Sevgili okurlarım, devlet katında Türkiye’ye yeni bir “Dil” musallat oldu.
Bizi yönetenler her gün bir takım toplantılar düzenliyor, bir sürü ülkeye ve uluslararası kuruluşa her gün posta koyuyor.
- Onlara dedik ki...
- Bu işin sonunu getiremezler, haberleri olsun...
- Şunu iyi bilsinler ki biz baş eğmeyiz...
- Hepsini pişman ederiz...
- Avrupa kim oluyor, ABD kim oluyor...
- Tepelerine bineriz...

* * *

Böyle bir sürü laf, bir sürü posta koyma olayı!
Yabancı ülkelerin neredeyse tümüyle olan ilişkilerimiz bu bağırıp çağırma ve tehdit etme çerçevesi içerisinde sürdürülmek isteniyor.
Dışişleri Bakanı bile aynı ifadeleri kullanıyor. Oysa dünyanın her ülkesinde Dışişleri bakanlıklarının tek uygulaması vardır:
Diplomatik dil kullanmak.
Bizde bütün bu gelenekler altüst edildi, ayaklar altında çiğneniyor.
Bizim diplomasi, bütün dünyada uygulanan diplomatik dili bitirdi. Onun yerini sağa sola posta koymak, tehdit etmek ve birilerine “Sert çıkarak (!) kendilerince gözdağı vermek aldı.

* * *

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğerleri, hepsi aynı tavır içinde.
Bu tavırların, bu sözlerin tamamı iç politikaya yönelik.
Seçmene mesaj veriyorlar:
“Bak kardeşim, biz bunları yola getiriyoruz! Bu ABD’ye, AB’ye, Yunanistan’a, Irak’a vesaireye sert çıkacaksın. Bunlar korkak heriflerdir. Adam gibi konuşursan anlamazlar!..”
Ama gelin görün ki, o korkak herifler bildikleri yolda devam ediyorlar...
Ve üstelik bizimkilerin yaptığı gibi bağırıp çağırmıyorlar, sağa sola böyle lâf yetiştirmeye kalkışmıyorlar.

* * *

Son örneği dün yaşadık.
Sayın ve muhterem dünya liderimiz Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la geçtiğimiz günlerde bir görüşme yapmış, partisinin toplantısında şöyle dedi:
“Macron’la geçen hafta görüştüm. Baktım garip garip şeyler söylüyor. Ben de kendisine ‘Biraz frekansı yüksek oldu ama’ (bazı şeyleri) söylemek zorunda kaldım.”
İki cumhurbaşkanı bir araya gelmiş, Macron bizimkine doğru veya yanlış bir şeyler söylemiş, eleştirmiş, önerilerde bulunmuş...
Ve dünya liderimiz işte o anda Fransa Cumhurbaşkanı’na karşı sesini yükseltmiş!
Sesinin frenkansı biraz yüksek olmuş!
Uluslararası ilişkileri bu gibi anlamsız lâflarla yönetmek, her şeyden önce o ülkeye ve ülkenin temsilcisi olan kişiye yapılan büyük bir saygısızlık olmaktan öteye geçmez...

* * *

Valla bunları dün bizim dünya liderimizin ağzından duyunca çok merak ettim!..
Acaba Macron’un karşısında ne yapmış olabilir!
- Sinirlenmiş, bağırıp çağırmış mı?..
- Sen bu işlerden anlamazsın Macron. Sen çoluk çocuksun, git kumda oyna falan mı demiş?
- Ya da bize doğru söylemiyor. Sesinin frekansını falan yükseltmiş değil.

* * *

Şimdi Fransa Cumhurbaşkanı zor durumda!
Öyle ya, Elysee Sarayı’ndan bir açıklama yaptırıp “Hayır efendim, Türkiye’nin koskoca dünya lideri, benimle konuşurken tevazu göstermiş ve sesinin frekansını asla yükseltmemiştir” diye yalanlama yaptıracak hali yok.
Ya da “Yok arkadaş, o görüşmede sesinin frekansını yükselten benim” diyecek hali de yok!

* * *

Size bu konudaki son örneği verdim...
Dış politikadaki oyun, sadece Türkiye’deki seçmen kitlesine yönelik oynanıyor...
Bütün ülke ve yabancı kuruluşlara saldıracaksın, posta koyacaksın ve bilinçsiz seçmen kitlesine “Helal olsun bizim aslana, yine yapmış yapacağını” dedirtip oy cukkalayacaksın!
İyi güzel de, bu bağırış çağırışlarla sonuç almak mümkün olmuyor.
Elin oğlu bu numaraları yemiyor...
İşte AB olayı karşımızda...
AB’ye ve başta Almanya olmak üzere çoğu AB ülkesinin liderlerine hakaretler ettiler, sert (!) çıktılar, biz de size şunu yaparız falan diye tehditler yağdırdılar...
Ama sonuç yine hüsran!
Demek ki diplomaside bu işler frekans ayarıyla olmuyor.