ANALİZ

Yüce Türk yargısının Amerika ile imtihanı


Artık zaman daralıyor.
Amerika ile yapılan “papaz didişmesinin” sonucunu kısa bir süre sonra göreceğiz.
Papaz uçağa atladığı gibi Amerika’ya gidecek mi yoksa bırakın ev hapsini cezaevini mi boylayacak?
Rahip Brunson bir süredir ev hapsinde.
Ancak Amerika üstelik en tepeden, bizzat Beyaz  Saray’dan bastırıyor.
Erdoğan iktidarı papazı vermeyeceğini söylemiyor, demokratik bir ülke olduğumuzu kararı bağımsız yargının vereceğini ileri sürüyor.
Bu elbette Amerika tarafından pek ciddiye alınmıyor çünkü bizzat Erdoğan Amerika’ya “ver papazı al papazı” demedi mi daha kısa bir süre önce?
Bu durumda demokratik bir ülkenin hangi temsilcisi “bağımsız yargı” söylemine inanır ki?
Geçelim.
Sona geliyoruz.
Önümüzdeki cuma günü rahip Brunson yine hâkim önüne çıkacak.
Bu duruşmada avukatlar yine kısıtlamaların kaldırılmasını ve gerçek anlamda tahliye verilmesini talep edecekler.
Ama belki o güne kadar bile kalmayacak.
Çünkü avukatlar geçen hafta içinde Anayasa Mahkemesi’ne de başvurarak evde hapis durumunun hak ihlali olduğunu ve kısıtlamaların kaldırılması gerektiğini belirttiler.
Bakarsınız Anayasa Mahkemesi yerel mahkemeyi sıkıntıdan kurtarmak için “tahliye” kararı verebilir.
Bütün bunlar hepimizin gözü önünde oluyor.
Bağımsız denilen yargımız Amerika ile imtihanda şu sıralar.
Yine hepimiz göreceğiz.
Bakalım yargı gerçekten bağımsız mı yoksa Amerika’nın taleplerine boyun mu eğilecek?
Yandaş kalemlerin son günlerde yazdıklarına baktığımda bağımsızlığın havada kalacağı tahminim daha ağır basıyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Damadı bırakın Bahçeli ne diyecek şimdi?


Damat Berat McKinsey anlaşmasına karşı çıkanlar için “Bunlar ya cahil ya da hain” demişti.
Yandaş yalaka medya da McKinsey güzellemeleri yaparak damada destek çıkmışlardı.
Dün sorduğum gibi benim aklıma Erdoğan’ın neden konuşmadığı geliyordu.
Öyle ya çok çok önemli bir konuda herkes konuşuyor bir tek Erdoğan’dan ses yok.
Bahçeli bile “ekonomiden” pek de anlamadığı halde McKinsey için “fevkalade güzel şeyler” söylemişti.
Bahçeli aynen şunları belirtmişti;
“Yeni Ekonomi Programı bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için danışmanlığa ihtiyaç duyulması, bu hususta siyasi tercih ve takdir hakkının 60’tan fazla ülkede ofisi bulunan uluslararası bir kuruluştan yana kullanılması kendi içinde tutarlıdır.
McKinsey IMF değil, Düyunu Umumiye hiç değil. Sorsanız ne IMF’den anlarlar, ne de Düyunu Umumiye’yi bilirler. Cehalet varsa ihanet tetiktedir, buna da kafaları basmaz.

