CANIMI SIKAN ŞEYLER

Derdi dinlemek yerine hemen “yasal işlem” başlatıyorlar


İstanbul’da dün “ergu­van renkli” otobüsler olarak da bilinen Özel Halk Oto­büsleri’nin bir bölümü kontak kapadı. Seferlere çıkmayan oto­büs sahipleri müşteriden aldıkları bedelin çok az bir kısmının ken­dilerine kaldığını ve artık yakıt parasını bile karşılamaz hale geldiklerini ileri sürüyorlar.
Bir halk otobüsü işletmenin maliyetini elbette bilmiyorum ama bu otobüslerin zarar etme olasılığının yüksek olduğunu da anlayabiliyorum.
Otobüs sahipleri “kontak kapama” eylemini Olimpiyat Stadı’nın orada trafik olmayan alanda gerçekleştirdiler.
Bu nedenle eylem İstanbul halkı tarafından şiddetli biçimde hissedilmedi. Sadece duraklarda yığılmalar oldu ama herkes zaten alışkın olduğu için bunun bir eylem sonucu olduğunu fark etmedi bile.
Bunun yerine seferler sırasında ve otobüslerde yolcular var­ken yapılmış olsa etkisi çok büyük olurdu.
Ancak AKP’li belediyeyi bu “sa­kin ve nahif” eylem bile öfke­den delirtmiş.
İETT yetkilileri halk otobüslerini işletenlerin dertlerini birkaç da­kikalığına dinlemek yerine ilk iş olarak “yasal işlem başlattık” açıklaması yaptılar.
Otobüsçüler zaten belli ki iktidarın hışmından korkarak çekingen bir eylem yapmışlar, oysa hiçbir eleştiriye tahammülü olmayan AKP’yi bunlar kesmi­yor bile.
Muhtemelen otobüsçülere tırnak kadar bir fark verilecektir. Kontak kapama eylemini yapan­ların çoğu da sürüm sürüm süründürülecektir.

Fotoğraf Twitter’dan alınmıştır. Fotoğraf Twitter’dan alınmıştır.


ANALİZ

Bu fotoğrafa iyi bakın, Türkiye gerçeği işte budur


Bu fotoğraf geçtiğimiz çarşamba günü çekildi. Enerji Bakanlığı’nın ilk kez düzenlediği “Türkiye’ye Enerji  Veren Kadınlar” ödül töreninde ödül alanlarla jüri üyelerini ve Enerji Bakanı’nı bir araya getiren bir fotoğraf bu.
Bakanlık sadece kadınlardan oluşan bir jürinin yaptığı değerlendirme sonunda Türkiye’nin enerjisini artıran 6 kadına ödül verdi. Yani Türkiye’ye bilimsel, kültürel katkı sağlayan kadınlar.
Ödül alan kadınların hepsinin yaptıkları bilimsel çalışmalar ve bunların Türkiye’ye olan katkıları var.
Fotoğrafa dikkatle bakınca çok ilginç bir nokta çok dikkatimi çekti.
Başı türbanlı sadece iki kadın var. Bunlardan biri AKP Genel Başkanı’nın eşi Emine Erdoğan diğeri de Aileden Sorumlu Bakan Fatma Betül Sayan Kaya. Bir de saçının gözüktüğü başörtü takan Karslı çevre gönüllüsü, yaptığı Fransızca konuşma ile de herkesin gönlünü fetheden Zümran Ömür fotoğrafta yer alıyor.
Fotoğraftaki tam 40 kadının ise başı açık.
Şunu söylemek istiyorum. Türban dini inanışı herkese göstermenin sembollerinden biri. Buna hiç sözüm yok. Ancak şurası bir gerçek ki dini kimliğini başkalarına baskı aracı olarak kullanmak isteyenler “bilim ve kültür” alanında “yaratıcılık ve vizyon sahibi” olmada kendilerine yer bulmuyorlar bulamıyorlar.
Çünkü inancı öne çıkaranlar asla bilimsel eğitime, pozitif bilimlere yönelmiyorlar. Böyle olunca da türbanlı bir bilim kadını çıkmıyor ortaya. Ülkeye de yararı olan bilimsel bir buluş yapabilen türbanlı da hiç yok. Sadece bizde değil, dünyada da bu böyle.
Enerji bakanı “kadınların elini sıkmaktan sakınacak” kadar inançlı biri olduğunu her fırsatta gösteriyor.
Onun başında bulunduğu bakanlık bile bırakın ödül alabilecek nitelikte bilimsel çalışma yapan türbanlı bir kadını bulmayı, onları seçecek jüriye girebilecek bir kadını bile bulamıyor.
Aslına bakarsanız türban çok belirgin bir unsur olduğu için kadınların bilim ve kültür alanındaki geri kalmışlıklarını gözle de görebiliyoruz. Erkeklerde de durum farklı değil. İnancını öne çıkararak kimlik savaşı veren bilim insanı bir erkek de gösteremeyiz.
Sonuçta aslında bu fotoğraf Türkiye’nin gerçeğidir. Nitelik ve niceliğin çarpıcı bir göstergesidir. Türkiye bütün örselemelere rağmen nitelikli, bilimle, sanatla, kültürle, girişimcilik ve yaratıcılıkla iç içe olanların sırtında yükselmekte ve yaşamaktadır.
Sayısal olarak az gibi görünse bile asıl güç buradadır ve tarih boyunca olduğu gibi yine böyle olacaktır.

