Nedir sürdürülebilirlik?
Kelime anlamı; çeşitlilik ve üretkenliğin devamlılığı sağlanırken, daimi olabilme yeteneğini korumak olarak tanımlanıyor. Daha anlaşılır haliyle, “Bugünkü neslin ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarından ödün vermeksizin karşılamak” şeklinde. Kurumlar açısından sürdürülebilirlik ise çevre (doğa), sosyal (insan), yönetim, etik ve finansın yönetimi olarak çeşitlenebiliyor.
Döneceğiz, ufak bir ara...

* * *

2012 yılıydı sanırım. TÜSİAD’da yapılan ‘Babayiğit’ çağrısının üstü henüz küllenmemiş ancak kimsenin de elini ateşe uzatmadığı günlerdi. Uzak Doğu’nun genç ama küresel markalarından birinin en üst düzey yetkilisinin ev sahipliğine misafiriz. Sorular döndü dolaştı yerli ve milli otomobile geldi. 60’lı yıllarda kendi ‘Devrim’leriyle çıktıkları ve dünya markası olma yolunda aldıkları mesafeyi özetledikten sonra anlatmaya devam etti:

* * *

“Önce fizibilite lazım. Devlet destekli olduğunu kabul etsek bile minimum 15 yıl. Ayrıca 15 yıl sonra da rakiplerinin senden yine 15 yıl önde olacaklarının hesabıyla...” Burası çok önemli...
“Sonra, asıl sorun “Sürdürülebilir” olabilmesi. Üretmeye başladığın anda o günün teknolojisini sunmak hatta rekabet için bazı yönlerden bir adım önde olmak zorundasın. Bugünün şartlarında (O gün için) sıfırdan kurulacak ve seri üretim yapacak her otomobil fabrikası, yarısını iç pazarına, yarısını da ihraç etmek üzere en az 200 bin adetlik üretim yapmak zorundadır. Bir sonraki yılı görmek için bu şart” dedi.

* * *

Gülse Birsel’in ‘Jet Sosyete’sindeki Talip’in annesi Şennur karakteri gibi,
‘Geç kaldınıss’ demiyorum,
‘Yapamazssınıss’ demiyorum,
‘Yürümess’ demiyorum,
Hadi ürettiniz, böylesi bir rekabet ortamında ‘Satamazsınız, batarsınıss’ demiyorum... Demek istiyor tüm kibarlığıyla.
Zaten ‘Sürdürülebilir’ olduğu düşünülmediği için de kimse yanaşmadı.
7 yıl sonra neredeyse zorla, seçim öncesi kurulan şirkete kadar.…Üstelik kimse işlerin ne aşamada olduğunu da bilmeden...

* * *

Bunları yazınca da,
 Yok ‘Sen elektrikliye karşı mısın?’, yok ‘O hesap öyle değil, böyle’, yok ‘Benim elektriklim var, senin neyin var?’, yok ‘Direksiyonun iyi kaidelere çalış!’, yok ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ eleştrileriyle atılan topları, Ramazan münasebetiyle göğsümüzde karşılayıp yumuşatıyoruz elbet...
Hazır yeri gelmişken bu haftayı da bir konuya açıklık getirerek bitirelim.…

* * *

Sizlerden çok daha önce, birçok markanın, birçok elektrikli modelinin, satışa çıkmış, çıkacak, çıkması düşünülenlerini, fabrika bahçelerinde, gizli test parklarında, pistlerinde kullanmış, aralarındaki birçok ayrıntıyı dahi fark edebilecek kadar tecrübe kazanmış biri olarak,
Fosil yakıtlılarla, elektrikli otomobiller arasında sürüş, performans ve çevre açısından, tartışmasız, dünya ile ‘Ay Üssü Alfa’ kadar fark olduğunu bilen biri olarak,
Elektrikli otomobile karşı olmanın, belki de ‘güneşi balçıkla sıvamak’ anlamına geleceğini de gören biri olarak,
Buna karşı olduğumu söyleyenin ‘karşısında’ duracağımı bilmenizde fayda var...

* * *

Sorun, bu işin bugünden yarına elektrikliye geçileceği algısında,
Sorun, yetersiz altyapısında,
Sorun pilinde, aküsünün teknolojisinde, şarj sırası yüzünden işlenmesi muhtemel taammüden cinayete teşebbüsünde,
Sorun, egzozundan çıkmasını istemediğini ürettiğin elektrikle salıvermende,
Sorun, fiyatında, vergisinde, ÖTV’sinde,
Sorun özel sektöre verilmesine rağmen her fırsatta siyasallaşmasında, her seçim öncesi kaşınmasında,
Sorun işler tıkır tıkır yürüyor‘muş’ gibi yapılmasında,
Sorun vatandaşın hayalinde, rüyasında, onun duygularının sömürülmesinde,

* * *

Kısaca, çevre (doğa), sosyal (insan), yönetim, etik ve finansal yönetim açısından,
Hepimiz için ‘sürülebilir’ ve hepimiz için ‘sürdürülebilir’ elektriklilere...

sozcu-banner-1