Ekonomik konularda hükümet hemen her hafta bir iki mevzuat veya tatbikat değişikliği açıklıyor. Bunları da büyük bir buluş gibi, şapkadan tavşan çıkaran sihirbaz edasında kamunun bilgisine sunuyor. Bu haftanın tavşanlarından biri “Tek Hazine Hesabı Kapsamının Genişletilmesi” oldu. Açıklamayı yapan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e göre bu genişletme (ki ileride daha da genişleyecekmiş) sayesinde Hazine, hem daha az borçlanacak hem de borçlanması daha ucuza gelecekmiş. İnsanın aklına sorular geliyor. A) Bu kapsam genişletmesi madem bu kadar iyi sonuçlar verecektir, ayrıca bu uygulama dünyanın diğer ülkelerinde de vardır, öyleyse bunu yapmakta niçin bu kadar gecikilmiştir? B) Bu bir eskiye dönüşmüş müdür, yoksa Türk kamu maliyesinde bir ilk midir? C) Yoksa bazı su kaçakları tespit edildi de, bunları gidermek üzere böyle bir “Tek Hazine Kurumlar Hesabı”  kurmak zorunlu mu görüldü?

TEK DEVLET TEK KASA

Sayın Şimşek’in yaptığı açıklamada kapsama alınacaklar olarak zikrettiği “özel bütçeli kuruluşlar”,“düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar”, SGK, İŞKUR ile Özelleştirme, Tanıtma Fonu gibi kuruluşların nakit hareketleri Hazine tarafından yönetilebilir. Ancak bu iş nakit yönetimiyle bitmez. Bu kuruluşlar ellerindeki nakit parayı Hazine’ye kaptırmak istemeyecek ve saçma sapan harcama bağlantılarına girişecektir. Bir aşama sonra durumu çakan Hazine ve Maliye bunların gelir-giderlerini de yönetmek isteyecektir. Zaten bunlar devletin kendilerine verdiği bazı imtiyazlar olmasa “gelir yaratamayan” yapılardır. Turgut Özal zamanında, tutucu devlet bürokrasisinin kısıtlarından kurtulsun, iyi elemana yüksek maaş versin, hızlı çalışsın diye bir sürü (100’den fazla) özel amaçlı fon kurulmuştu. Bu kamu maliyesinin , “Devlet tekse, kasa da tek olur” ilkesine aykırıydı. Ancak yeni düzenleme Şimşek’in iddia ettiği gibi 40 milyar lira ek kaynak yaratamaz. Kapsama alınanların fazla paraları zaten ya devlet bankasındadır ya da devlet tahvilindedir. Havuzun dışında değildir.
İKAZ: “Tek Hazine Kurumlar Hesabı”nın KİT’leri kapsamaması şarttır. Yoksa KİT’ler hepten yönetilemez hale gelir. Sonunda kabak Hazine’nin başına patlar.

HOLDİNGLER VE YAVRULARI

Bu sorunun aynısı olmasa bile çok benzeri özel sektörde de vardır. Mesela bir holdingde “bağlı şirketlerin” nakitleri holding merkezinden mi, yoksa şirket merkezlerinden mi yönetilmeli sorusu, patronun meşrebine göre değişir. Nakit yönetimi, bir türlü anlaşılmayan “adem-i merkezi yönetim” tarzının ayrılmaz bir parçasıdır. Eğer holding patronu, işleri merkezden yönetmek istiyorsa, nakit yönetiminin de merkezden yapılması kadar tabii bir şey olamaz.  Yok, bağlı şirketlerin hem Gelir Tablosu’ndan hem de Bilanço’sundan sorumlu CEO’lar tarafından yönetilmesi isteniyorsa, onlara “siz şirketi yönetin, parayı merkez yönetsin” demek kadar tutarsızlık olmaz. Özellikle yabancı ortaklı veya halka açık şirketlerde, şirketleri holding merkezine bu şekilde bağlamak firmaların “bağımsız tüzel kişiliğini” ret etmek demektir.

Son söz: Paraya kim hükmediyorsa  yöneten o’dur.