ANALİZ

UYAP’la çalışan SEÇSİS’e güvenilemez


Başlıktaki “UYAP” ve “SEÇSİS” muhtemelen duyarlı tüm okurlar tarafından biliniyordur. Ama aralarındaki bağlantı bilinmiyor olabilir.
Bu nedenle biraz baştan alarak yazacağım.
Bu köşeden dün yaptığım “başkanlık seçiminde katılımı yüzde 50’nin altına düşürme” önerisi çok ciddi bir ilgi gördü. Yazıyı yazmadan güvendiğim kişilerle yaptığım konuşmalarda olduğu gibi kamuoyunda da benzer tepkiler aldım.
“Başkanlık seçimini kesinlikle boykot edelim” diyenler olduğu gibi “Erdoğan’a başkanlığı hediye mi etmek istiyorsun” diyenler de “Fikir iyi ama bu halk bu tür bir eylemi yapmaz” diyenler de oldu.
Bu fikir hiçbir işe yaramasa bile muhalefet içinde tartışmaya ve biraz olsun harekete geçmeye katkı sağlayabilir. Ben ona bakıyorum.
Tekrar döneyim bu yazımın başlığına.
AKP Genel Başkanı Erdoğan 11 Ocak’ta sarayda topladığı Adalet Şurası’nda konuşurken şöyle bir cümle sarfetti; “Bir şeyi gerçekleştiremedik. UYAP gibi önemli teknolojiyi maalesef, bu bir özeleştiridir, FETÖ’cülere kaptırdık. Orayı o kendi sinsi emelleri için acımasız kullandılar. Oradan da en büyük zulmü biz gördük.”
Kısa adı UYAP olan Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi, yargı birimlerinin ve Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nın merkez birimlerinin iş süreçlerini hızlandıran, güvenilirliğini artıran ve kurumu kağıtsız ortama taşıyan bir bilgi sistemidir. Bu sisteme girerek Türkiye’nin her yerindeki davaları izleyebilirsiniz.
Erdoğan’ın sözleri o gün doğal olarak cemaatçilerin yargı üzerindeki oyunlarına yönelik bir yakınma olarak algılandı. Erdoğan bu sözleriyle cemaatçilerin birçok yargı kararına müdahale ettiklerini, pek çok kişiyi muhtemelen haksız biçimde mahkum ve mağdur ettiklerini ima ediyordu.
Cemaati bilince bu sözler hiç de şaşırtıcı değildi elbette.
Ancak söz konusu UYAP olunca konu sadece yargının hızlı işlemesiyle ilgili değil ki. Orada bir de SEÇSİS var.
Seçimle ilgili her türlü bilginin güvenli bir şekilde saklandığı bilgi sistemine SEÇSİS adı veriliyor. SEÇSİS sistemi, seçim sonuçlarının ilçelerden güvenli ve hızlı bir şekilde merkeze aktaran, internet üzerinden kolayca izlenebilen bir yapı.
Şimdi önemli konu şu; SEÇSİS, UYAP veritabanı üzerinden kullanılıyor. Yanisi şu ki “Eğer cemaatçiler UYAP’ı ele geçirmişse SEÇSİS üzerinde de egemendiler.”
O halde 2007 seçiminden bu yana kamuoyunda yayılmış olan “Seçimlere bilgisayar hilesi karıştırdılar” iddialarının gerçeklik payının yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın sözlerinden FETÖ ile mücadele sayesinde UYAP’ın da tekrar ele geçirildiği anlaşılıyor. Bu durumda cemaatçilerin UYAP üzerinden SEÇSİS’i kontrol ederek yapabildikleri seçim hileleri şimdi sistemi kontrol edenler tarafından yapılıyor olabilir.
Türkiye tarihinin en önemli seçimine işte böyle bir kuşku ile gidecektir. Dışarıdan müdahaleye çok açık olan ve ele geçirenin dilediği gibi kullanabildiği ülkeyi yöneten en tepedeki isim tarafından itiraf edildiği bir ortamda “herkesin oy vereceği bir aday” bulmak ve bununla bir seçime girerek kazanmayı düşünmek ne kadar mantıklıdır acaba?
Demek ki “katılım oranını yüzde 50’nin altına düşürelim” önerisi daha ayrıntılı biçimde tartışılmalıdır.

