Kötü bir rüyadan uyanır gibiyiz. Ekonomide bir toparlanma havası var. Hemen sayılabilecek olumlu göstergeler:

a) Döviz fiyatlarının gerilemesi

b) Bu sayede enflasyonun düşmesi,

c) Uluslararası piyasalarda işlem gören Türk tahvillerinin (Eurobond) bir aralık %40 kadar düşen fiyatlarının %25 kadar yükselmesi (diğer bir değişle, yurtdışından uzun vadeli dövizle borçlanmada faizlerinin düşmesi)

d) İç piyasada konut, araba ve dayanıklı ev cihazı satışlarının dipten dönmesi ve

e) Ekonomimizin geleceğine dair güvenin az da olsa artmasıdır.

Yıl ortasında ekonomide gözlemlenen kötüleşmenin, hangi sebeplerden meydana geldiği, şimdiki “teknik” iyileşmeyi neyin yarattığı doğru anlaşılmalıdır. “Temel” (fundamental) parametrelerde kalıcı bir düzelme yok. Yeni kararlar almak gerek.

BAŞKALARININ ATIFETİNE DEĞİL, KENDİ MARİFETİNE GÜVEN

Bana, çalkantılı geçen 2018’in, seni en mutlu eden gelişmesi nedir? diye sorarsanız cevabım tereddütsüz “ihracatın artmasıdır” olur. (İthalatın azalması değil.) Çünkü yukarıda sıraladığım iyileşmelerin kök sebebinin, ihracat artışı olduğu kanısındayım. İş âleminin ihracatı artırmada sergilediği bu marifeti takdir etmeliyiz.

Dolar fiyatının kısa sürede 7.2 TL’ye çıkmasının gerisinde şüphe yok ki, ABD kaynaklı bir spekülatif atak vardı. Para piyasalarında yaralı boğadan et kopartmak üzere pusuda bekleyen çok çakal vardır. Bunlar kan kokusu alınca hemen ellerindeki SWAP’la darbe yemiş paralara saldırırlar.

Düşündükleri kârı yaptıktan sonra süratle geri çekilirler. Çünkü aynı oyunda ısrar, sağlanan kârı, zarara dönüştürür. Merkez Bankası, faizi bir seferde %6.25 artırınca bu “U Dönüşü” tetiklendi. Türkiye esasen 2012’den beri kurları, faizle baskılama politikasından vazgeçmişti. Zaten değeri tedricen düşüyordu. Dolayısıyla böylesi bir aşırı değer kaybına gerek yoktu. Ama bir iletişim kopukluğu yüzünden papaz Brunson’ı “evine” yollayacağımıza “ev hapsine” mahkûm edince, Trump ile külahları değiştirdik. O da bunun bedelini bize “dış borçlanma faizlerimizi yükselterek” ağır bir şekilde ödetti. Sonra da bir atıfet yaparcasına “paramıza karşı yürütülen atağı” durdurttu.

YENİ BİR KRİZE DAVETİYE: TÜRK LİRASI’NIN YENİDEN DEĞERLENMESİ

AKP’nin, CHP ile üzerinde en güçlü şekilde mutabık olduğu belki de tek husus “Türkiye’nin cari açık vermeden, diğer bir değişle dış borç almadan kalkınamayacağı” önermesidir. Bitmedi; Türkiye’de ne kadar iktisat hocası veya iktisat yazarı ya da aracı kurum ekonomisti varsa bunların %99’u “Topraklarımızdan petrol fışkırmadıkça, Türkiye dış borç almadan yeterince hızlı kalkınamaz” fikrindedir. Toplam dış borcumuzun 1 trilyon dolara ve yıllık dış borç faiz giderlerimin 60 milyar dolara çıkması dert değildir.

Son söz: Her ekonomi, layık olduğu iktisatçılarla yönetilir.