“Kent ve kasabalarda oturan Müslüman ve Hristiyan halkın büyük bir bölümü karşılık (bedel) ödeyerek askerlik görevinden kurtulma olanağına sahipken, yoksul köylü, özellikle Türk köylüsü böyle bir olanaktan yararlanamıyor. Demek ki askerlik yoksul köylüye düşüyor. Yoksul Türk köylüsüne...” (Parvus Efendi, Türk Yurdu, 8 Mart 1912)

[caption id="attachment_2547678" align="alignnone" width="880"]II. Mahmut’un kurduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu. II. Mahmut’un kurduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu.[/caption]

Bedelli askerlik teklifi geçtiğimiz hafta TBMM’den geçerek yasalaştı. 1 Ocak 1994 öncesinde doğanlar, 15 bin Türk Lirası ödeyip 21 gün temel askerlik eğitimi alarak bedelli askerlikten yararlanacak. İşin özeti şu: Parası olan bedel ödeyerek askerlik yapmayacak, parası olmayan askerlik yapacak. Tıpkı 172 yıl önce Osmanlı’da olduğu gibi...
Nasıl mı? Şöyle:

OSMANLI’DA ZORUNLU ASKERLİK

1826’da II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdı, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ordu kurdu. Hazırlanan kanunnameye göre mühtedi (dönme) olmayan, Türkçe konuşan Müslümanlardan ahlaklı ve sağlıklı olanlar bu yeni orduya yazılacaktı. Asker olma yaşı 15 ile 35 yaş arasındaydı. Askerlik 12 yıl olacaktı. Askerlere her yıl bir kez, 6 ile 8 ay arasında izin verilecekti. 12 yıl askerlik yapanlar emekli olup maaş alabilecekti. Askerlikte “hüsn-i rıza” yani “gönüllük” esastı. Ancak uygulamada bu “gönüllük” pek de geçerli değildi. Valilerin atadığı memurlar, halk içinden istedikleri kişileri asker olarak seçme hakkına sahipti. Bu memurlar, gençleri zorla alıp götürüyordu.

Örneğin Abdülmecit döneminde Osmanlı’da görevli bir İngiliz subayı bakın neler anlatıyor: “Yeniçerilik yerine kullanılan nizamiye askeri teşkilatı daha baştan beri halka çirkin ve ağır görünüyordu. Çok cahilce uygulanan baskı ve şiddet yöntemi halkta bu nefreti ve çekingenliği doğurmuştu. Evli olsun, bekâr olsun, milletin gençleri vilayetlerde yakalanıp elleri kelepçeleniyor ve en yakın kasabaya sürükleniyorlar; orada epey bir süre başkalarının da toplanmasını bekleyerek bit ve pislik içinde hapis kalıyorlardı. (...) Bu yeni askere verilen yemek kötü idi. Gördükleri muamele hayvanca idi.” (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VI, s.158).

1840’larda bu ordunun mevcudu ancak 118.400 kişiye ulaşabildi. Bu ordu, Osmanlı-Rus Savaşı’nda ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa karşısında yenildi.
12 yıl askerlik çok uzundu. Gençlerin, 12 yıl evinden, barkından, çiftinden, çubuğundan uzak kalması özellikle Türk köylüsüne çok zarar veriyordu.
Askerlik işlerini yeniden düzene koymaktan başka çare yoktu.