BUNU YAZMAK GEREK

Türkiye’de yapılınca Türk Malı olmuyor


Bir zamanlar alay ettikleri “Yerli malı kullan” sloganı son günlerin en “dayatmacı” kuralı haline geldi.
İktidarımız “yerli ve milli” duruş sergilediğini göstermek için herkesi “yerli malı kullanmaya” teşvik ediyor.
Hatta dediğim gibi bu teşviki de geçti bir tür dayatma haline bile geldi.
Ticaret Bakanlığı “Yerli Üretim” diye saçma sapan bir logo hazırlayıp dağıttı.
Satıcılar ürünlerin üzerine eğer “yerli malı” ise bu logoyu koyacak.
Koymaya da başladılar zaten.
Öncelikle şunu söyleyeyim logo için seçilen kenetlenmiş eller, 1950’li yılların Amerikan yardımı logosu ile aynı.
Amerika tarafından yönetildiğimizin bir kanıtı bu aslında.
Ama asıl kafama takılan nokta başka; “Yerli üretim hangisi?”
Örneğin Amerikan malı renkli bir içecek sırf burada fabrikası var diye “Yerli üretim” mi oluyor?
Amerikan ya da Japon otomobilinin fabrikası Türkiye’de ise bu da “yerli üretime” girer mi?
Bankaların hizmeti de yerli üretim sayılacaksa üç kamu bankası ile İş Bankası dışındaki bankaların da boykot edilmesini teşvik anlamına gelmez mi bu kampanya?
Aldığımız tüm beyaz ve kahverengi eşyalar, elektronik cihazlar, fabrikaları Türkiye’de olsa bile aslında yabancı üretim değil mi?
Türkiye’de yaşamak ve iktidarın önerilerine uymak ne kadar zor.

ÇOK GÜLDÜM

HAFTAYA GÜLÜMSEYEREK BAŞLAYALIM


Pazartesiler sorunlu günlerdir. İki günlük tatilden sonra pek çekilmez. Ama haftaya gülerek başlarsak bakarsınız öyle gider.
İşte pazartesi gülümsemesi;
İşten eve dönerken trafik kazası geçiren koca, karısını telefonla arayıp durumu anlatır: “Canım, eve dönerken kaza geçirdim, Tülay beni hastaneye götürdü. Hastane acilinde bir sürü testler yapıldı, durumum pek iyi değilmiş, yüzümde birkaç kırık var ve daha kötüsü doktorlar sağ bacağımı kesmek zorunda olduklarını söylediler.”
Adamın karısı heyecanla ilk soruyu sorar; “Tülay kim?”

YENİ ÖĞRENDİM

MCKINSEY'DE BİTMİŞ BİR ŞEY YOK


Eski siyasetçi bir dostum aradı.
AKP ile de bir ara çok haşır neşir olan bu dostum “Erdoğan’ın açıklamalarından sonra herkes McKinsey ile ilişkinin bittiğini düşünüyor ama bu yanlış” dedi.
Aslına bakarsanız ben de aynen böyle düşünüyorum.
Uluslararası hukuk ve ekonomi bilgisine güvendiğim için dostuma “Neye dayanarak böyle söylüyorsun?” diye sordum.
“Basit” diye anlatmaya başladı “Önemli olan McKinsey ya da bir başka şirket değil, önemli olan dünyaya güven verebilmek” diye sürdürdü.
Anlattığı özetle şu; “Ekonomi dibe vurdu. Borç ödemede büyük sıkıntı olduğu için borçlanmada da çok zorlanıyoruz. Erdoğan’ın Amerikalı trilyonerler konuşması, damadın kapı kapı gezmesi hiç kimsede güven yaratmaz. Ülkeler ve dev şirketler güvendikleri kuruluşlara bakarlar. Bunlardan biri IMF’dir. Kredi derecelendirme kuruluşlarıdır. McKinsey anlaşması ile kredi derecelendirme kuruluşlarına güven tazelenmek isteniyor. Bir tür IMF programı ile ayağa kalkmaya çalışıyorlar.”
Dostuma bu durumda güveni nasıl sağlayacağımızı sordum.
“Şimdiden sonra daha da zor.  Bu ilişkilerin açığa çıkması siyasal İslamcı kesimde tepki gördü” diye başladı ve devam etti;  “Erdoğan korkuya kapıldı. Damadı harcama pahasına geri adım atmış gibi görünüyor. Şuna inanıyorum ki, bu şirketle ilişki gizli yürütülecek, tabii başka bir şirket de olabilir. Ama Türkiye’nin düze çıkması Erdoğan’ın dediği gibi kendi kendimize yettiğimizi sanmakla olmayacaktır.”