Seven, destekleyen, kendi yazıyormuş gibi hisseden her yaştan, her meslekten, her düşünceden, hatta iktidar partisine oy vermiş olanlardan bile ne kadar çok insan varmış. Mahkemeye; “Sayın Hakim... Biz bu yazarı tanırız, ne olup olmadığını biliriz” diyecek yüzlerce tanık getireceğim.
Avukatlarıma soracağım.
Savcı aleyhimize konuşan 12 gizli tanık bulmuş. Benim ise açık kimliğiyle lehimde tanıklık yapacak kaç kişi getirme hakkım var?
E. Posta’yı açıyorum:
Yüzlerce mektup.
Biz seni biliyoruz.
Sokağa çıkıyorum:
Bu çamur sana yapışmaz.
Telefonum çalıyor:
Bilmediğim bir numara.
Açıyorum.
Kelimelerine ipotek koymadan konuşan bir hanım: “Benim adım (.......), 60 yaşındayım. Emekli Kurmay Albay eşiyim. Kocamı Ergenekon Davası sanığı olarak gözaltına almışlardı. Ben Ziraat Bankası şubesinde memur olarak çalışıyordum. Beni de Erzurum Ziraat Bankası’na sürgün ettiler. Siz o sırada VATAN Gazetesi’nde yazıyordunuz: ‘Bu banka çalışanı hanımın ne suçu var... Hukuksuzluktur’ diyen yazıları günlerce sürdürdünüz. Kampanya başlatınız. Beni şahit olarak yazdırın. Geleyim Sayın Hakim’e herkesin Fetullah’a selam durduğu günlerde siz onun düzenine karşı çıktınız, anlatayım...”

★★★

Kapının zili ötüyor:
Açıyorum.
Mahallemizin sakini.
İstanbul Emniyeti Organize Suçlarlar Mücadele Dairesi eski Müdürü Adil Serdar Saçan.
Buyur içeri diyorum.
Hayır girmeyeceğim.
Bir diyeceğim var, söyleyip gideceğim: “Aynı mahalleliyiz. Bu sokağın bir ucunda Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, diğer ucunda SÖZCÜ yazarı sen oturuyorsun. Biz seni yıllardır, sadece yazılarından değil, mahalle yaşantından, ne yaptığından, ne ettiğinden, sana kimlerin gelip, kimlerin gittiğinden, ne giyip, ne içtiğine kadar biliyoruz. Senin Fetullahçı olmadığına ben ve mahalleli şahitlik ederiz...”
Teşekkür ediyorum.
Masama dönüyorum.
Gazeteyi açıyorum:
Birinci sayfada haber.
FETÖ kumpasının ilk mağdurlarından Emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok konuşmuş. Resmini de koymuşlar: “Komutanlarımız bize selam vermeye korkarken Necati Doğru ve Emin Çölaşan FETÖ’ye karşı savaşıyordu. FETÖ’nün en güçlü olduğu dönemlerde, en çok eleştiren yazarların başında onlar geliyordu...”

★★★

Telefonum durmuyor:
Yazıyı yetiştireceğim, zamanın kısıtlı. Tanıdık numaraları, cevaben sonra ararım diye açmıyorum, tanımadığım varsa onları açıyorum.
İşte onlardan biri:
Genel Başkanımız görüşmek istiyor. Müsait misiniz? Bağlıyorum: “Siz hep cumhuriyeti, özgür düşünceyi, demokrasiyi savundunuz, yanınızda durduğumuzu bilmenizi isterim.”
Bu Ana Muhalefet lideri.
Kumaşında demokratlık var.
15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası günleriydi. Kendisine karşı darbe girişimi yapılmış Tayyip Erdoğan, parti liderlerini Yenikapı Mitingi’nde toplamış; önünde 3 milyon derya kalabalık, ana muhalefet partisi lideriyle havada elleri kenetlenmiş fotoğraf çektiriyordu. Ben bu köşede 27 Ağustos günü, “Tanka Çıksaydı...” başlıklı yazı yazmıştım. Ağır eleştiri yazısıydı: “.... 15 Temmuz gecesi FETÖ tankları Köprüyü tutmaya başladığı saatlerde Kemal Kılıçdaroğlu, “Beni eve götürmeyin, otomobili köprüye sürün, o darbeci bozuntularının tanklarının önünde duracağım” deseydi, diyebilseydi bugün Türkiye’de yine “milli birlik ve beraberlik kenetlenmesi” olurdu fakat muhalefet liderinin de büyük ağırlığı doğardı...” Bu yazıdan sonraki günlerde Tayyip Erdoğan, sanki kendisi o gece tanka çıkmış gibi Kemal Kılıçdaroğlu’nu “Tanka çıkmadın, eve kaçtın...” diye suçlamaya başladı.
Tanık olsun.
Onu da çağırabilirim.

★★★

Avukatlarımla konuşacağım.
Usule uygun bulurlarsa.
Yüzlerce tanık getirebilirim.
Bizi diğer gazetelerde yazarak destekleyen kalemlere, görüşlerini açıklayan hukukçulara, yolda yürürken karşılaştığımda “sıkma canını, bu da geçer, göktaşı düşmüş gibi aydınlık günlere Türkiye yine kavuşur” diye sarılan tanımadığım vatandaşlara teşekkür ederim.