KOMİK

Celal Hocam bu iş biraz bisikletçi fıkrası gibi olmuş


Profesör Celal Şengör  geçen hafta dünyanın bilinen ilk atlasının yeniden basımının tanıtımını yaparken Fatih Sultan Mehmet’i bilime ve coğrafyaya olan ilgisi nedeniyle övdü daha sonra başına iç açan şu cümleyi sarf etmişti;  “Coğrafi kitaplara olan merakı müthiş. Coğrafya hastası bir sürü şeyi topluyor. Ben onu diyorum; Piri Reis’in hayatındaki en büyük talihsizliği Kanuni Sultan Süleyman gibi bir salağın zamanında doğmuş olmasıdır. Fatih zamanında Piri Reis olaydı inanır mısınız bugün bizim sömürge imparatorluğumuz vardı. Çok samimi söylüyorum bugün biz Amerika’ya falan gitmiştik.”
Şengör’ün bu konuşması medyaya “Prof Şengör’den Kanuni için salak benzetmesi” başlıklarıyla yansımıştı.
Celal Şengör bunun üzerine bir özür ve düzeltme yazısı yazdı. Hiçbir tarihi şahsiyete hakaret etmeyeceğini belirten Şengör kendini şu cümlelerle savundu; “Muhterem okuyucularım... Bu hafta size Cuvier’yi anlatacaktım. Ancak geçen çarşamba Ptolemaios (İslam bilim çevrelerinde Batlamyus) Atlası’nın tanıtımı toplantısının Türk basınına yansıması için Fatih Altaylı’yla yaptığımız küçük bir deney beklediğimizden de fena bir sonuç verince size bu atlası tanıtmak görevi gene bizlere düştü.
Ben hiçbir tarihi şahsiyete hakaretamiz laf söylemeyecek kadar akıl sahibiyim. Kanuni benim beğenmediğim, devletimizin çöküşünün temellerini atmış bir padişahtır. Bunda tereddüdüm yok. Ama ‘salak’ kelimesini bilhassa seçerek Türk basınının bunu haber yapıp Ptolemaios Atlası’ndan da bahsetmesini temin etmek istemiştim.”
Kanuni ile ilgili ifadelerini deney için kullandığını söyleyen Şengör daha sonra medyaya yönelik bomba sözler geldi. Şengör “Gazetecilerimiz ise düşük kültür seviyeleri nedeniyle sadece bu kelimeyi haber yaparak o muazzam atlası ve onu kurtaran Fatih Sultan Mehmed’i es geçtiler. Bu deneyle milletimizin bazı üyelerini ne yazık ki üzmek zorunda kaldık, kendilerinden özür dilerim. Ancak gazete ve gazetecilerinin seviyesini de bu sayede bir kez daha gördüler” diye yazdı.
Prof. Dr. Şengör’ün bu savunması kamuoyu tarafından yeterli görülür görülmez bilemem ama bu savunma biçimi bana ünlü fıkrayı hatırlattı;
Hitler ve Mussolini barın birinde oturmuş kafaları çekiyorlar bir yandan da hararetli bir şekilde tartışıyorlar. Barın diğer köşesinde oturan bir adam “Ne konuşuyor bunlar acaba böyle?” diyerek yanlarına geliyor, “Afedersiniz ama ben meraklandım nedir böyle hararetli tartıştığınız konu öğrenebilir miyim?” diye soruyor.
Hitler; “Çıkacak olan 3.Dünya Savaşı’nda kaç Yahudi ölecek onu konuşuyorduk” diye cevap veriyor.
Adam iyice meraklanıyor, “Eeee kaç Yahudi ölecek?”
Hitler son derece sakin biçimde “10 milyon Yahudi ve bir bisiklet tamircisi ölecek” cevabını verince  adam afallıyor “Nee bir bisiklet tamircisi mi?” diye  soruyor.
Bunun üzerine Hitler Mussolini’ye dönerek; “Ben sana 10 milyon Yahudiyi kimse takmaz dememiş miydim” diyor.
Şengör’ün Kanuni için “salak” demesi biraz böyle olmuş. Medyanın çok eğitimli ve bilgili olduğunu savunmasam bile Kanuni için kullanılan “salak” kelimesi ister istemez fıkradaki “bisiklet tamircisi” efekti yaratacaktır. Bu açıdan bakınca Celal Hoca’nın savunması bana pek gerçekçi görünmedi. Biraz çaresizliğin agresifliği var sanki.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Başına adam bulamıyorlar ama büyük fayda bekliyorlar