KURA SİSTEMİ

1798’de Fransa’da başlayan zorunlu askerlik,1820’lerde Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından başarıyla uygulandı.
Osmanlı’da da 1839 Tanzimat Fermanı ile askerliğin, Müslüman ve Müslüman olmayan herkesin yerine getirmesi gereken “zorunlu bir yükümlülük” olduğu ve askerlik süresinin kısaltılacağı belirtildi.
“Vatan deyince herkesin kendi evini ve köyünü anladığı” bir ortamda askerliğin bir “vatan görevi” olduğunu anlatmak kolay değildi. (Karal, s. 161).
Osmanlı’da zorunlu askerliğe Balkanlar’da, Arabistan’da ve Güney Doğu Anadolu’da tepki gösterildi. Zorunlu askerliğe yönelik genel direnci kırmak için kura sistemine geçildi.
Osmanlı, 1843, 1846, 1870 ve 1886’da kura  kanunnameleri hazırladı... 1846 ve 1870 Kura Kanunnamelerine göre kuraya 20-25 yaş arasındaki Müslümanlar katılacaktı. Kura sonucu asker olanlar, 5-6 yıl nizamiyede askerlik yapacaklar, 6-7 yıl boyunca da yılda bir defa redif birliklerinde askeri eğitim göreceklerdi. Böylece daha önce 12 yıl olan nizami askerlik, 5-6 yıla indirilmiş oldu.
Aslında kura çekimine katılan herkes askerlik yapacaktı. Kurada adı çıkanlar, “tertib-i evveller” normal sürede askerlik yaparken, kurada çıkmayanlar, “tertbi-i saniler” devletin belirleyeceği daha kısa bir süre askerlik yapacaklardı.
Ancak kura sistemi de Osmanlı’nın asker ihtiyacını karşılamaya yetmedi. Yaşını küçük göstererek, köylerini terk edip dağlara kaçarak, kendilerini sakatlayarak veya memurlara rüşvet vererek askerlikten yırtmaya çalışanların sayısı gittikçe arttı. Bazı bölgelerde kuraya katılmak istemeyenler isyan bile ettiler.

OSMANLI’DA BEDELLİ ASKERLİK

1839’da askerliğin tüm Müslümanlar için zorunlu olması, Osmanlı’nın ayrıcalıklı sınıflarını rahatsız etti. Zenginler için 1846’da “Bedel-i Şahsi” uygulamasına geçildi. Kura çıkıp 5 yıllık zorunlu askerlik yapmak istemeyenler kendilerinin yerine bir başkasını askere gönderebilecekti. Araplar değil, yalnız beyazlar “bedel” olabilecekti. Bedel olacak “beyaz kölenin”, doktor muayenesinden geçirilerek askerliğe uygun olup olmadığı belirlenecekti. Kendi yerine başka birini bedel olarak 5 yıl zorunlu askerliğe gönderenler, sadece 7 yılda bir redif birliklerinde askeri eğitim göreceklerdi. Bedele verilen para 6 taksitle ödenecekti.
Fakat zamanla bedel komisyoncuları ortaya çıktı. Bedelciler bedel veren ve alan kişilerden yüklü paralar aldılar.
1865’te Bedel-i Şahsi kaldırıldı. Onun yerine “Bedel-i Nakdî”ye geçildi. Böylece zorunlu askerlikten kurtulmak isteyen zenginlerden “bedel akçesi” alınmaya başlandı. 1870 Kanunnamesi’ne göre askere gitmek istemeyen zenginler, 15.000 kuruş (150 lira) bedel-i nakdi ödeyeceklerdi. 1872’de bu miktar 100 Osmanlı lirasına, 1886’da 50 Osmanlı lirasına, 1911’de 30 Osmanlı lirasına indirildi. Bedel-i Nakdi verenler, bulundukları bölgedeki askeri kıtalarda 3-5 ay askerlik yapacaklardı.
Şahsi ve Nakdi bedel verenler bağ, bahçe, ev, arsa satmadan bedeli karşılayacak kadar gelire sahip olduklarını belgelemek zorundaydılar.
1856 Islahat Fermanı’nda Hristiyanların da askerlik yapması kabul edilmekle birlikte Hristiyanlar “cizye” yerine “bedel” ödeyerek askerlikten muaf olmaya devam ettiler.

[caption id="attachment_2547685" align="alignnone" width="880"]1846 Kura Kanunnamesi’nde bedelli askerlikle ilgili bazı açıklamalar. 1846 Kura Kanunnamesi’nde bedelli askerlikle ilgili bazı açıklamalar.[/caption]

