Yıllardan beri Türk ekonomisinin kırılgan olduğu söylendi durdu. Sonunda da bir papaz yüzünden paramparça olmasa da ciddi şekilde çatladı. Küçük bir hatırlatma: Morgan Stanley 2013 yılında beş ülkeyi (Hindistan, Brezilya, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye) kırılgan yani her an bir “finansal krize girebilir” diye nitelendirmişti. 2017’in sonlarına doğru S&P yeni bir kırılgan beşli (Arjantin, Pakistan, Mısır, Katar ve Türkiye) listesi yayınladı. Türkiye’nin eski kırılgan yoldaşları, listeden çıkmış yerlerine yeniler girmişti. Ama Türk ekonomisi kırılganlığını korumuştu. Çünkü kırılganlık esas olarak, biri “dış borç stoku / milli gelir” diğeri “cari açık / milli gelir” oranlarına bakarak saptanıyor.

Türkiye’nin hem eski hem de yeni listede yer almasının sebebi bu oranlarının yüksek olmasıdır ve yüksek kalmayı sürdürmesidir. Şimdi şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Acaba bundan 5 yıl sonra hazırlanacak, “Ekonomisi En Kırılgan Beş Ülke” listesinde Türkiye yine bulunacak mı? Benim cevabım, evettir. Çünkü Türkiye “cari açık” vermeden ekonomisini geliştiremeyeceğine inanıyor.

CARİ AÇIK VERİLMEZSE BÜYÜME YAVAŞLAR

Geçenlerde bu köşede yazmıştım. Tekrar edeceğim. Türkiye’nin en saygın 100 iktisatçısına (prof, doçent, doktor) “Türkiye cari açık vermeden, cari açık verdiği yıllarda büyüdüğü oranda büyüyebilir mi?” diye bir soru yöneltin. Muhtemelen bu 100 saygın iktisatçımızın 99’u “Hayır büyüyemez” diye cevap verecektir. İşte bu, tam bir “öğrenilmiş çaresizlik” örneğidir. Saygın iktisatçılarımız, ülke ekonomisini yöneten üniversite mezunlarına okulda bu “öğrenilmiş çaresizliği” öğretiyorlar. Yetmiyor, halkın izlediği konuşmalarında da yazdıkları makalelerinde de hep bu “öğrenilmiş çaresizliği” beyinlere şırıngalıyorlar. Çünkü bunun doğru olduğuna iman etmişler.  Bırakın “Batı’dan aldığı borç parayla Batı’ya fiyaka satmak için gayri iktisadi yatırım yapan” AKP’yi bir yana, aynı soruyu ekonomi doktoru Devlet Bahçeli’ye veya Hesap Uzmanı Kemal Kılıçdaroğlu’na veya Asena lâkabıyla ünlü Dr. Meral Akşener’e sorun. Hepsi size “milli gelirimizi arzuladığımız hızda büyütmek için cari açık vermeye, yani dış borç almaya mecburuz” diyecektir. Hâlbuki bu önerme, hem kuramsal hem de deneysel olarak yanlıştır. 1. Cari açık, milli gelir hesabında “eksi” olarak yer alır. 2. Dünyada en hızlı büyüyen “gelişen” ülkelerin hepsi “cari fazla” vererek bu başarıyı elde etmiştir. Cari açık, bir ülkenin “tasarruf açığını kapamaz” sadece ona “ürettiğinden fazla tüketme” imkânı sağlar.

DIŞ BORÇ ALINMAZSA CARİ AÇIK OLUŞMAZ

“Cari açıksız hızlı büyüme olmaz” batıl inancının, kafa karıştıran bir başka özelliği daha vardır. Bu fikrin aboneleri “önce cari açık verilir, sonra cari açığı finanse etmek için dış borç alınır” der dururlar.  Gerçek bunun tersidir. Önce dış borç alınır, alınan bu dış borç sayesinde (?) cari açık verilir. Bu mantıksal sırayı bellemenin önemi şudur: Dış borç almayan bir ülke, cari açık veremez. Dış borç, oltaya takılan yemdir. Aç balık karnını doyurmak için yemi kapar, ama sonunda aç balıkçının karnını doyurur.

Son söz: Anlayana, bir kriz, yüz öğütten yeğdir.

plusbanner2x