Erdoğan “Varlık Fonu” kurdu bir 2016’nın kasım ayında biliyorsunuz. Bunun içine de Türkiye’nin en değerli kuruluşlarını koydu. Ziraat Bankası burada örneğin. Amaç buradaki varlıkları göstererek Türkiye’ye daha fazla yatırımcı ve para çekmek. Bu fonun başına Mehmet Bostan getirildi.
Bostan 8 Eylül 2017’de ise görevinden alındı ve yerine Borsa İstanbul Başkanı Himmet Karadağ vekaleten atandı. Karadağ bugüne kadar fona asaleten başkan yapılmadı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan son Afrika gezisi sırasında gazetecilere Varlık Fonu ile ilgili bazı açıklamalar yaparak “Varlık Fonu şu anda vekaleten yürüyor. Bu vekaleti asalete çevirme yönünde başbakanımızın bir çalışması var. Kendileri bir çalışma yapıp Varlık Fonu’nun başına güçlü, inandığımız, piyasaların da hakikaten takdir edeceği bir ismi bulalım diye bir gayretin içindeler” dedi.
Cümleyi aslında anlamak mümkün değil. Vekaleten fonu yöneten kişi mi asaleten atanacak yoksa buraya başka biri mi atanacak? Ancak her iki durum da tuhaf. Bu kadar önemli bir kurum aylardır vekaleten yönetilirse dünya finans çevreleri güvenip de Türkiye’ye gelir mi? Ayrıca hâlâ “piyasaların takdir edeceği güçlü bir isim” bulunamıyorsa Varlık Fonu kurulmasına nasıl cesaret edildi? Ekonomi saraydan yönetilince böyle oluyordur belki.

Bİ SORALIM BAKALIM

Şehit sayımızı neden “civarında” diye açıklıyoruz?


Afrin operasyonu başladığı günden bu yana Genelkurmay her gün rutin açıklamalar yaparak kaç teröristin öldürüldüğünü kamuoyu ile paylaşıyor.  Genelkurmay’ın yaptığı son açıklamaya göre operasyon sırasında 2 bin 668 terörist öldürüldü.
Öldürülen terörist sayısını açıklama alışkanlığını AKP Genel Başkanı başlatmıştı biliyorsunuz. Diyarbakır Sur’daki operasyonlar sırasında her gün “3 şehit verdik ama misliyle terörist öldürdük” açıklamaları yapıyordu. Bu şimdi Afrin için de geçerli hale geldi.
Ancak Erdoğan’ın Afrika gezisi sırasında yaptığı bir konuşma çok dikkatimi çekti ve şaşırdım.
Çünkü Erdoğan Afrin operasyonunda öldürülen teröristler için o günün rakamlarını vererek “2 bin 348 terörist ölürdük” dedikten sonra ekledi “Bizim de 120 civarında şehidimiz var.”
Öldürülen 2 binin üzerindeki teröristi “net sayı vererek” söyleyebiliyoruz ama kendi şahitlerimizi sayamıyor muyuz da “120 civarında” diyoruz. Demek ki ölü teröristleri saymak daha kolay. Kendi canlarımızın sayısını ise tam bilemiyoruz, öyle mi yani?

ŞAŞIRDIM

Herkes yalancı biz doğrucu Davut’uz


Türkiye’nin dış politikası herhalde hiç bugünkü kadar dip noktayı görmemiştir. Geçmişte çok sıkıntılı dönemlerimiz oldu. Kıbrıs’ta “gerçek anlamda” bir savaşa bile girdik. Amerikan donanmasının üzerinden geçip Kıbrıs’a çıktık. Ambargolara uğradık. Buna rağmen dış itibarımız ve ciddiyetimiz hiç bu kadar aşağı düşmemişti. Kimse kızmasın darılmasın, şu anda Türkiye’yi kimsenin ciddiye almadığını söylemek durumundayım. Elbette bulunduğumuz coğrafya nedeniyle bütün ülkeler Türkiye’yi dikkate almak zorunda. Ama bunun bir de ciddiyeti vardır. İşte o yok. Basit bir örnek vermek istiyorum. Son üç gün içinde Dışişleri Bakanlığı üç büyük ülkeye yönelik “yalancı” suçlaması yaptı. Önce Amerika’ya yalancı dedik. Çünkü Amerikalılar “Türkiye ile Afrin konusunda diplomatik görüşmeler yapıyoruz” açıklaması yaptı. Dışişleri “Amerika yalan söylüyor, böyle bir görüşme asla yapılmamaktadır” dedi. Sonra Fransa Başkanı Macron “Erdoğan’la Afrin konusunda konuştuk” dedi. Dışişleri “Fransa Başkanı yalan söylüyor, böyle bir şey yok” açıklamasında bulundu. En son Rusya Devlet Başkanı Putin “Guta’dan sivilleri Erdoğan’ın katkısıyla çıkardık” diye konuştu. Dışişleri “Putin yalan söylüyor” dedi. Putin Suriye’deki ateşkesi bozmasına bahane olarak bunu söylemekle suçlandı. Bunların hepsi son bir haftada yaşandı. Hepsinde de muhataplarımıza “yalancı” dedik. Ama dikkat ediyor musunuz, bu ülkelerden tek satır açıklama yok. Yalancılıkla suçlanmak çok ağır durumdur. Nedense bu üç ülke de Türkiye’nin ağır hakaretlerine ses çıkarmıyor bile. Herhalde “süper gücümüzden” korkuyor değiller. Ciddiye almıyorlar, bize itibar etmiyorlar. Geldiğimiz nokta ne yazık ki budur.