ANALİZ

Tam tekrar Amerikancı olmuşlardı ki


Afrin’e neden operasyon düzenledik?
Asıl amaç Amerika’ya gözdağı vermekti. Yoksa Afrin söylendiği kadar stratejik değil terör açısından. Türkiye böyle bir operasyona kalkışmadan da oradan gelecek terörist faaliyetleri önleyecek güçte.
Ancak doğuya doğru gidince iş değişiyor.
Çünkü burada Amerikan destekli bir PKK-PYD yapılanması var. Bizim için asıl tehdit ve tehlike burada.
Nitekim aylardır Amerika’ya yönelik uyarılar yapıldı. Amerika’nın PKK’ya verdiği desteğin kesilmesi istendi.
Ama Amerika pek tınmayınca “Kim olursa olsun vuracağımızı” açıkladık.
Özellikle AKP Genel Başkanı Amerika’ya yönelik çok ağır sözler söyledi. “Ey Amerika” dedi “10 bin kilometre öteden gelip burada ne arıyorsun?” diye sordu.
Erdoğan’ın mantığına göre Amerika’nın Suriye ile komşuluğu olmadığına göre burada bir işi de yok.
Derken Amerika Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye’ye geldi. AKP Genel Başkanı’yla 3.5 saat gizli bir toplantı yaptı.
Bu toplantı sonunda Türkiye ile Amerika arasında Suriye topraklarının geleceği konusunda heyetler oluşturulmasına bir dizi toplantı yapılmasına ve karar verildi.
Bu toplantılardan ilki Amerika’da gerçekleşti. Dışişleri çok sevinçliydi, çünkü Amerika’dan “çok güzel” haberler almışlardı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu sevinç içinde zafer kazanmış bir edayla Amerika ile varılan anlaşmayı şöyle açıkladı; “YPG’nin olduğu bölgeler nasıl istikrara kavuşturulur, kimin yöneteceğini nasıl sağlayabiliriz. Temel prensip nüfus oranında yönetim olması. YPG hiçbir şekilde olmayacak. Menbiç’ten YPG çekilince orada ABD ve Türk askerleri olacak. YPG’nin çekilmesine nezaret edeceğiz. Buranın güvenliğini kim sağlayacak? ABD ve Türkiye. Önce bu modeli Menbiç’te uygulayacağız daha sonra diğer yerlere götüreceğiz. Bu Rakka için de Fırat’ın doğusunda YPG’nin kontrolündeki yerler için de geçerli.”
Yani ne oldu şimdi?
Hani Amerika’nın bölgede ne işi vardı?
Hani bu bölgede ne yapacağımızı Amerika’ya soracak halimiz yoktu?
Ne oldu da birden “Yaşasın Amerika ile bölgeyi birlikte kontrol edeceğiz” aşamasına geliverdik?
Aslına bakarsınız bu iktidar bunu ilk kez yapmıyor.
Kamuoyunun önünde sanki Amerika’ya hep kafa tutuyor gibi davranıyor ama kapalı kapılar ardından “Aman siz bana bakmayın” diyor.
Bu olayda da aynen bu oldu. “Amerika defolup gidecek” diyenler şimdi Amerika’nın nezdinde PKK’nın yerini almamızın gururunu paylaşıyor milletle.
Ne yazık ki millet de bunu yemeye pek müsait.
Tabii bu ani Amerikancılık Tillerson’un görevinden atılmasıyla biraz ertelenebilir.
Ancak gelen gidenden çok daha şahin olduğu için hiç kuşkunuz olmasın ki bu yönetime uyum sağlamada çok daha hızlı ve tavizkar olacaklardır.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Bu CHP kafayı mı yedi Allah aşkına


