Sevgili okurlarım, aciz ve zavallı Osmanlı döneminde vatanın dört bir yanı işgal edilmişti. İzmir ve Ege Yunan, Adana ve Gaziantep dolayları Fransız, başkent İstanbul ise İngiliz ve Fransız ordularının işgali altındaydı.
Türk ordusu Ege’yi Yunan ordusundan temizledi, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Öteki düşmanlar zaten kovulmuştu.
Silahlı mücadeleyi kazanmıştık ama bu yetmiyordu.
Şimdi sırada ekonomik bağımsızlığımız ve devrimler vardı.
İlk önemli adımlardan biri
1 Kasım 1922 günü, İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra atıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi padişahlık ve saltanatı, çıkardığı bir kanunla kaldırdı.
Son padişah olan, aynı zamanda Müslümanların halifesi unvanı taşıyan Vahdettin isimli hain, korkak ve onursuz herif birkaç gün sonra İstanbul’daki İngiliz işgal ordusuna başvuruda bulundu, Türkiye dışına kaçmak istediğini bildirdi...
Ve Malaya isimli İngiliz zırhlısına bindirilip kaçırıldı. Müslümanların halifesi olan şahıs Hristiyan gemisiyle kaçıyor ve Hristiyan ülkelerine sığınıyordu.

* * *

Bundan sonra devrimler birbirini izleyecek ve sayısız adımlar atılacaktı.
Yeni Türk Devleti Osmanlı’nın kokuşmuşluğunu üzerinden atmak üzere idi.
29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet ilan edildi.
Kısa bir süre geçti ve geldik 3 Mart 1924 gününe.
O gün Meclis devrim niteliğinde üç kanun çıkardı.
- Halifeliğin ve Şeyhülislamlığın kaldırılması.
- Eğitimde ve öğretimde birlik (Tevhid-i Tedrisat Kanunu.)
- Şeriye (din) ve Evkaf (Vakıflar) Bakanlığının kaldırılması ve yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulması kanunu.

* * *

Hain Vahdettin kaçınca hanedandan Abdülmecit Meclis tarafından halife seçilmişti. Bu adam ilginçti. Cumhuriyet ilan edilmişti ama devletten büyük miktarda ödenek alıyor, yaşamını Dolmabahçe Sarayı’nda görkemli bir biçimde sürdürüyordu.
O göreve Meclis tarafından seçilmişti ama Meclis’i taktığı yoktu.
Kılıç alayları düzenliyor, kalabalık maiyeti ile birlikte her cuma günü namaza gidip gösteri yapıyor, Ankara hükümetine bir sürü saçma sapan öneri gönderiyordu!
Ülke parasızdı ama halifenin maddi ve manevi istekleri bitmek bilmiyordu.
3 Mart 1924 günü çıkarılan kanunla halifelik kaldırıldı ve Osmanlı hanedanının bütün bireyleri ile birlikte Abdülmecit de yurt dışına postalandı.
Giderken bütün servetlerini götürdüler.
O günlerin hain ve satılık İstanbul basını ile halife Abdülmecit’in arası çok iyi idi. Kanun çıkınca kıyameti kopardılar.

* * *

Mustafa Kemal Paşa, Başbakan İsmet Paşa’ya bir mektup yazmıştı. Olacaklar orada belliydi:
“Halife, ataları olan Osmanlı padişahlarının yolunu izler görünmektedir. Cuma alayları, yabancı temsilcilere memur göndererek ilişki kurulması, tantanalı geziler ve saray hayatı, saraydaki subayların huzuruna kabul edilmesi bu türdendir. Herkes ve bütün dünya bilmelidir ki halifelik makamının gerçekte ne din, ne de siyaset bakımından hiçbir anlamı ve bilimsel nedeni yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti, varlığını ve bağımsızlığını boş ve temelsiz şeylerle tehlikeye  atamaz. Türk devleti halifenin buyruklarına tabi tutulamaz...”          

* * *

Aynı gün, 3 Mart günü kabul edilen kanunla eğitimde birlik ilkesi hayata geçirildi.
Medreseler kapatıldı.
Eğitimin sadece devlet okullarında, devletin öğretmenleri tarafından verilmesi öngörüldü. Ülkedeki bütün eğitim kurumları -yabancı okullar dahil- Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, ulusal eğitim kuruldu.
İstanbul’da iki imam hatip okulu, bir de İlahiyat fakültesi açıldı.
Amaç Arapça din eğitimi ile bilim yolundan uzaklaştırılan Türk insanını yeniden yaratmak, bilgi, bilim ve çağdaş uygarlığın gerekleriyle donatmaktı.
Mustafa Kemal Paşa yeni okulların öğretmenlerine hitap etti:
“Cumhuriyet sizden düşüncesi hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istiyor. Öğretmenler, yeni kuşakları Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri olarak sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşaklar sizin eseriniz olacaktır...”

* * *

Aynı gün, 3 Mart 1924 günü kabul edilen üçüncü kanunla Şeriye Vekaleti ve Vakıflar yönetimi kaldırıldı, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.
Ülke artık din kurallarıyla yönetilmeyecek, hukukta din kuralları geçerli olmayacak, dinde hurafelere ve safsatalara yer verilmeyecekti.
Yeni devletin ilkeleri belli oluyordu:
Din yasaları devlet yönetiminden, eğitim ve hukuk sisteminden çıkarılacak, her alanda bilim egemen kılınacaktı.
Böylece adı konmamış bile olsa laiklik ilkesi ilk kez hayata geçirildi.

* * *

3 Mart 1924 devrimlerinin bugün 94. yıldönümü. Türkiye için çok önemli bir gün.
Ama gelin görün ki, ülke yönetimi Atatürk’ün ölümünden sonra epeyce sarsıldı ve bu günlere geldik.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda, bir başlangıç olan o devrimlerin iyi ki yapılmış olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Sonrasında, izleyen yıllarda çok sayıda devrimler yapıldı.
Tekkelerin, zaviyelerin ve medreselerin kapatılması, kıyafet devrimi, soyadı kanunu, medeni kanun, çok eşliliğin sona erdirilmesi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, harf devrimi, eski unvanların kaldırılıp soyadına geçilmesi, şapka kanunuyla birlikte fes sarık vesairenin yasaklanması, saat, takvim ve bütün ölçülerde Batı dünyasının esaslarına geçilmesi... (Kadınların giysilerine hiçbir yasaklama ve kısıtlama getirilmedi.)
Saymakla bitmez...
Ve onların arasında 3 Mart 1924 devrimlerinin önemi ayrıdır.
O devrimlerin yüreklice yapıldığı yıllardan bu yana maddi açıdan belki ilerledik ama  bugünkü malûm kafaların elinde hep geriye düştük, bütün dünyada saygınlığımızı yitirdik.
Ancak bunca baskıya ve olumsuzluğa karşın “Mustafa Kemal’in askerleri” hep dimdik ayakta.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını bir kez daha saygıyla anıyorum, ruhları şad olsun.