Hayatı boyunca acının ve dehşetin bin türlüsünü yaşamış olan Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal Paşa, Güney Cephesi’nden daha ayağının tozuyla geldiği İstanbul’da, bence hayatında gördüğü en acı manzarayla karşılaşır. Onca fedakarlığa, onca şehide, onca gaziye, onca yıkıma rağmen asla pes etmeden mucizeler yarattıkları ve ne denizden ne karadan düşmanı asla geçirmedikleri Çanakkale Zaferi daha 3 yıl önce yaşanmış, emperyalizm Çanakkale’nin zor gücüyle geçilemeyeceğini anlamıştı. Türk Milleti de, emperyalizm de, o günün Anafartalar kahramanı, yarının büyük kurtarıcısı Mustafa Kemal’i Çanakkale Zaferi’nde tanımıştı...

Emperyalizmi 3 yıl önce bozguna uğratan ve İstanbul’u işgaline izin vermeyen Mustafa Kemal’in, 1. Dünya Savaşı’nı kaybeden taraftaki Osmanlı Hükümeti’nin iki hafta önce çok ağır şartlarda imzaladığı Mondros Mütarekesi’yle birlikte, Payitahtın yani Başkent’in düşman zırhlıları tarafından işgal edildiği gün cepheden İstanbul’a gelmesi ve Haydarpaşa’da, İstanbul’a kasıla kasıla girişi sırasında emperyalizmin donanmasıyla karşılaşması, ancak tarihin garip bir cilvesi olabilir...

Emperyalizmin Orduları, 1. Dünya Savaşını kazanmanın ve Osmanlı’nın engin kaynaklarını sonunda bölüşecek ve sömürecek olmanın heyecanıyla, yüzlerce yıldır hayalini kurdukları İstanbul’u işgal etmenin coşkusuyla İstanbul Boğazı’na girdiklerinde, cepheden dönen büyük kurtarıcıyla kafa kafaya gelirler. Avrupa’dan gelen emperyalizmin işgalci donanmasıyla, Asya’dan gelen Türklerin efsane komutanı aynı anda girerler İstanbul’a...

Durum çok acının ve çok üzüntü vericinin de ötesinde ümitsiz, kapkaranlık, korku ve dehşet vericidir. Fatih’in büyük fethinden bu yana, 465 yıldır Türklere ait olan İstanbul ilk kez düşman gemileriyle ve düşman postallarıyla geçilir. Türk’ün tarihinin en acı günlerinden biri olan o korkunç günde, bütün bu makus talihi tersine çevirebilecek tek adam da, tam o gün, o anda İstanbul’a ulaşır. İstanbul’a, Başkent’e celladının batıdan girdiği gün, kurtarıcısı da doğudan gelir...

55 gemiden oluşan ve 3500 asker taşıyan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarına ait, arkasında emperyalizmin kara gölgesi olan filo, boğazda demir atar ve toplarını İstanbul’a, Saray’a ve stratejik bölgelere çevirir. Bu girişi ve manevraları, kendisini karşılamaya gelenler arasındaki yakın dostu Dr Rasim Ferid’le 2 - 3 saat beklemek ve izlemek zorunda kalan Mustafa Kemal, acı manzara karşısında; Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim, ne yapıp yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı, der. Osmanlı’nın orduları dağıtıldığı ve elinde hiçbir deniz ulaşım aracı bırakılmadığı için, işgal kuvvetlerinden ricayla alınan bir istimbotla Haydarpaşa’dan Galata’ya geçebilir...

Denizin ortasında dev bir çelik ormanının arasından, yanlarında küçücük kalan bir istimbotla geçerken, durumun bütün korkunçluğu, yenilginin ve düşman askerlerinin işgalinin acı, buruk bakır tadıyla, insanın boğazında düğümlenen, gözyaşlarını zorlayan ve gelecekteki korkunç belirsizliği ve tehlikeleri işaret eden manzara karşısında, istisnasız herkesin içinin utanç, korku ve endişeyle dolduğu o anlarda bile, Mustafa Kemal umudunu, kararlılığını, inancını, idealini kaybetmez. İçinde karmakarışık duygularla, derin düşüncelerle karşısındaki dehşet verici manzarayı izlerken, yaverinin gözyaşlarını görünce, o ünlü sözü dökülür zarif dudaklarından; Ağlama çocuk, geldikleri gibi giderler...