Meclis kürsüsündeki CHP milletvekili bir anda parti kimliğini ve karakterini bir kenara bırakıp AKP’ye entegre olan MHP’yi eleştirmek için AKP Genel Başkanı’nın daha önce söylediği bazı sözleri tekrarlıyor.
Siyasette çok kullanılan bir üsluptur bu. Herkes söyleyeceğini bilmelidir. Bugün söyledikleriniz yarın karşınıza çıkabilir çünkü.
Ancak bu sözlere MHP’lilerden önce AKP’li Meclis Başkanvekili öfkeleniyor ve CHP milletvekilinin konuşmasını engelliyor.
Bu sırada MHP’liler kürsüye yürüyor. Kürsüdeki milletvekili tek kelime kötü söz etmeden “Ama” diyor “Siz zamanında buna cevap vermiştiniz.” Kimse dinlemiyor.
Araya girenler milletvekilinin dövülmesini engelliyor. Ama MHP’li milletvekilleri ve danışmanları kuliste pusuya yatıyor. CHP’li milletvekili burada tartaklanıyor. Ardından da Meclis’e üç oturum girmeme cezası yiyor. 12 bin lira da para cezası. Böylelikle dövüldüğü için ceza alan ilk milletvekili unvanına kavuşuyor.
Sonra CHP Grup Başkanvekili Meclis’e dönüyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye söylediği hakaret dolu cümleler için MHP Genel Başkanı’ndan özür diliyor.
MHP Genel Başkanı’nın hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamasını diline dolayarak “zürriyet” üzerinden siyaset yapan ve hakaret eden kişi AKP Genel Başkanı. Bunun için mecliste özür dileyen ise CHP.
Bu işte bir gariplik yok mu? CHP bugünlerde pek şaşkın gibi sanki amiyane tabirle kafayı yemiş gibiler.

Bİ SORALIM BAKALIM

Mühürsüz oy pusulası geçerli olacaksa...


İktidar partisinin MHP ile birlikte olağanüstü bir gayret göstererek 20 saat içinde Meclis’ten geçirdiği yeni ittifak ve seçim yasasının ilginç maddeleri var.
Örneğin bir maddede diyor ki “Oy pusulası ve zarflarda Yüksek Seçim Kurulu mühürü olmasa da oylar geçerli sayılacaktır.”
Çok güzel de, madem mühürsüzler de geçerli sayılacak o halde pusula ve zarflara neden mühür basılıyor ki. Madem filigran yeterli ne diye devletin memurlarını yorup da her pusulaya mühür vurduruyorlar acaba?
Herhalde bu kanun maddesi dünya hukuk literatürüne “mantıksız kanun” sıfatıyla geçer. Çünkü bu “müthiş” yasa maddesi diyor ki “Seçimlerde kullanılacak oy pusulaları mühürlü olacaktır. Ama mühürsüz de olsa olur.” Bu madde hukuk tarihine geçmez mi?
Aslında bana göre bu madde aynı zamanda bir suçun da itirafı ve örtbas edilmesi niteliğinde.
Son referandumda tüm oylar sayılmaya başlanacağı sırada YSK “mühürsüz oylar geçerli” açıklaması yapmıştı. Böylelikle YSK en üst yargı organı olmanın da ötesinde kendisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yerine koyarak kanun çıkarma yetkisini de “hukuksuz biçimde” üstlenmişti.
Şimdi bu madde ile daha önce işlenmiş olan bir suç olmaktan çıkarılmış gibi oluyor. Yine her ne hikmetse YSK’ya kimin nerede oy kullanacağını keyfi olarak belirleme yetkisi veriliyor. Yeni yasaya göre bir köyde oturanların bir bölümü başka bir köyde oy kullanmaya gönderilebilecek.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İstiklal Marşı değişebilir


