Adına “Cumhurbaşkanılığı Hükümet Sistemi” denilen yeni bir döneme girdik. Defalarca yazdığım gibi “Türk işi Başkanlık Sistemi” bu...  Dünyada örneği yok!
Türkiye’nin en deneyimli devlet adamı “Milli Merkez Başkanı Hüsamettin Cindoruk’tan bir mektup aldım. Kısaltarak naklediyorum:

* * *

Yeni düzenleme ile devletin omurgası değişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı kaldı. Bütün erkler bir Başkanın dolaylı ve dolaysız elinde toplandı.
Rahmetli Prof. Erdoğan Teziç bu modeli “Afrikacı Başkanlık sistemi” etiketi ile adlandırmıştı. Tıpkı Habeşistan gibi.
Şimdi “Tek Başkan” düzeni ya da macerası başladı.
Bir Başbakan, “Hoş Memo” gibi bir adam, gülerek, oynayarak son Başbakan’ın gidişini, yok oluşunu olumlu bir devrim gibi meydanlarda anlattı. Halk da alkışladı. “Güle güle” dedi.
Türkiye Cumhuriyeti tam 98 yıldır yaşıyor. Yüce Meclis ile yaşıt.
Kenan Evren bir diktatördü. Demirel’i, Baykal’ı, beni Zincirbozan’a kapattı. Meydanlarda sövdü, saydı. Ne var ki, parlamenter sisteme dokunmadı. Sonra gitti. Resim yapıp öldü. Siyaset o yarayı sardı.
Şimdi bizler, seçimle bir asker darbecinin yapamadığını, bir sivil darbeye teslim etme tehlikesi ile karşı karşıyayız.

* * *

Seçimde yapılan ittifaklarla, sadece parti barajları aşılmış, ancak geniş temsil olanakları ise sağlanamamıştır.
Bu seçimde temel kurum; görev ve yetkileri kısıtlanmış olsa bile yine Meclis’tir. Çünkü Anayasayı düzeltme görevi, yetkisi kuramsal olarak sürüyor.
Türk Kamu Hukuku tümü ile Başkanlık sistemine aykırıdır.
Düşünün, beş binden fazla kanunun son fıkrası der ki, “Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.”
Binlerce yönetmelik, tüzük, ilgili mevzuat, Başbakanlık dahil bütün Bakanlıkların organik kanunları, kuruluş ve yürütme mekanizmaları var.
Yüz yıllık bir devlet.
Türkiye alt-üst, ters yüz olmaya gidiyor!

* * *

Yüz yıllık bir devleti yeniden kuracağız. Bir kişinin “çılgın projesi” ile karşı karşıyayız.
Ben bunu halka yeterince anlatamadık düşüncesindeyim...
Ben böyle Türkçesi bozuk, siyasi mantığı düşük, senaryosu, konusu olmayan bir iktidar kadrosu ile karşılaşmadım.
İktidar partileri elbette yaptıkları ile övünürler. Ne var ki, devleti kötülemez, rakiplerini küçük düşürmezlerdi. Vaat ederlerdi. Desteksiz konuşmazlardı.
İktidar davamız dediği karşı devrimi gerçekleştiremedi, Cumhuriyet ve millet direndi, direniyor.
Erdoğan, hem Cumhurbaşkanı, hem iktidar partisinin tartışılmaz ve karşı koyamaz Genel Başkanı. Dahası var, Başkomutan asker elbiseleri ile askeri harekât yönetiyor. Devletin sivil-asker kadroları, gücü, araçları ile seçime yükleniyor. Medya kuruluşlarını denetliyor, el değiştirmelerini sağlıyor, kontrol ediyor.
Cumhurbaşkanı, partisinin Genel Başkanı sıfatı ile 600 milletvekili adayını tespit ediyor. Belediye başkanlarını istifa ettiriyor. Hukuki dayanağı olmayan fiili otorite sağlıyor.
Meclis’te egemen parti kadrosunu da Cumhurbaşkanı tayin ediyor. İnanılmaz bir durum.

* * *

Prof. Ahmet Ercan, bu kanalın İstanbul’un deprem riskini tetiklediğini söylüyor. Bir başka bilim adamı da, “Yüce Allah, iki boğazı açarak üç denizi dengelemiş, jeolojik yapıyı tamamlamıştır. İlahi gereklilik olsa, bu deneyimleri doğrudan bir boğaz daha açarak yaratırdı” diyor.
Türkiye giderek Kenan Evren dönemine koşuyor. Bu seçim, 12 Eylül darbesine dönüyor. Referandumla.
Liderler, yazarlar, gazeteciler tutukluydu. Yasaklar her gün çoğalıyordu. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, Türkiye ilişkilerini askıya almıştı.
Şimdi maalesef öyle bir döneme doğru koşuyoruz!”

TEBESSÜM

Başbakan’ın son ziyareti!


Türkiye’nin son Başbakanı Binali Yıldırım görevini bırakmadan önce en son ziyaretini bir fabrikaya yapmış. Ekonomik sorunlar konuşulurken işçinin birine:
“Geçinebiliyor musun?” diye sormuş.
“Ek iş yapıyorum” diye cevap vermiş işçi. Binali Bey sormuş:
“Nasıl bir ek iş?”
“Mobilya satıyorum.”
“Peki, işler nasıl?”
“İyi sayılır efendim... Fakat evdeki mobilyalar bittikten sonra ailece ne yaparız bilemiyorum.”

GÜNÜN SÖZÜ


Toplum olarak başarısız olma sanatını öğrendik. Bu da önemli bir beceridir!

rtt

sozcu-banner-1