Hırsızlık insanın yaradılışında vardır. Kişi, bu ifadeyi kendine yansıtırsa, bozulabilir. Ne yani? Ben de insanım, ben de fıtraten hırsız mıyım diye öfkelenebilir. Bunun yerine insan fıtraten “homo-ekonomikus”dur denince kimse alınmaz. Hatta bundan hoşlanabilir. (Homo, insan; ekonomikus, iktisadi anlamına gelir). Aslında her ikisi de aynı gözlemden türetilmiş önermelerdir. Şöyle ki; tüm canlılar, ister bitki ister hayvan olsun (ki insan da bir hayvandır) “en az enerjiyi sarf ederek, en çok enerjiyi almak” ister. İnsan yaşamında “enerji=para”dır. Hırsızlık da az emekle çok kazanç elde etmenin bir yoludur. Yakalanmadıkça çok iktisadidir. Sırası gelmişken bir şey açıklamak istiyorum. İktisadi davranmak, para peşinde koşmak değildir. İktisadi davranmak, en yüksek “tatmine” ulaşacak şekilde hareket etmektir. Para, çoğu tatmin aracını satın alabildiği için öyle sanılmıştır.

HAYVANUS-EKONOMİKUS

İsterseniz ormanlar kralı aslanın avlanma teori ve pratiğini ele alalım. Aslan, hayatta kalabilmek için, başka hayvanları yemek zorundadır. Çünkü ne bitkiler gibi fotosentez yoluyla karbonhidrat üretebilir, ne de otoburlar gibi, bitki yiyerek ihtiyacı olan gıdayı sindirebilir. Hayatta kalmasının tek çaresi hareket eden diğer canlıları yemektir. Aslan bunu yaparken, boyuna posuna bakmadan ve hiç utanmadan çitaların avladıkları geyikleri onların elinden alır veya gizledikleri yerden çalar. Hakeza o koskoca kartallar, küçük şahinlerin ağzındaki avları havada kapar. Bunlar yolsuzluk olmasa bile düpedüz soygun veya hırsızlıktır. Aynı yırtıcılar çaldıkları gıdaların hepsini yemez. Bir kısmını soyları sürsün diye avlanma yeteneği henüz gelişmemiş yavrularına götürür. Buna “aileyi ve akrabaları kollama” denir.

İnsanlar, iş birliği ve iş bölümü yaptıkça, kişi başına daha çok ve daha kaliteli ürün elde edebildiklerinden dolayı, cemiyet halinde yaşamada karar kılmışlardır. Böylece, parçaları birey olan adına “toplum” denilen yeni bir canlı/organizma doğmuştur.

DİNLER BİRER TOPLUMSAL SÖZLEŞMEDİR

Ancak bireyler, zaman zaman, üretime katkı yapmak yerine, başkalarının ürettiklerini çalmaktan vazgeçmemiştir. İnsanların bu davranışı, ortaya “toplum-birey” çatışmasını çıkarmış bu da insanda “vicdan” (başkalarının hakkına saygı) teşekkül etmesine vesile olmuştur.  Bireysel vicdanın yaygınlaşması “maşeri vicdanı” yaratmıştır. Netice de “bireylerin, kendi çıkarlarını kollarken diğer insanların bireysel ve toplumun ortak çıkarlarına zarar vermesini engellemek maksadıyla” bir toplumsal sözleşme yapmak şart olmuştur. Bu toplumsal sözleşmeye din denmiştir. Din kelimesi her kültürde “yasalar, yasaklar, şartlar, kurallar” demektir. “Çalmayacaksın”, Musa’nın tebliğ ettiği “On Emir” den biridir. On Emir’e uyanlara bonus olarak “sonraki yaşamda” cennet vaat edilmiştir.

DİNLER NASIL YOZLAŞMIŞTIR?

Fıtraten hırsız olan insanlar en çok “çalmayacaksın” yasağından sıkılmıştır. Bu cendereden kurtulmak için Tanrı bize “günah işleme özgürlüğü verdi” demişlerdir. Dolaylı, dolaysız yol ve yöntemlerle hırsızlığı sürdürdükçe, az da olsa vicdanları sızlamış, toplumsal sözleşmenin “kul hakkını yeme” emrini atlayıp, puta tapınarak bu azaptan kurtulmaya çalışmışlardır.

Son söz: Bu dünyanın hesabı, bu dünyada görülmelidir.