafçı olmaya” karar vermişti.
Ancak ne tuhaftır ki Zeki Güven’in ölümü herhalde kimseye “şüpheli” gelmiyor.
Medya, yandaşı, az da olsa yandaş olmayanı, ne “Her şey Erdoğan’ın bilgisinde oldu” sözlerine ne de “itirafçı olma” kararına ilgi göstermedi.
Oysa her iki durum için de komplo teorileri üretilirdi normal olarak.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Ne demek “ben başkan sen onursal başkan” demek


Muharrem İnce’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile yediği akşam yemeğini medyaya açıklarken söylediği sözlerden beni en şaşırtanı “Ben genel başkan olayım, o da onursal başkan olsun” cümlesi oldu.
Ne demek şimdi bu?
Eğer Kılıçdaroğlu başarısızsa ve mutlaka değişmesi gerekiyorsa neden “onursal başkan” olacak ki?
Muharrem İnce sanıyorum kamuoyunun hoşuna gideceği düşüncesiyle garip bir popülizm yapıyor.
“Sizi kenara atmıyoruz, onursal başkan yapıyoruz” diyerek sempati toplamaya çabalıyor.
Ama yanlış.
Olmaz böyle şey.
Onursal başkan şudur; partisine uzun yıllar çok başarılı hizmet etmiş bir genel başkan yaşı nedeniyle ya da gençlere ve yeni yüzlere yer açmak için görevini bırakır, partisi de ona olan minnetini belirtmek için “onursal başkan” olarak anar.
CHP’de şu anda “onursal başkan” olmayı hak etmiş tek kişi bile yok.

ÜZÜLDÜM

Berna Laçin’in tweeti hoş değil ama yargı destekli linç kampanyası da olmaz


Sanatçı Berna Laçin her dönem lafını sakınmayan bir isim.
AKP iktidarına karşı aldığı tavır öteden beri biliniyor.
Entelektüel birikimi ile de sanatçılar arasında, en azından benim gönlümde ayrı bir yeri var.
Berna Laçin, tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran “çocuk kaçırma, tecavüz, işkence” haberlerinden sonra AKP çevrelerinden başlatılan “idam geri gelsin” seslerine karşı attığı bir tweet nedeniyle başını derde soktu.
Laçin’in tweeti şöyleydi; “İdam çözüm olsaydı. Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı! Konuşturmayın şimdi beni! Bırakın artık bilim insanları, nörologlar, psikiyatrlar, psikologlar, toplum bilimcileri, hukukçular el birliği verip çare üretsin. Devlet, tribün sesleriyle toplum inşaa etmez!”
Anında kıyamet koptu.
Siyasal İslamcılar sosyal medya üzerinden ağır bir hakaret kampanyası açarken pek çok kişi cumhuriyet savcılarına da suç duyurusunda bulundu.
Cumhuriyet savcılığı da Laçin hakkında “İslami değerleri küçük düşürmek” suçlamasıyla soruşturma başlattı.
Tweet bana göre hoş değil.
Nedeni haklı olsa bile Müslümanların kutsal saydığı bir kentin adını “tecavüzle” anmak tepki çekebilir.
Bunu karşı “kutsal” sayılan Medine’de veya başka kentlerde bu tür olayların yaşanmadığını da kimse söyleyemez.
Üstelik Medine’de İslamiyet’in ilk yıllarında yaşanan bir olay var ki, vahşeti anlatmak için kelimeler bile yetmiyor.
Berna Laçin muhtemelen bu olaya atıfta bulunmak isteyerek belki yanlış bir ifade kullanmıştır ama bu olayda kötü olan, bir Arap ülkesine döndürülmeye çalışılan ve adeta bir din devleti görünümü alan cumhuriyet Türkiye’sinde yaratılan yeni iklimden güç alanların her fırsatta bir “linç kampanyası” açmalarıdır.
Daha da kötüsü, iktidar zihniyeti bu linç kampanyalarını zihnen destekliği gibi devletin bütün gücünü de buna destek olması için görevlendirmesidir.
Berna Laçin’e yönelik linç kampanyası önümüzdeki günlerin getireceklerini görmemiz açısından ürkütücüdür.
Yargı Laçin olayında “yasa, hukuk, ifade özgürlüğü” kavramlarının üzerine çıkarak “Şikayet sayısının çokluğunu” esas almıştır ki bunun ileride yaratacağı hasarı bugünden görmemek olanaksızdır.

BUNU YAZMAK GEREK

680 yılındaki Medine’de yaşanan Harre olayı İslam tarihindeki kara bir lekedir


Hazreti Muhammed ve 4 Halife döneminden sonra Arap topraklarında Emevi hakimiyeti kurulmuştu.
Emeviler İslamiyet’i yayma görevini sert mizaçları, kan dökmeye merakları ile gerçekleştirmek istemişlerdi ve bu uğurda tarihe geçen pek çok kanlı olaya imza atmışlardı.
Türklerin Müslüman olmaları da Emevi halifelerinin bu acımasız yönetimleri döneminde olmuştu.
Sanatçı Berna Laçin’in tecavüzler konusunda Medine’yi örnek gösterirken muhtemelen hatırlatmak istediği Harre olayı idi.
680 yılındaki bu olay İslam tarihinde Kerbela olayından sonraki en büyük vahşet olarak anılır.
Medine’de yaşayan, peygamberin hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden Sahabeler ve öğrencileri, Emevi Yezid’in İslam’a aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan etmişlerdi.
Yezid bunun üzerine 12 bin kişilik bir orduyu Medine üzerine göndermişti.
Emevi vahşeti karşısında güçsüz kalan Sahabeler ve Medine halkı bu saldırıya direnememiş ve Medine işgal edilmişti.
Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalatmıştı.
Sahabeler öldürülürken neredeyse bütün genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilmiş yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilmişti.
Üç günlük yağma sonunda sağ kalanlardan “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanmıştı.
Emevilerin Medine yağmasında tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “Harre çocukları” denmişti.
Yezid 3 yıl sonra da ordusunu Mekke üzerine göndermiş ve kenti mancınıkla ateşe tutmuştu. Bu saldırı sırasında Kabe yanmış ve yıkılmıştı.

sozcu-banner-1