Başlıktaki soruyu aklıma getiren, Antalya’da, 8. Resort Turizmi Kongresi’nde yapılan konuşmalar oldu.
Türkiye turizmini anlatan neredeyse her konuşmacı, kıyas için İspanya’yı örnek veriyordu.
İş nedeniyle bir çok şehrine gittiğim, uzun uzun kaldığım bir ülke İspanya.
Bu yüzden konuşmacılar her “İspanya” dediğinde ben gayri ihtiyari oturduğum yerden İspanya ile Türkiye’yi karşılaştırıyordum.
Aklıma Madrid’de 1816’dan beri, sanat galerisi olarak kapılarını açık tutan Prado Müzesi geliyordu mesela.
Sonra Türkiye’deki karşılığını bulmaya çalışıyordum.
O müzedeki Goya’nın ünlü “3 Mayıs 1808” tablosuna eşdeğer bir resim var mı Türkiye’deki müzelerde?
Peki ya Madrid’de Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin duvarındaki, Picasso’nun ünlü Guernica’sına hangi tablo denk gelirdi ülkemizde?
Gidip yerinde görenler, Madrid’e gidecek dostlarına tereddütsüz o iki müzeyi önerir.
Peki, İstanbul’a gelmeye hazırlanan bir turiste, önceden İstanbul’u görmüş kaç arkadaşı, “Milli Saraylar Resim Müzesi’ne git. Ayvazovski’nin ‘Fırtınalı Denizde Kaza’ tablosunu mutlaka gör” diyor?
Müzenin adı bile zor.
Dalıp gittiğim bu iç sohbetten “bizim de Antalya’mız” var diyerek kurtuluyorum.
Ancak bu kez de Antalya’yı Barcelona ile karşılaştırmaya başlıyorum.
İlk aklıma gelen Barcelona’da attığım adım sayısı oluyor.
Ne zaman gitsem, arka mahallelerin sokaklarında dolaşmaktan helak oluyor, günde en az 25 bin adım atıyorum. Gaudi’nin eserlerini tekrar tekrar ziyaret etmeye doyamıyorum.
Oysa Antalya’ya ne zaman tatile gelsem, milyonlarca yabancı turist gibi havaalanından bir otobüsüne binip eriştiğim “her şey dahil otel”e kapanıyorum.
İtiraf edin, öyle bir otelde tatil yapıp, kaç kez Antalya kent merkezine girmeden, Kale İçi’ni, çevredeki muhteşem şelaleleri, mağaraları, antik kentleri görmeden evinize döndünüz?
Barcelona’ya tatile gidip de tapas ya da paela yiyip, sangria içmeden dönen kaç kişi var aranızda? Peki turistlerin bir birlerine “yemeden dönme” diye önereceği Antalya ile sembolleşmiş bir yemek, bir içecek var mı?
Bunları uzatmak mümkün.
Kim bilir sizin aklınıza daha neler gelmiştir.

★★★

Peki ne eksik de bunlardan mahrumuz?
Tarih mi? Coğrafya mı? Kültürel birikim mi?
Hiçbiri.
Tersine, bütün memleketimiz gibi Antalya da bu konularda daha zengin.
Eksik olan şey, kentin hikayesi...
Bir kentin hikayesi, yeniden aday olmak için liderden işaret bekleyen belediye başkanı  ya da bir üst göreve tayin bekleyen bürokrat tarafından yazılamaz. Dünyaya mal olmuş bir kültürel mirası, yerlileştirip, millileştirmeye çalışırsanız da hikaye yazamazsınız.
O hikayeyi binlerce yıl boyunca o toprakları yurt tutmuş, değişik etnik kökenden, dinden, kültürden yüz milyonlarca insan yazar.
Hikayeniz varsa markanız, markanız varsa müşteriniz olur.
Hikayeniz yoksa, markanız ölür.
Markanız ölürse, yatırdığınız milyarları bıçak sırtında tutarsınız.

★★★

Kongre salonunda turizmciler ile yapılan canlı bir ankette, turizmin geleceği ile ilgili her kaygı, “siyasi gelişmelere” bağlanıyordu.
Turizmciler haksız da değillerdi.
Sadece Vladimir Putin’in iki dudağı arasından çıkan bir talimatla koca bir sektör iki yıl kan ağlamıştı.
Türkiye’nin, arkasını siyasetçilere, devlete değil, hikayesine ve markasına yaslamış, sorunlarını siyasetçilerin önünde konuşmaktan çekinmeyen bir turizm sektörüne ihtiyacı var.
Gerisi bu coğrafyada yeterince var.