İstanbul’u işgal eden zırhlıların arasından geçerken, Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin işaretini verdiği o muhteşem kararlılık ifadesi sözünü söylediği istimbot, bu sözün tam 100. yılında, 13 Kasım 2018’de abide - müze olarak Türk tarihindeki hak ettiği yeri almayı bekliyor. Milli Mücadele’nin kazanılmasıyla millileştirilen ve 1923’te Seyr-i Sefain idaresince satın alınan istimbota Kartal adı verilir. 1974’te Devlet Deniz Yolları’na geçen Kartal, İstanbul Liman İşletmesi’ne devredilir. Bu geçişte sicili değiştiği için adı Kartal II olur. Daha sonraki süreçte de bir Türk müteşebbis tarafından satın alınır ve gemi kurtarma ve yedekleme işlerinde canla başla çalışır ve Türkiye’ye hizmet eder. 2014’te hurdaya ayrılır ve Tuzla’da kaderine terk edilir...

Kartal İstimbotunu ziyarete, Ata’mızı tanıdığı ve O’nu taşıdığı için, zaten baştan hayranlıkla gelmiştim bakıma alındığı tersaneye, ama onu görür görmez, güçlü ve sağlam görünüşünden çok etkilenmiştim. Yaşlı ve hırpalanmış buharlı bir gemi, bir römorkör olan Kartal İstimbotu, baltabaş burnuyla, başı dik ve mağrur, korkusuzca denizleri yara yara ilerleyen bir külhanbeyini andırıyordu...

1911 yılında Hollanda’da Fransızlar için yapılan ve 1918’de Fransız işgal kuvvetlerinin emrinde olan, 22 metrelik, 80 tonluk Kartal İstimbotunun Mustafa Kemal Paşa’yı Haydarpaşa’dan Galata’ya taşıdığı zamanki adı, Enterprise. Bu ada aslında hepimiz aşinayız. Enterprise, çocukluğumuzun efsane dizisi, bize Kozmosu sevmeyi ve sırlarını merak etmeyi öğreten, ufkumuzu genişleten Uzay Yolu dizisindeki; ... ‘cesurca, daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere gitmek’ göreviyle, bilinmeyen Uzay’ın derinliklerine doğru 5 yıllık bir yolculuğa çıkmış olan Yıldız Gemisi’nin de adı. Türkçeye girişim, teşebbüs, atılım olarak çevirebileceğimiz Enterprise, dizide hepimizin sevdiği Atılgan adıyla anılırdı...

107 yaşındaki römorkör, aynı zamanda Cumhuriyet Donanması’nın ilk ve en yaşlı unsurlarından da biridir ve korunmayı, gelecek nesillere şerefli bir miras olarak aktarılmayı hak etmektedir. Bence Enterprise (Atılgan) – Kartal – Kartal II, Mustafa Kemal’e yakışan, geldikleri gibi giderlere yakışan, efsane olmaya layık yiğit ve çalışkan bir denizcidir. Neredeyse 100 yıl Türkiye’ye hizmet etmiştir ve bugün, büyük Türk tarihinde kendine ait muhteşem yerine hoş gelmiştir...

Kartal’ı bize geri kazandıranlar, yalnızca o güzel buharlı geminin kendisini değil, Mustafa Kemal’in; ‘geldikleri gibi giderler’ kararlılığını ve ‘umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır, ben umudumu hiçbir zaman yitirmedim’ sözleriyle vücut bulan sonsuz inancını ve güvenini de yeniden Türk Milleti’yle buluşturacaktır. Kartal İstimbotunun temsil ettiği, kendi gücüne güvenen ve asla pes etmeyen, asla vaz geçmeyen ruh hali, 100 yıl sonra bugün de kasvetli, korkutucu ve geleceği belirsiz günler geçiren Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti için gereken kurtuluş kararlılığının ta kendisidir...