AKP’nin, baskın seçim kararı almasının sebebi, kim ne derse desin büyüyen “cari açıktır“. AKP, bu sorunu çözmek için 1955’in “ithal ikamesi” politikasından medet ummaya başladı. Hâlbuki AKP’nin iktisadi kalkınma modeli, yatırımları “dış borç/cari açık” ile finanse etmek üzerine kuruludur. Yeni havalimanı, köprü-tünel ve nükleer santral yatırımlarının tümü dış borçla yapılmaktadır. CHP ise bunun tam zıttı bir görüşe sahiptir. Yani her tür dış borçtan çok korkar. Bana göre bu korkunun sebebi, Lozan müzakereleri sırasında geçen bir konuşmadır. Belli taleplerini Ankara’ya kabul ettiremeyen (ama savaşmaya da hiç niyeti olmadığı için istemeyerek bunlardan vazgeçen) İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet Paşa’ya şunları söyler: “İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde burada ret ettiğiniz her şeyi cebimden çıkarıp masaya koyacağım”. İnönü’nün, kalkınmayı ulusal kaynaklarla yapma tercihinin nedeni, Lord Curzon benzeri yabancıya muhtaç olma korkusudur.

İTHAL İKAMESİ Mİ, İHRACAT TEŞVİKİ Mİ?

Henüz bir üniversite öğrencisi iken 1959 yılında “yönetici adayı” olarak Federal Türk Kamyonları A.Ş. (sonradan adı Türk Otomotiv Endüstrisi oldu) firmasında çalışmaya başladım. Bu yılbaşına kadar süren iş hayatım, sanayi şirketleri içinde geçti. Meslek ustalarımın çoğu ebediyete intikal ettiği için rahatlıkla söyleyebilirim ki; “ithal ikamesi” sistemi içinde benim kadar yoğrulmuş sanayi yöneticilerinden (ve de iktisatçılardan) çok azı hayattadır. İthal ikamesinin (import substitution) alternatifi “ihracat teşviki” (export promotion) dir. Kısa süre öğrencisi olduğum Nobel Ödüllü iktisatçı Jan Tinbergen “hayatta siyah-beyaz yoktur; sadece grinin tonları vardır” derdi. Saf ithal ikamesi veya saf ihracat teşviki diye apayrı iki sistem yoktur. Ama nihai görüşümü tereddüde mahal vermeden açıklamak istiyorum. İthal ikamesi politikası çıkmaz bir sokaktır. Daha kötüsü tam bir labirenttir. Bir defa girildi mi, kaçakları önlemek için o kadar çok mevzuat çıkarılır ki; bırakın çıkış kapısını, girdiğiniz kapıyı bile bulamazsınız.

DÖVİZİMİZ, ELİN ÖKÜZÜNE GİTMESİN

Devlet eliyle, ebediyen zarar etmesi kaçınılmaz fabrikalar kurarak, milli otomobil imal etmek gibi akla ziyan bir projeyi savunanlara sesleniyorum. Türkiye bugün, yüz milyonlarca dolarlık yemelik canlı hayvan ithal ediyor. Saman, bakliyat, muz, balık ve envai çeşit, üretimi “yüksek teknoloji” veya “devasa yatırımlar” gerektirmeyen tüketim maddesi ithal ediyor. Eğer ithal ikamesine geçilecekse, işe ithal öküzleri yerlisiyle ikame etmekten başlamak gerekir. “Ucuz döviz” politikası yüzünden yerli mallar piyasadan kovuluyor. Paşabahçe mağazalarında Çin malı cam eşya, üretici semt pazarlarında ithal pabuç satılıyor. Çünkü “serbest piyasa” bunu ekonomik kılıyor. Serbest piyasa kuralları içinde “ithal ikamesi” politikası uygulamak olmaz. Ama “ihracat teşviki” olur. İthalata kafayı takmayın. Kafayı “net ulusal katma değeri” yani emek girdisi yüksek mamullerin ihracatını artırmaya bakın. Bunların illaki ileri teknoloji ürünü olması gerekmez. Milyar nüfuslu Çin, cari fazlayı ileri teknoloji malları imal ve ihraç ederek sağlamadı. O aşamaya cari fazladan sonra geldi.

Son söz: İthal ikamesi, dengeyi, düşük milli gelirde sağlar.

sozcu-banner-1