23 Şubat 1958’de Suriye ile Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmiş ve bu cumhuriyetin Başkanı Nasır Arap halkının emperyalizm, siyonizm ve gericiliğe karşı mücadelesinde müthiş bir umut olmuştu.
Emperyalist ülkeler ve onların bölgesel ihanet şebekeleri çok korkmuştu.
Nasır Arap coğrafyasının yeni ATATÜRK’ü olmuştu.
Hatırlıyorum da Kasım 1960’ta Nasır Halep’e geldiğinde bir milletvekilinin oğlu olarak ben de oradaydım.
İnanılmaz kalabalıktı.
58 yıl geçti.
Bu coğrafyada neler neler yaşandı.
İsrail-Arap savaşları, Irak-İran savaşı, Irak’ın Kuveyt işgali, iç savaşlar, askeri darbeler ve türlü türlü kargaşalar.
Benzerleri Türkiye’de oldu.
Hepsinin içinde ve arkasında ABD ve karanlık organları var.
Finansör Suudi Arabistan Vahabi yönetimi.
Yalnız Arap ve İslam coğrafyasında değil dünyanın neresinde olursa olsun ne kadar rezillik varsa içinde Suud parası vardır.
Malzeme din.
CIA bu malzemeyi çok iyi kullandı kullanıyor.
Afganistan’dan başlayarak.
Bunun için cehalet ve yoksulluk gerek.
‘Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet’ başka bir konu.
50 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında bugünün dini söylem, davranış ve politikaları bin kat arttı.
Suudi’ler ve Körfez’in çağ dışı, ilkel ve bağnaz kral, emir ve şeyhleri bunun için yüz milyarlarca dolar harcadı harcıyor.
Bosna ve Çeçenistan son örnek.
14 Şubat 1945’te ABD Başkanı Roosevelt ile buluşan Suudi Kral Abdülaziz ‘Her şeyimizle emrinizdeyiz’ demişti.
‘Petrol parası ve Vahabi din mezhebi’
Karşılığında ABD onun iktidarını korudu koruyor.
‘Arap Baharı’ bu ikili ihanet ilişkisinin yeni bir oyunu.
Kral, emir ve şeyhler cumhuriyetle yönetilen ülkelerin iktidarını değiştirmek ve bu ülkelere ‘özgürlük ve demokrasiyi getirmek’ için en az 300 milyar dolar harcadı.
Yıkımın maliyeti iki trilyon dolar.
Tunus, Mısır, Libya, Lübnan, Yemen ve Suriye’de.
Tunus, Mısır ve Yemen’de Amerikan işbirlikçisi iktidarlar iş başındaydı.
Karşı cephede Libya ve Suriye vardı.
Cumhuriyetle yönetilen bu ülkelerin Cumhuriyetleri Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu Atatürk felsefesinden esinlenerek kurulmuştur.
İşte bu nedenle ben ‘Arap Baharı’nın özünde Atatürk felsefesine karşı emperyalizmin yeni bir tezgahı olduğunu’ söylemiştim.
İşte bu nedenle Türkiye ‘Arap Baharı’nda baş rol oynamıştır.
Bölgede böyle bir görevi üstlenen AKP doğal olarak ülke içinde gereğini yapmak zorundaydı.
İdeolojisinin gereği olarak.
Yani toplumu ve devleti İslamlaştırmak.
Türkiye ve bölgede ne olduysa bundan dolayı oldu.
IŞİD, NUSRA ve bilumum İslamcı terör örgütü ve hayal edemeyeceğiniz kadar bağnaz tarikat, örgüt, tekke, zaviye ve şeyh.
‘Arap Baharı’ zafer kazanmıştı.
Her yerde gericilik.
Dış görünüş ve beyinlerde.
Vasat kültürler her yerde egemen kılınmak isteniyor.
İslam coğrafyası hızla karanlığa sürüklenmek isteniyor.
Ekonomiler, sosyal yapılar, kültürler ve insan ilişkileri perişan ediliyor.
Herkese ‘Böyle yaşayacaksınız’ deniyor.
Suriye direnmeseydi bugün IŞİD Şam’da iktidar olacaktı.
Yazması bile korkunç.
Coğrafyanın her yerinde karanlık olacaktı.
İşte bu nedenle emperyalist ülkeler ve onların bölgesel işbirlikçileri Suriye’nin üzerine çullandı.
Suriye kazanıyorsa Türkiye kazanır. Suriye kazanırsa tüm coğrafya kurtulur.
Barış, demokrasi, özgürlük, çağdaşlık ve dostluk için. Kolay değil ama ‘karanlığa dur’ diyebilmek zafere giden yolun başlangıcıdır.
Gerisi için inanç gerek.
İnanç ve umudu eyleme dönüştürmek için kararlılık gerek.
‘Bu işte ben de varım ‘demek gerek.
En kolayından OY vermek gerek.

sozcu-banner-1