Sadece ülke yönetiminde değil aslında her konuda “tek adam” olan AKP Genel Başkanı Erdoğan şimdi de İstiklal Marşı’na dikkat çekti. Öyle bir cümle söyledi ki insanın aklına ister istemez “Yakında İstiklal Marşı’nın bestesi de değişecek mi?” sorusu takılıyor.
Çünkü Erdoğan dün aynen şunları söyledi; “İstiklal Marşı’mızın anlamını ancak dilimizle birlikte kalbimizle birlikte okuduğumuzda anlayabiliyoruz. En büyük üzüntüm marşı yüreklere nakşedecek bir bestenin bulunamamış olmasıdır. Burada da bestekarlara görev düşüyor. Güfte var, istenilen beste yok. Temenni ederiz ki o da çıkar.”
AKP’nin bunu emir olarak kabul etmesi kimseyi şaşırtmasın. AKP’ye yalakalık olsun diye elinde nota kağıtları “İstiklal Marşı’mıza yeni beste yaptım” diyen bestekarların türemesi de an meselesidir.
Erdoğan sadece İstiklal Marşı konusunda değil doğru dürüst marş bestelenmesi için de çağrı yaptı bestekarlara. Şöyle dedi; “Şu anda Fırat Kalkanı, Afrin, biz bununla ilgili bir İstiklal Marşı gibi demeyeyim ama bir Mehter Marşı gibi marşı da yazamazlar mı? Bunu hazırlasınlar. Evde torunum bile Mehter Marşı ile yürüyor. Askerlerimizi de Mehter Marşı ile yürütür gibi yeni marşlarla yürütelim. 15 Temmuz için de marş yazılabilmeli. Şiirlerini yüreğiyle de yazan şairlerimize çok önemli görevler düşüyor.”
Buna ne söylenir bilemiyorum. Ama bildiğim şu ki Erdoğan’ın torunu evde Mehter Marşı ile yürüyor olabilir buna karşı Türk Ordusu Mehter Marşı ile yürümüyor. Tabii Genelkurmay Erdoğan’ın bu sözlerini emir kabul ederek yakında askerimizin Mehter ile yürümesine karar verirse onu bilemem.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Rezalet içinde başka bir rezalet var


İstanbul’da bir trafik polisi “yasadışı” olarak “çakar” kullanan bir aracı durduruyor. Aracın içinden İstanbul Milli Eğitim Müdürü çıkıyor. Bu müdür “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye polise dikleniyor. Polis ezilmiyor, direniyor ve ceza kesiyor. Ancak hemen anında İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından açığa alınıyor.
Olayın başlangıcı bu.
Ardından bu polis memuru kendisini açığa alan müdür hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
Bunun üzerine İstanbul Emniyeti bir açıklama yaparak polis memurunu suçluyor.
Ama o suçlamada, daha doğrusu böylesine bir rezaletin içinden bir başka rezaletin çıktığını da itiraf ediyor.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü açıklamasında aynen şu söyleniyor;  “Olayın 28.02.2018 günü İlimiz Fatih İlçesi Avrasya Tüneli Avrupa Yakası girişindeki kontrol noktasında meydana geldiği, görevlilerimiz tarafından ‘Usulsüz Çakar Kullanımı’ nedeniyle durdurulan bir aracın makul sürede gerekli cezai işlemin uygulanıp 7 gün içerisinde çakarlarını söktürmesi tebliğ edilerek gönderilmesi gerekirken, işlem yapılmadan 50 dakika bekletildiği, ilgili başpolis memuruna telsiz ve telefon vasıtasıyla ulaşılamaması üzerine sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı’nın kontrol noktasına gelerek durdurulan araca cezai işlemi uygulatıp gerekli tebligatı yaptırdıktan sonra uygulama noktasından gönderdiği belirlenmiştir.”
Rezaleti görüyor musunuz. Demek ki İstanbul Emniyet Müdürü o polis memurunun İl Milli Eğitim Müdürü’nün aracını durdurduğunu biliyor. Bunu nasıl bilebilir? Çünkü Milli Eğitim Müdürü polis müdürlerini arayarak onları azarlıyor. Emniyet müdürü o kişiyi hemen serbest bırakması için polisi telefonla da arıyor. Polis telefonları açmayınca bir emniyet müdürü derhal olay yerine gidiyor ve müdahaleyi bizzat yapıyor.
Sonra da kamuoyuna “O polis vatandaşa kötü davrandı” diye şikayet ediyor.
Parti devleti işte böyle bir şey.