Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın hakkındaki soruşturma ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve 37 komutanı hedef alan Şemdinli İddianamesi’nin hazırlanması, iktidar ve o dönem cemaat olarak adlandırılan yapının yargı ayağı tarafından gerçekleştirilmişti. Unutmayalım, iftira sonucu cezaevine atılan üniversite genel sekreteri Enver Arpalı da, cezaevinde intihar etti. “Askeri vesayet” ile mücadele adı altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumları tahrip edildi, işlevini kaybetmesine yol açıldı.

“Devleti ele geçirmek” amacı içinde olanların unutmaması gereken temel gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi müktesebatı, tarihi geçmişi, birikimi olan bir devleti fiilen ele geçirmek mümkün değildir. Ancak, anayasal kurumları tahrip edilebiliyor, kaosa yol açılabiliyor. Kamu yönetimindeki liyakat ve ehliyet dışı yapılanma sebebiyle, kurumlar görevini ve işlevini yapamaz hale getirilebiliyor.

TBMM’DE GİZLENEN İKİ RAPOR

Yücel Aşkın, Yaşar Büyükanıt, Şemdinli olaylarında tutuklanan iki astsubay soruşturmalarına yönelik olarak, soruşturma savcısıyla iktidar arasındaki ilişkileri sorgulayan yazılı soru önergeleriyle, konuşmalarıyla gündemde tutan isimlerin başında dönemin CHP Milletvekilleri Atilla Kart ve Ahmet Ersin geliyordu.

TBMM’de kurulan Şemdinli Komisyonu’na başkanlık yapan dönemin AKP Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu, Diyarbakırlı işadamı Mehmet Ali Altındağ’ın, askerleri suçlayan ifadesini komisyondan habersiz olarak savcıya göndermişti. Bu yüzden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na Atilla Kart, suç duyurusunda bulunmuştu.

Dahası, Şemdinli olayları TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda, TBMM’de kurulan Şemdinli Olayları Araştırma Komisyonu’nda ele alınmasına rağmen iki rapor da TBMM Genel Kurulu’nda gündeme alınmadı, milletvekillerinden gizlendi ve olaylar unutturuldu. Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a yapılan haksızlığa karşı nasıl mücadele verenler olduysa, Büyükanıt ile dönemin Başbakanı arasında 4 Mayıs 2007 tarihinde yapılan “Dolmabahçe Görüşmesi”nin, anayasal rejime yönelik iddiaları da yeterli olmasa da konuşuldu. Yargının görevini nasıl savsakladığını, kötüye kullandığını gösteren gelişmeler, bu 2 olayda da tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı.

“FERHAT SARIKAYA KANUNU”

Ferhat Sarıkaya hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 2006 yılında soruşturma açılmıştı. Hakim ve cumhuriyet savcılarının, görev, yetki sınırları Anayasa ve yasalarla düzenlenmiştir. Bu yetkilerin kullanılmasında yargı etik kurallarına uygun olarak gereken dikkat, özen ve duyarlılığın da gösterilmesi esastır. Bunlara uymayan Savcı Sarıkaya, HSYK kararıyla 20 Nisan 2006 yılında meslekten ihraç edildi.

Ne olduğuna bakalım: Meslekten çıkarılan Ferhat Sarıkaya’ya, AKP’li bakanlar sahip çıktı, yeniden mesleğe dönmesi için 18 Aralık 2010’da  “Ferhat Sarıkaya” olarak tanımlanan yasa ile göreve dönmesinin yolunu açtılar. Dönemin HSYK üyelerinden Ali Suat Ertosun, Zeynep Kavlak ve Ziya Özcan bu dönüşe karşı oy kullandılar.

GELDİĞİ GÜN ATILDI

15 Temmuz darbe girişiminden sonra 24 Ağustos 2016 tarihinde itirafçı olan Ferhat Sarıkaya’nın görevden alınması 26 ay sonra gerçekleştirildi. Meslekten ihracının neden geciktiğini HSK’nın bir yetkilisi şöyle anlattı: “Ferhat Sarıkaya ile ilgili dosya 23 Mart 2018’de tetkik hakimine havale edildi. Kovuşturma izni ve savunma istendi. HSK İkinci Dairesi’nin ilk oturumunda 17 Temmuz 2018’de kovuşturma izni verildi. O süreçte müfettiş raporu beklenmişti. Dosyasını Van-Erciş Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdik.  Ferhat Sarıkaya’nın savunması 31 Ekim 2018 tarihinde geldi. Aynı gün durumu gündeme alındı ve ihracına karar verildi.” İşte, bazıları Ferhat Sarıkaya gibi kullanılıp atılıyor. Kendini böyle kullandırmak Cumhuriyetin savcısına yakışır mı, değer mi hiç?