Sevgili okurlarım, e-posta, faks ve mektup yoluyla sizlerden her gün çok sayıda ileti alırım. Ancak bunların hemen hiçbirine yanıt vermem mümkün olmaz...
Çünkü bunu yapacak zamana ne yazık ki sahip değilim.
Bu benim eksiğimdir ve rahatsızlığını her zaman hissederim. Bütün yazanlardan özür dilerim.
Bu iletilerin bir bölümünü ileride yazmak için ayırırım ama araya başka güncel olaylar girer ve ne yazık ki kullanamam.
Bugün size birkaç gün önce aldığım iki mektubu üzerlerinde hiçbir yorum yapmadan sunuyorum. Okurlarımın ismini açıklamıyorum zira başlarına iş açılabilir.
Toplum olarak öylesine bir baskı ortamında yaşıyoruz ki, her an her şey olabilir.
İlk mektubu yazan okurum ilahiyatçı:

* * *

“Sayın Emin Çölaşan, AKP’nin Türkiye genelinde iki türlü destekçisi ve seçmeni var. Birinci tip, AKP’den nemalanan (rant ve gelir elde eden) ve zenginliğini bu partiye borçlu olan bir kitle.
Bu kitlenin sayısı çok olmamakla birlikte büyük bir kısmı medya patronları, iş adamları ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren müteahhitler ve büyük patronlardan oluşuyor.
Bunlar stabil bir taban değil, güce tapan insanlar. Kim güçlü ise ona yanaşıp  hizmetini görenler. Yarın seçim yapılsın, iktidara gelecek bir başka partinin hizmetkârı olurlar.  Bunları siz mutlaka benden daha iyi biliyorsunuz.

* * *

Ancak benim ilgi alanım ve sosyolojik olarak asıl üzerinde durulması gereken kitle ikinci kitledir.
AKP seçmeninin büyük bir çoğunluğu saf ve cahil (kötü anlamda değil bilgisiz anlamında) Anadolu insanından oluşuyor. Bunlar sosyal hayatta ve özellikle din anlamında bilinçli olarak cahil bırakılan insanlardır.
Yaşadıkları geleneği İslam dini zannedip buna sıkı sıkıya sarılan, bu doğrultuda çeşitli hocalar ve iktidar medyası tarafından da desteklenen bu kesimler,  Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünü ve geleceği konusunda hatırı sayılır bir şekilde söz sahibi durumdadır.
Oysa İslam dini demek Kur’an-ı Kerim demektir, Kur’an dışındaki İslam zannedilen sözde inanışlar zaman içerisinde uydurulmuştur.
AKP hükümetinin de bu olguyu kendisini iktidarda tutmak için kullandığı bir gerçektir. Zira Kur’an-ı Kerim’i okuyup İslamı Kur’an’dan öğrenen toplumun Bakara Suresi 188. ayeti gereğince adam kayırmaya, rüşvet ve yolsuzluğa sessiz kalması asla düşünülemez.
Aynı şekilde İslam’ı Kur’an’dan öğrenmiş olanların, Maide-8 ayeti gereğince bir topluluğa olan kinin adaletin önüne geçmesine müsaade etmesi söz konusu bile olamaz.
İnsanların Kur’an’ı okuyup Kur’an’daki İslam’ı öğrenmesi, çeşitli hocaların saçma fetvaları doğrultusunda işte bu yüzden engelleniyor. İşte bu yüzdendir ki, son zamanlarda saçmalığa varacak şekilde fetvalar veriliyor ve ‘Dinimizin kuralıdır’ diye insanlara yutturulmak isteniyor.

* * *

Mustafa Kemal Atatürk’ün laik cumhuriyetine sahip çıkan cumhuriyet bireyleri olarak Mustafa Kemal’in Kur’an’ı Türkçeye çevirtip halkın İslam dinini doğrudan doğruya orijinalinden öğrenme hareketi gibi, biz cumhuriyetçiler de halkımıza İslam’ı anlatmalıyız.
Tarih boyunca maruz kalmış olduğumuz yobaz din tüccarlarının müdahaleleri ve yanlış yaklaşımları dolayısıyla, bazı cumhuriyetçi aydın kişilerin İslam dininden uzaklaştığı doğrudur.
Ancak İslam’ın gerçekte ne söylediğini ve nasıl bir toplum oluşturmaya çalıştığını doğrudan İslam dininin ve bütün dinlerin sahibi Allah’ın sözlerinden öğrenip eğitimsiz halka (Cumhuriyet karşıtlarına) anlatmalıyız.
İslam konusu bu ülkede netliğe kavuşturulmadığı sürece bir AKP gider, onun yerine daha nice AKP’ler gelir!
Bu din sömürüsünün ve din ticaretinin önü mutlaka Kur’an’ı öğretmek yoluyla kesilmek zorundadır. En içten saygılarımla.”

* * *

İkinci mektubu eski bir subay yazıyor. Onun da adını vermiyorum:
“Sayın Çölaşan, sizin özellikle mağdur olan askerlere olan desteğinizi hem cezaevinde hem de beraat ettikten sonra takip eden biri olarak bunları yazıyorum.
Ben Harp Okulu mezunu olan ve 27 Temmuz 2016 tarihinde TSK’dan ihraç edilen bir subayım. Denizli 11. Komando Tugayı’nda görevli iken, 15 Temmuz gecesi bir eğitimin parçası olduğumuzu zannederek Denizli’den Çardak Hava Meydan Komutanlığı’na götürüldük. Bu olay, hepimizin bu meslekteki sonu oldu.
Gece boyunca biz orada sadece bekledik. Ne bir polis, ne de sivil bir vatandaş gördük.
Nitekim 18 ay boyunca İzmir 1 no.lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu kaldıktan sonra adeta “Pardon” denilerek 9 Ocak 2018’de BERAAT ettik.
Bu davanın sonucu, aslında darbe davalarının geneli açısından önemli işaretler barındırmasına rağmen basında pek fazla yer almadı.
Tamamı subay ve astsubay olan 64 kişinin yargılandığı davada 58 kişinin beraat etmesi, aslında bu konuda çok sayıda “Mağdur” olduğunun ve halen de olabileceğinin ispatıdır.

* * *

Şimdi gerekçeli beraat kararımızın, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi’nde onaylanma sürecini bekliyoruz.
Bu süreçte Kara Kuvvetleri Komutanlığı da halen bizi bekletmeye devam ederek, “Beraat kararınız önce onaylansın bakalım, sonrasında mesleğe dönüşünüzü düşünürüz” demektedir.
Özetle, o zamanın şartlarında bir çırpıda, “Yargılama sonucumuz bile beklenmeden”, FETÖ’cü denilerek ihraç edildiğimiz şanlı yuvamıza şimdi güçlükle dönmeye çalışıyor ve ne olacağını bilemiyoruz.
Mesleğe dönebileceğimizin belirsiz olduğu bu dönemde, beraat eden bazı silah arkadaşlarımız maddi sıkıntı nedeniyle farklı işlerde çalışmaya başlamıştır.
İş bulamayanlar ve çaldığı kapılar yüzüne kapatılanlar ise halen iş aramaya devam etmekte ve bir nevi meslekte iken öğrendiğimiz “Hayatı idame” (zor koşullarda hayatta kalabilme) çabasını sürdürmektedir.
Sizden naçizane isteğim, haksızca ihraç edilip hapse atılan ve beraat eden biz askerlerin mesleğimize dönüş yolunda destekçisi ve sesi olmanız, bu konuyu köşenizde kamuoyunun gündemine taşımanızdır. Saygılarımla.”