Osmanlı’da askerlik yapmayanlar


1846 Kanunnamesi’nde askerliğin “bütün Müslümanlara farz” olduğu belirtilmekle birlikte Osmanlı’da hiçbir zaman bütün Müslümanlar askerlik yapmadı. Osmanlı’da askerlik konusunda hep bir eşitsizlik ve adaletsizlik vardı.
Örneğin, Anadolu’da fakir Türk çocukları önce 12, sonra 5-6 yıl askerlik yaparken Hicaz ve Yemen’dekiler 2 yıl, Trablusgarp ve Fizan’dakiler 1 yıl askerlik yapardı.
Başkent İstanbul halkı (Galata, Eyüp ve Üsküdar’da yaşayanlar) askerlikten muaftı. Başka yerlerden İstanbul’a göç edenlerin burada doğan çocukları da askerlikten muaftı. 1876 tarihli Kanuni Esasi’de İstanbul halkının sadece seferberlik dönemlerinde -üstelik İstanbul’un içinde bir kışlada- 6 ay bir askeri eğitimden geçirilmelerine karar verildi.
Sisam ve Girit’te yaşayan Müslümanlar da askerlikten muaftı. Yalnızca Girit’teki Müslümanlar ada içinde sadece 6 ay askerlik yapıyordu.
Suriye, Irak ve Doğu Anadolu’daki çok sayıda aşiret de fiilen askerlikten muaftı. Aşiretler devlete asker vermeyi reddetmişti.
Haneden mensupları, padişahın özel korumaları, padişahın özel hizmetçileri ve Mızıkayı Humayun mensupları, saraydaki Hazine-i Hassa görevlileri, padişahın özel ferman çıkararak “askerlikten muaftır” dediği kişiler; Mevlana Celaleddin Rumi’nin, Abdülkadir Geylani’nin, Ahmed Rufai’nin soyundan gelenler, zayıflar, körler, topallar ve hastalar, evine tek başına bakmakla yükümlü “yalnızlar”, kalemiye, mülkiye görevlileri, Divanı Hümayun görevlileri, hâkimler, kadı okulu öğrencileri ve kadılar, müftüler, tekke sahibi tarikatların şeyhleri, cami imam-hatipleri, müezzinler, hocalar, diğer cami görevlileri, mollalar, tıbbiye öğrencileri ve doktorlar, çoğu tarikat mensubu ayrıcalıklı aileler, Hz.Muhammed’in türbedarlığını yapan kişiler, aynı zamanda yabancı ülke vatandaşı olup da Osmanlı’da ikamet eden yabancıların çocukları, sonradan Müslüman olan mühtediler, beş yıldan fazla pranga cezası alan katiller, memurlar, devletin yaptığı sınavda başarılı olan medrese öğrencileri ve müderrisler askerlikten muaftı. (Rıdvan Ayaydın, Osmanlı Devleti’nde Askeri Yükümlülükler ve Muafiyetler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011).
Özetle Osmanlı’da saray mensupları ve saray görevlileri, zenginler, soylular, tekke, tarikat şeyhleri, din adamları, medrese öğrencileri, Müslüman olmayanlar ve İstanbul halkı hep askerlikten muaftı. Balkan halkı, Arap coğrafyasında ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayanlar da zorunlu askerliğe sıcak bakmayınca askerlik görevi, fakir Anadolu delikanlılarının, Türk köylü çocuklarının omzuna yüklendi.

[caption id="attachment_2547684" align="alignnone" width="880"]Atatürk, Türk askerinin büyük fedakarlığının ve kahramanlığının en yakın tanıklarından biriydi. Atatürk, Türk askerinin büyük fedakarlığının ve kahramanlığının en yakın tanıklarından biriydi.[/caption]

Yoksul halk çocuklarının zaferi


23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. 1909’da Kanuni Esasi’de yapılan değişikliklerle padişahın yetkileri kısıtlandı. 1909’da yeni bir askere alma kanunu çıkarıldı. Bu kanunla İstanbul halkının; Galata, Eyüp Üsküdar’da yaşayanların ve Müslüman olmayanların askerlik yapmaları zorunlu hale getirildi.
1914 Mart’ında asker alma kanunu değiştirildi. Osmanlı hanedanı dışında, 18 yaşını dolduran her erkeğin askerlik yapmakla yükümlü olduğu belirtildi. Askerlik süresi ise 17 ile 25 yıl olarak belirlendi. Fakat Bedelli Askerlik uygulaması yine devam etti.914’te Osmanlı I. Dünya Savaşı’na girince “genel seferberlik” ilan edildi.
Sonrası malum!
1914-1918 arasındaki I. Dünya Savaşı’nda 13-15 yaşında çocuklar bile askere alındı. Liseler mezun veremedi. Galiçya’dan Yemen’e yüz binlerce Mehmetçik şehit oldu.
1. Dünya Savaşı sonrası işgalci İngilizler, düzenli ordumuzu dağıttılar. 1919’da Atatürk Milli Mücadele’yi örgütlerken düzenli ordumuz yoktu.
1920’de hazırlanan Sevr Antlaşması’nda askeri okulların kapatılacağı, zorunlu askerliğin kaldırılacağı, ordunun ağır silahlarının olmayacağı belirtiliyordu.
Atatürk Anadolu’da fakir halk çocuklarından yeniden bir ordu kurdu. Eli silah tutan herkesin asker olduğu bir orduydu bu...
Ebedi Başkomutan Atatürk, fakir halk çocuklarından kurulu bu orduyla Sakarya’da, Dumlupınar’da emperyalizme karşı kazandığı zaferlerle bu toprakları yeniden vatan yaptı.
Bu vatan bize, “bedelli askerlik” yapan zengin Osmanlı kodamanlarından değil, Anadolu’nun “bedelsiz yurtsever” fakir halk çocuklarından miras kaldı.

