Türkiye’de sağlık sorunu büyük boyutlarda... İnsan, başına geldiği vakit bunu daha iyi anlıyor.
Gazeteci arkadaşımız Rahmetulllah Karakaya’dan ıstırap dolu bir mektup aldım. Eski yıllarda onunla “Son Çağrı Gazetesi”nde beraber çalışmıştık. Sözüne güvenilir, düzgün bir meslektaşımızdır.
Rahmetullah’ın mektubunu okuyunca “Hani AKP sağlık alanında büyük hamleler yapmıştı?” diye acı acı düşündüm.
Ülkeyi yönetenler hep bununla övünüyor ama hani nerde?
Rahmetullah Karakaya, kanser hastası olan baldızı Rukiye Adıtatar için başvurmadık siyasetçi bırakmadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Başbakan Binali Yıldırım’a, Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ’a ve Sağlık Bakanı Ahmet Demircan’a, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya mektuplar yazdı, dilekçeler gönderdi.
Sonuç: SIFIR!
Onun derdiyle ilgilenen olmadı.

* * *

Üzüntü içinde olan meslektaşımızın bana yazdığı mektup ne yazık ki, çok geç elime geçti. Diyor ki:
“Başı hariç, felç olan baldızım Rukiye Adıtatar, bugün itibarıyla 360 lira dul ve yetim maaşı alıyor.
Devlet güya bakıma muhtaç hastalara bakım ücreti ödüyor.
Fakat, yaptıkları yönetmelik ödeme yapmamak üzere programlanmış!
Bakıma muhtaç 90 yaşındaki kayınvalidem Nuriye Adıtatar ve baldızım Rukiye Adıtatar aynı evde kalıyor.
İki kötürüm hasta için Beştepe (Cumhurbaşkanlığı), Başbakanlık, Çalışma Bakanı, Aile Bakanı ve Sağlık Bakanı’na yazdığım ve taahhütlü olarak gönderdiğim dilekçeler ektedir. (Mektuba dilekçelerin fotokopileri eklenmiş.)
Bu dilekçeler adı geçen devlet yöneticilerine gitti. Peki, sonuç ne? Beş dilekçeye tek kelime ile bile cevap verilmedi. Sonuç: SIFIR.
Nisan 2017’den beri tuttuğumuz bakıcı için her ay (2 bin liralık emekli maaşımın) 1000 lirasını ben ödüyorum.
Helali hoş olsun. Kalan 1000 lirayı da İstanbul Kayışdağı veya Beykoz Karlıtepe’ye yapılacak 12 minareli camiye bağışlamaya hazırım.”
(Rahmetulllah Karakaya-0 533 711 10 65)

Dursun Atılgan’ın mektubu


Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Dursun Atılgan’dan bir mektup aldım. Türk ve Türkiye adları konusundaki tartışmalara katılarak (özetle) diyor ki:
“Gazetelerde okuyorum: ‘Türk ve Türkiye adları, bu adlara lâyık olanlar tarafından kullanılacakmış.’
“Bu iktidarın, Türk ve Türkiye sözcüklerini bazı kuruluşların isimlerinden çıkarmak teşebbüsü karşısında gerçekleri anımsatmak, en azından bir insanlık görevimizdir. Hafızamızı yokladığımızda, Türk ve Türkiye değerlerine kimlerin, hangi partilerin karşı çıktığını hemen anımsarız. Bunlar:
- Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişini sildirenlerdir.
- T.C. kısaltmasını kamu kuruluşlarından çıkaranlardır.
- Türk, Türkiye ve Atatürk adlarının Anayasa’dan çıkarılmasını tartışmaya açtıranlardır.
- Türk kimliğini “Üst Kimlik” olarak tanımayacak kadar gafil olanlardır.
- Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni sonlandırmak için amansız çalışmalar yapanlardır.
- Atatürk milliyetçiliği kavramının Anayasa’dan çıkarılmasını isteyenlerdir.
- “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan andımızı, bölücü terör örgütlerine ödün vermek anlamına gelen “Açılım sürecinde” yasaklayanlardır.
Bu liste uzatılabilir.
İktidar, kimin hangi meslek kuruluşunun Türk ve Türkiye adlarını kullanmaya lâyık olduğuna karar verecek hakka sahip değildir.
Yasaklamalarla hükümet edilemez!
Hükümet etmek işi, insanlık, yurttaşlık değerlerinin ve aklın ön planda tutulmasını gerektirir.”

TEBESSÜM

Ege Yunan gölü müdür?


Ege, uzun yıllardır Türkiye ile Yunanistan arasında ihtilaf konusudur. Karasuları, adalar, kayalıklar, hava sahası, vs.
Bu durum rahmetli Demirel’in başbakanlığı zamanında da böyleydi.
Yunan gazeteleri “Ege bizimdir. Ege bir Yunan gölüdür” diye yırtınıyorlardı.
Yabancı gazeteciler Başbakan Demirel’e “Ege, iddia ettikleri gibi Yunan gölü müdür?” diye sordular.
Demirel:
“Ege asla Yunan gölü değildir” dedi ve ekledi:
“Ege Türk gölü de değildir... Çünkü Ege göl değildir!”

GÜNÜN SÖZÜ


Zafer ve yenilgi arasında sadece bir adım fark vardır!

11rahmibey30cm