BUNU YAZMAK GEREK

İslami güncelleme tuzağına düşülmemeli


Meczup diyerek aslında bir anlamda “suç ehliyeti yok” unvanı verilen bazı ilahiyatçıların akla zarar fetvalarına AKP Genel Başkanı Erdoğan karşı çıkınca ortalık karıştı biraz.
Çünkü Erdoğan çok hassas bir cümle sarf etti; “Bunların dünyadan haberi yok, İslam’ın güncellenmesi nedir bilmiyorlar” dedi.
Yaşamlarını “dini ve Kuran’ı yorumlamak” ile geçirenlerin hoşlanacağı bir cümle değil bu elbette. Nitekim dün saray sözcüsü İbrahim Kalın Twitter hesabından Erdoğan’ın sözlerini  “daha anlaşılır” kılmak için olsa gerek “EZMÂNIN TAGAYYÜRÜ İLE AHKÂMIN TAGAYYÜRÜ İNKÂR OLUNAMAZ. Bu Mecelle kuralına göre zamanın değişmesiyle içtihadı hükümler ve yorumlar değişir ve yenilenmeye ihtiyaç duyar. Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu hükümler ise sabittir. Kastedilen budur. Cumamız mübarek olsun” diye yazdı.
Erdoğan’ın bu çıkışı yandaş kesimi anında etkiledi elbette. Konuya daha önce girmeyenler aldıkları cesaretle “bu meczuplara” veryansın etmeye başladı. Acele edip “reise şirin gözükmek” için “meczupları” öven paylaşımlar yapanlar da panik halinde bunları sildiler.
Ancak gördüğüm kadarıyla Erdoğan’ın sözleri aslında laik kesimleri daha çok etkiledi. O kesimlerin sözcülüğünü yaptığını düşünen bazı yazarlar konuya balıklama atlayıp “helal olsun Erdoğan, budur işte” tadında yazılar yazdılar bile.
Oysa kimse kendini aldatmasın. Erdoğan’ın sözleri makul bir dini anlayışı sergilemek için söylenmemiştir bana göre. Kendi “İslam devleti ülküsü” yolunda yürüyen Erdoğan “bakın gericiliğe ben de karşıyım” diyerek merkezdeki, cumhuriyetçi, modern ve medeni kesimlerin de oyunu almayı amaçlamaktadır. Karşısına almış gibi göründüğü kesimler ise Erdoğan’a mahkum olduklarının bilincindeler ve oylarının da başka bir yere gitmesi olanak dışıdır.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Ahmet Kekeç’i ayıpladım


