Sevgili okurlarım, Türkiye’nin önemli bir bölümü Yunan işgali altındaydı. Meclis bir an önce önlem alınmasını bekliyor ve bazıları da geç kaldığı için Mustafa Kemal Paşa’yı ağır bir biçimde suçluyordu.
Oysa o, hazırlıklarını gizlice yapıyordu. Nitekim Yunan ordusunun bu hazırlıklardan hiç haberi olmadı.
Büyük taarruz 26 Ağustos 1922 günü sabaha karşı yoğun topçu ateşimizle Afyon’da başladı.
Piyadeler ve süvariler ileri atıldı...
İlk amaç işgal altında bulunan güzel İzmir’i kurtarabilmekti. Bir yenilgiye uğradığımız takdirde mahvolacağımızı herkes biliyordu.

★★★

Ordumuzun ilk birlikleri 9 Eylül 1922 günü İzmir’e ulaştı ve ele geçirdi.
Hezimete uğrayan Yunan ordusu kaçıyordu.
Yunan ordusunun başkomutanı general Trikupis ve diğer komutanları tam kadro esir edildi.
Arazide bir köy evinde kurulmuş olan karargâhta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa tarafından huzura alındılar...
Gazi’nin orada Trikupis ve öteki komuta kademesine söylediği sözler tarihe geçmiştir:
“Sayın general, bu bir savaştır. Kazanmak da vardır kaybetmek de. Siz hiç üzülmeyiniz. Napolyon bile nice savaşları kaybetmiştir... Türkiye’de bizim konuğumuz olacaksınız. Kılıçlarınız sizde kalabilir.”
On binlerce Yunan askeri ve bütün komuta kademesi esir edilmişti. Esirlerin çoğu Kayseri ve Ankara’ya gönderildi.
Uzun yıllar boyunca Ankara ve çeşitli yerlerde yol inşaatlarında çalıştırıldılar.

★★★

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül günü ilk birliklerimizin hemen ardından İzmir’e geldiler, Bornova’da İngilizlerden ele geçirilen bazı köşklere yerleştiler.
İki gün sonra Ermeni mahallesinde büyük İzmir yangını başladı.
Bugünkü fuar alanı ve kordon dahil her yer cayır cayır yanıyordu. Elde bu yangını söndürecek itfaiye gücü yoktu.

★★★

Yangından bir gün önce Mustafa Kemal Paşa bugünkü Atatürk heykelinin yerinde olan ve yangında kül olan Naim Palas oteline komutan arkadaşlarıyla birlikte geldi. Tam da güneşin o muhteşem batma vaktinde iki duble rakı içeceklerdi. Paşa, Rum garsona sordu:
“Yorgo, sizin Kosti (Yunan Kralı Konstantin) İzmir’i işgal ettiği zaman buraya gelip şu muhteşem manzara karşısında rakısını içti mi?”
“Buraya geldi ama rakı içmedi Pasam!..”
“O halde ne işi varmış burada, İzmir’i niye almış!..”
Herkes gülüştü...

★★★

Yangın büyüyordu. Bütün İzmir alevler ve dumanlar içinde kalmıştı...
Ermeni ve Rum mahallerinde birbiri ardına patlamalar oluyordu.
Elde Mehmetçik dışında bu yangına müdahale edecek itfaiye gücü yoktu.
Kurmaylar işte bu aşamada devreye girdi.
Gazi’nin güven içerisinde kalacağı bir yer lâzımdı. Güzelyalı semtinde yangının erişmediği bir köşk bulunmuştu.
Zengin iş adamı Uşakizade Muammer Bey’in üç katlı köşkü.
Baba yurt dışındaydı ama kızı Latife Hanım orada yaşıyordu.
Paşa ve arkadaşlarını büyük bir içtenlikle davet etti ve günlerce ağırladı.

★★★

İzmir’in en varlıklı Türk ailesinin köşkü...
24 yaşındaki genç Latife Hanım yurt dışında eğitim görmüş, ana dili gibi İngilizce ve Fransızca bilen aydın bir Türk kadını.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını hem ağırlıyor, hem de onları yakından tanımaya çalışıyordu.
Birinci konu Türk kadınının gelecekteki durumu idi. Kafaları aynen uyum sağlamıştı. Türk kadını hak ettiği uygar yerlere gelmeliydi.

★★★

Aralarında duygusal değil ama akıl ve mantığın oluşturduğu bir bağ oluşmuştu...
Ve evlenmeye karar verdiler.
Nikahı 29 Ocak 1923 günü müftü Rahmetullah efendi kıydı.
Ankara’ya gidip Çankaya’ya yerleştiler.
Tren ve otomobille çok sayıda uzun yurt gezilerine birlikte çıktılar.

★★★

Ancak rahmetli Latife Hanım biraz huysuz ve dediğim dedikçi idi...
Eşine herkesin içinde “Gel buraya Kemal” diye bağırıyor, bunu köşkteki nöbetçi askerlerin yanında bile tekrarlamaktan çekinmiyordu.
Çok saygı duyduğu Mevlevi dedesi Veled Çelebi bir gün kendisini kenara çekti:
“Kızım yanlış yapıyorsun. O bir kaplandır. Kaplana gem vurulmaz!”
Ancak düzelen bir şey olmadı.

★★★

Mustafa Kemal Paşa boşanmayı kafasına iyice koymuştu. Karar aşamasına ağustos 1925’de geçti...
Başbakanlığa yazdığı resmi bir yazıda boşandıklarını resmen bildirdi.
Evlilik yaklaşık 2.5 yıl sürmüştü.

★★★

Sevgili okurlarım, şimdi belki diyeceksiniz ki “Ya kardeşim, 26 Ağustos büyük taarruzundan ve 9 Eylül’den başlayıp işi Latife hanıma getirdin!..”
Haklısınız ama kalemim beni buralara getirdi!
General Trikupis’in esir alınması, kılıcının Yunan başkomutanına iadesi, 9 Eylül sonrasında Naim Palas otelinde içilen iki duble rakı, İzmir’i kül eden büyük yangın ve uygar Türk kadını Latife hanımla evliliğe giden yolun açılması...
Her birinin öyküsü ayrı ayrı ilginçtir... 26 Ağustos 1922 büyük taarruzu ve 9 Eylül zaferi sonrasında yaşananların bir bölümüne (değişik bir açıdan bakarak) çok kısaca değinmiş oldum...

plusbanner2x