26 Temmuz 1920’de Mustafa Kemal Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Türkiye, Irak ve Suriye’nin  İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı ortak bir cephe oluşturmaları  gerektiğini belirten müthiş bir yazı  yayınladı:
“Türklerle Araplar, pek kuvvetli menfaatler zinciriyle birbirine bağlanmış din kardeşleridir. Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk’ün de, Arap’ın da, Irak’ın da, Anadolu’nun da, Suriye’nin de düşmanlarıdır. Irak’ta İngilizler, bütün zulümleriyle Irak Araplarını ezmeye çalışıyor. Aynı zalim, Anadolu hakkında aynı siyaseti takip ediyor. Fransızlar ise Suriye’de aynı siyasetin takibi için uğraşıyorlar. Şu halde, Anadolu’nun, Irak’ın, Suriye’nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir.
Biz pekiyi biliyoruz ki, Adana’dan düşmanın uzaklaştırılması ve bir daha oraya basmaması Suriye’nin yardımıyla mümkün olduğu gibi, Suriyeliler de takdir ediyorlar ki, Beyrut ve Şam’ın en sağlam savunmaları Adana’dadır”.
Ortadoğu gerçeklerinin farkında olarak yeni bir ülke yaratmanın heyecanıyla davranan Atatürk, Cumhuriyet döneminde  Türkiye’nin yönünü bilim ve çağdaş uygarlığa çevirdi ama İslam dünyasıyla da iyi ilişkilerini  sürdürdü ve Osmanlı’dan ayrılan ülkelere dayatılan manda rejimini  tanımadığını açıkladı.
Atatürk;  Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır, Hindistan (Pakistan henüz Hindistan’dan ayrılmamıştı)  gibi İslam ülkeleriyle antlaşmalara dayalı dostluklar kurdu siyasi  ve ekonomik  ilişkiler geliştirdi.
1916’da Osmanlı’ya karşı ayaklanan Abdülaziz bin Suud,  Hicaz Kralı olduğunda  onu ilk kutlayan Türkiye  oldu.
1931’de “aynı evi paylaşan iki kardeş olduklarını” söyleyerek Atatürk’e hayranlığını ifade eden Irak Kralı Faysal Türkiye’yi ziyaret etti. Oysa Faysal’ın babası Şerif Hüseyin de İngilizlerle işbirliği yaparak 1916’da Osmanlı’ya karşı ayaklanmıştı.
1937’de Şerif Hüseyin’in diğer oğlu Ürdün Kralı Abdullah  Atatürk’ü ziyaret etti.
Belki de ailesinin ihanetinden dolayı özür dilemek için.
Atatürk ise emperyalist ülke Fransa ve İngiltere tarafından aldatılan Suudileri ve Ürdünlüleri zor da olsa kazanma taktikleri uyguluyor ve komşu  Irak  veSuriye’nin bağımsızlığına  ve toprak bütünlüğüne  büyük önem veriyordu.
21 Aralık 1937’de Ankara’da, Suriye Başbakanı Cemil Merdem Bek ile yaptığı görüşmede Atatürk, bağımsız olması için  Suriye’ye askeri yardımda bulunabileceğini  söyleyerek Fransa’ya meydan okudu.
Bu da çok normaldi çünkü Merdem Bek Lala Mustafa Paşa’nın beşinci kuşak torunlarındandı. 1946’da bağımsız olan Suriye’nin kurtuluş savaşı önderleri ise Osmanlı ordusunda görev almış ve ilk Cumhurbaşkanları Türk kökenliydi.
1934’te ise İran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye’ye gelmiş, Atatürk’ün devrimlerinden çok etkilenmişti ve iki ülke ilişkilerinin gelişmesi yolunda önemli anlaşmalar imzalamıştı.
1937’de Atatürk’ün çabalarıyla Türkiye, İran, Irak ve Afganistan  arasında  Sadabat Paktı  kuruldu. Türkiye diğer Arap devletlerinin de  bu pakta katılmasını istedi.
Atatürk’ün tek bir amacı vardı:
Bölgesel barış ve istikrar.
Bunun sinyalini de 24 Nisan 1931’de yapılan seçim bildirgesinde ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ diyerek vermişti.
Atatürk, Filistin konusuyla ilgili de Haziran 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu konuşmayı yaptı:
“...Araplar’ın arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç yıldır Araplar’dan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize yeteri derecede güvenip ve gücümüzü bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hıristiyanların nüfusunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e ilgisiz olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfusunun altında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz”.
Bu coğrafyanın emperyalizme karşı  verilen ilk kurtuluş savaşının Başkomutanı olarak Mustafa Kemal’ın bölge politikasıyla ilgili bu satır başlarında inanılmaz dersler var.
Bu coğrafyanın devrimcileri, yurtseverleri ve anti-emperyalistleri Atatürk’ten çok şey öğrendi ve onun yolundan gitti. Gidenlerin yolunu kesmek için 1928’de Mısır’da Müslüman Kardeşler Örgütü kurduruldu.
100 yıldır bu coğrafyada kavganın iki tarafı var:
Atatürkçüler ve emperyalizmin hizmetinde olanlar.
Bu kadar net.