Sabaha karşı evlere dalga dalga girildi. Kimlerin tutuklanacağını önceden gazetelerde, televizyonlarda duyuran yazarlar vardı. Merak etmeyin onların çoğu yine görev başında. “Ergenekon”, “Balyoz”un kurgu olduğu bilinmesine rağmen, hep onları sopa olarak kullandılar ve yapacaklarını da yaptılar. Ama, sıra yapanlara bir türlü gelmedi.

“Ergenekon” olarak bilinen davanın Mahkeme Başkanlığını Köksal Şengün yapıyordu. Kararlarıyla, mahkemenin diğer üyeleriyle ters düşüyordu. Köksal Şengün’ün sağlığı bozuldu. Tutuklamaya sevk edenler, tutuklayanlar terfi ettiriliyor; tutuksuz yargılama isteyen, arama kararları vermeyenler de Oktay Kuban gibi sürgüne gönderiliyordu.

“BÖYLE ÖRGÜT OLMAZ”

2007 yılında başlayan soruşturmalar döneminde yaklaşık 100 bin kişinin telefonu usulsüz olarak dinlendi. Büyük bir arşiv oluşturuldu. Yasadışı olarak dinlenen telefonlarda, suç unsuru konuşmalar varsa, bunlar daha sonra alınan dinleme kararına, sanki dinleme kararından sonra yapılmış konuşmalarmış gibi eklendi. “Ergenekon” olarak bilinen davanın görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk başkanı Köksal Şengün’ü dinliyorum:

“Başından beri verdiğim kararlar, böyle bir örgütün olamayacağı yolundaydı. Çünkü, öyle bir örgüt olamayacağına yürekten inanıyordum. Ne olduğu belirsiz kişilerle, 40 çeşit insanı en alttan en üste kadar bir araya toplamışlar. Bunların bir araya gelmeleri, birlikte örgüt kurmaları eşyanın tabiatına aykırı. Yıllarca örgüt davalarına bakan bir yargı mensubu olarak şunu biliyorum ki asla böyle bir örgüt, örgütlenme olmaz.

Bu konuda benim kararlarım da hep bu yöndeydi. O dönem, böyle bir örgüt yaratıldı. Hâlâ da benzer örgütler yaratılıyor. Hiçbir şeyden ders almıyoruz. Ergenekon örgütü diye yaratılan ve bugün ne olduğu görülen o iddialardan da, yaşananlardan da ders alınmadı. Aslında onlar da ne olduğunu çok iyi biliyordu. Çünkü, bu işlerin içindelerdi. Konuşulacak, söylenecek çok şeyler var. Ama daha fazlasını söyleyemiyorum.

İNANIN KAHROLUYORDUM 

Şimdi bakıyorum, o dönem Ergenekon örgütü olduğunu yayanlar, bunun öncülüğünü yapanlar sanki hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi, sütten çıkmış ak kaşık gibi kendilerini gösteriyorlar. Şöyle bir geriye dönüp baksınlar ve neler yaptıklarını hatırlasınlar. Ama bakmıyorlar. Geriye dönüp bakmadıkları için de ileriye, doğru adım atamıyorlar.

Bu davada, yasanın aradığı terör örgütü suçu zaten oluşmazdı. Bakın, Danıştay saldırısına katılan Osman Yıldırım’la, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u aynı terör örgütünün mensupları diye aynı torbaya koydular. Böyle bir örgüt olur mu? Her şey bu kadar da basit değil.

Bunu yapan savcılara, hakimlere  üzülüyorum, mesleğim adına kahroluyorum. Bir hukukçu bu yaklaşımda nasıl bulunur? İnsanları siz 6-7 yıl cezaevinde tutacaksınız, sonra bir gün bir şeyler olacak, o tuttuğunuz insanlara ‘Hadi git’ diyeceksiniz. Peki, cezaevinde çekilen o ağır şartlar  ne olacak? Bir de devlet onlara tazminat verecek. Tazminat ödemekle, insanlara kaybolan  yıllarını geri getirecek misiniz? Tazminat ödemekle haksızlıkların giderilmiş olacağını düşünmek bile gülünçtür.”

SABİT OLMASI, OLMAMASI

Fetullahçı Terör Örgütü’ne, “Ergenekon Terör Örgütü-ETÖ” kurgusu yapmak eyleminden dava açılmadı. ETÖ davasında ise “Bu dava bir kurgudur” yerine “Varlığı ispat edilememiştir” deniliyorsa, o kumpasları kuran ve içinde olanlarla mücadele edildiği hikayedir. ETÖ’ye kurgu denilmemesi, FETÖ’ye destek olan siyasilerin sorumluluğunun gündeme gelmemesi için olduğu anlaşılıyor.

Ergenekon’da, “Suçun İŞLENMEDİĞİNİN sabit olması” şeklindeki Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 223/2-b maddesi yerine, “Suçun İŞLENDİĞİNİN sabit olmaması” şeklindeki CMK 223/2-e maddesine göre beraat istendiğini savcılık görüşünün 629-658 sayfalarında görebiliyoruz. Yani beraat, böyle bir suç işlenmediğinden değil, kanıt yetersizliğinden istenmiş oluyor.

Olması gereken Ergenekon’da, kanıt yetersizliğinden değil, Ergenekon’un bir kumpas olduğu ve bir suç işlenmediği gerekçe gösterilip (CMK 223/2-b) diye beraat verilmesidir. Beraat kararının ardından, bu kurgunun içinde yer alanların çıkarılması için suç duyurusunda bulunulmasıdır. Aksi halde haklarında beraat kararı verilenler, gerekçe nedeniyle karara karşı hukuk yoluna başvurmak durumunda kalabilirler.