Konkordato” furyası devam ediyor. Konkordato, anlaşma demektir. Nakit sıkışıklığına duçar olmuş ve bu sebeple ödemelerinde acze düşmüş ticari firmaların, yargı sistemi içinde, alacaklıları ile yaptığı “ödemeleri öteleme anlaşması”na konkordato denir.

Buradaki “ticari firma” deyimi kapsamına her tür sanayi şirketi, otel, nakliyeci vs. girer. Bankalar ayrı bir rejime tabidir. Konkordatonun hukuksal yönünü ve güncel sayısal bilgileri siz de benim gibi, gazetemizin uzman yazarı Dr. Nedim Türkmen’in köşesinden izliyorsunuz.

Resmi bilgilere göre 500’e yakın firma, konkordato talebiyle yargıya başvurmuş. Bir süre önce de Telekom, Ülker ve Doğuş gibi Türkiye’nin dev kuruluşları “borçlarının yeniden yapılandırılmasını” istemiş ve bu istekleri bankalarca kabul edilmişti. Bu işlemler de aslında “mahkeme dışı konkordato” olarak isimlendirilebilir. 2017’de yürürlüğe konan KGF de nakitsiz kalan birçok firmayı konkordatodan kurtarmıştı.

ADI KRİZ OLMASIN

Nereden bakılırsa bakılsın Türkiye ekonomisinde,adına kriz denmese de bir “finansal çöküntü” yaşanmaktadır. Son yıllarda değer kaybeden TL’nin 2018’de yüksek oranda tekrar değer kaybetmesi firma bilançolarını altüst etmiştir. Bir de bunun üstüne iç piyasa daralması gelince, ihracat gelirleri kısıtlı firmalar gerçekten zora düşmüştür.

Mevcut şartlar devam ederse,  bugün konkordato talep eden firmaların çoğu, bir süre sonra iflas edecektir. Konkordato rüzgârı, iflas kasırgasına dönmeden, bu badireyi en az hasarla atlatmak için Merkez Bankası’nın (FED gibi) “ipotekli borçları” bankalardan devralması gerekebilir. Bu süreçte, bütçe mutlaka sıkılmalıdır.

HEM ENFLASYON HEM DE DURGUNLUK VAR

Türkiye’de enflasyon, döviz fiyatlarının yükselmesi yüzünden çıkmıştır. Döviz fiyatlarının yükselme nedeni de, yapısal cari açığı finanse etmek için alınan dış borç toplamının, milli gelirin %50’sini aşmasıdır.

Ezberciler, enflasyon, sanki “düşük TL faizi” yüzünden oluşmuş gibi “yüksek TL faizi” ile bunu düşürmeyi öneriyor. Tavsiyeleri AKP’nin 2003-2012 arasında uyguladığı “yüksek faiz-düşük kur” politikasından başka bir şey değil.

Şuna kabul diyorum: Eğer yüksek faiz (hem TL’ye, hem de dövize) her yıl Türkiye’ye en az 50 milyar dolar taze sıcak para girişi sağlarsa enflasyon da düşer, büyüme de hızlanır. Bunu üç defa yaşadık.

PARA İÇERİ, EKONOMİ YUKARI

Çünkü ucuz döviz maliyeti düşürür, firma kârlarını artırır. Şirket bilançoları güzelleşir. Batanlar çıkar. Yurda giren döviz,
a) dolanımdaki para miktarını artırır,
b) bol döviz, dövizin fiyatını düşürür,
c) döviz fiyatı düşünce, enflasyon düşer,
d) enflasyon düşünce TL faizi de düşer.

Ancak bu “sıkı değil, gevşek para” politikasıdır. Bu harika çözümün tek (!) sakıncası “cari açığı” büyütmesidir. Bu yolun sonu da yeni bir devalüasyon krizidir.

ACI İLACI İÇMEK GEREK

Bu politikanın alternatifi “acı ilacı içmektir”. Acı ilaç “harcanabilir milli geliri düşürme pahasına, döviz fiyatının düşmesine izin vermeyerek, firmaları ihracata zorlamaktır”.

Bu sayede cari açık kapanır. Hem döviz fiyatları hem de enflasyon kalıcı olarak düşer. Sonunda harcanabilir milli gelir artar.

Son söz: Cari açık varsa, yapısal reform yoktur.