Star Gazetesi yazarlarından Ahmet Kekeç  iktidara yakın yazarlar içinde daha dikkatli okuduğum yazarlardan biri.
Özellikle hemen her gün ülke yönetiminde hiçbir önemi ve katkısı olmayan CHP’yi sanki iktidardaymış gibi hedef alarak müthiş muhalif yazılar yazmasını ilgiyle izliyorum.
Görüşlerimiz tamamen farklı olsa da Kekeç, CHP takıntısına rağmen kendi görüşünü de namusuyla savunan yazarlardan biri.
Ancak dün hakkındaki bütün iyi niyetimi yıkan bir yazı yazdı. Gerçekten çok şaşırdım.
Çünkü Kekeç dünkü yazısında Ayşenur Arslan’ı hedef almıştı.
Yazardır, elbette bir başka yazarı da hedef alarak eleştirebilir. Beni de eleştirdi zamanında. Yanlış bulsam bile okudum, hatta kısa bir cevap bile verdim.
Ama dünkü yazı eleştiri değil. Kekeç diyor ki “Bu kadının ayrıcalığı nedir?” Ayşenur Arslan televizyon programında aktif eylem önermiş. Ahmet Kekeç buna çok kızmış ama asıl öfkesi Arslan’a değil, savcılara ve RTÜK’e. Onlara çağrı yapıyor “görmüyor musunuz bu kadını, hakkında niçin soruşturma açmıyorsunuz?” diye soruyor.
İşte bu gazeteciliği asla anlamıyorum. Birbirimizi eleştirebiliriz ama “ihbar” mekanizmasını çalıştırmak ve üstelik iktidara yakınlığı kullanarak “neden bir şey yapmıyorsunuz?” diye hesap sormak gazetecilik değil tetikçiliktir ve tetikçilik Kekeç’e yakışmıyor.
Bunu yapanlar var, çoğunu tanıyorsunuz. Daha dün bir tanesi ekrandaki programında beni hedef göstererek “Bunu niye hâlâ içeri atmıyorsunuz?” diye sordu. Ama adı üstünde onlar “tetikçi” ne diyeyim ki?

ÖNERİ

Doğu Guta için İslam İşbirliği Teşkilatı’nı niye toplantıya çağırmıyoruz?


Günlerdir yandaş medyada bir “Doğu Guta” feryadı yükseliyor. Esad rejimi IŞİD militanlarının barındığı Doğu Guta adlı yerleşim bölgesine yönelik operasyonlar yapıyor bir süredir. Esad “Buradaki teröristler temizleninceye kadar operasyonlar sürecek” diyor.
AKP iktidarı ve yandaşları ise bunun bir teröre karşı operasyon olmadığını sivil halkın katledildiğini söylüyor.
Kim haklı kim haksız diye sormak bile istemiyorum.
Ama diyorum ki “Eğer Türkiye bu konuda çok hassassa, neden Kudüs olayında olduğu gibi İslam İşbirliği Teşkilatı’nı yine toplantıya çağırmıyor?”
Doğu Guta’da gerçekten bir insanlık dramı yaşanıyorsa İslam ülkelerinin de ayağa kalkması gerekmiyor mu? Çünkü sonuçta burada katliama uğrayanlar Müslümanlar ve konuya önce Müslümanların el koyması gerekiyor.
Ancak bizim yandaş medyamız İslam dünyasından tek satır bile söz etmeden “Birleşmiş Milletler uyuyor” manşetleri atıyor.
Ona da kabul, İslam ülkelerini toplantıya çağırmıyorsak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni niye harekete geçirmek için başvuru yapmıyoruz ki?