Askerlik ve Türk köylüsü


“Türkiye’nin Mali Tutsaklığı” adlı eserin yazarı Parvus Efendi, II. Meşrutiyet döneminde Türk Yurdu Dergisi’nde yazdığı yazılarda askerliğin Türk köylüsünün belini büktüğünü anlatıyordu:
“Köylüler ve Devlet” başlıklı yazısında Osmanlı’da köylülerin perişanlığından söz ederek şöyle diyordu: “En çok ihmal edilenler de Türk asıllı köylülerdir. (...) Çocuğu askere giden bir köylü ailesi en sağlam bir işçiden yoksun kalıyor. Bu durum köylünün ekonomik gücünü büyük ölçüde azaltıyor. (...) Kent ve kasabalarda oturan Müslüman ve Hristiyan halkın büyük bir bölümü karşılık (bedel) ödeyerek askerlik görevinden kurtulma olanağına sahipken, yoksul köylü, özellikle Türk köylüsü böyle bir olanaktan yararlanamıyor. Demek ki askerlik yoksul köylüye düşüyor. Yoksul Türk köylüsüne... Karşılık (bedel) yöntemi olmasaydı en aşağı 30.000 yoksul köylü asker olmaktan kurtulacaktı 30.000 yoksul Türk köylüsü, bir o denli, kentli, kasabalı ve çoğunluğu Hristiyan 50 lira karşılık ödüyor diye 3 yıl orduya hizmet etmek zorunda kalmaktadır. Bu hesapla zengin katında askerliğin günlüğü 5 kuruş değer taşıyor. Yoksul köylünün emeğiyse, günde 5 kuruş ediyor.” (Türk Yurdu, 8 Mart 1912).

[caption id="attachment_2547686" align="alignnone" width="880"]Atatürk Trakya manevralarında bir Mehmetçikle konuşuyor. (17 Ağustos 1937) Atatürk Trakya manevralarında bir Mehmetçikle konuşuyor. (17 Ağustos 1937)[/caption]

Parvus Efendi, “Köylüler ve Devlet” başlıklı başka bir yazısında da şöyle diyor: “Osmanlı ordusunu biçimlendiren Anadolu köylüsü, yine son dakikada yurdu savunacak güç bulmuştur kendisinde. Osmanlı İmparatorluğu’nu bu kez de kurtaran odur. Artık savaş  (Balkan Savaşı) bitti. Asker terhis edildi. Köylü köyüne döndü. Orduya gelenlerin çoğu da geriye dönemedi. Ateş hattında koleradan ve başka bulaşıcı hastalıklardan öldü. Pek çoğu da sakat, iş göremez halde kaldı. Ordu savaşırken, köylerde tarla sürecek adam bulunamamıştır.” (Türk Yurdu, 9 Ocak 1913).
Osmanlı’da yüzyıllarca sadece vergi ve asker kaynağı olarak görülen Türk köylüsünü, yüzyıllar sonra Atatürk kurtarmak istedi.
Atatürk 1922’de şöyle demişti: “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. (...) Gerçekten yedi asırdan beri dünyanın çeşitli yerlerine göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz, buna karşılık daima küçük ve hor görerek muamele ettiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak derecesine indirmek isteğimiz bu gerçek sahibin huzurunda tam bir utanç ve saygı ile yerimizi alalım.”
Atatürk, 16/17 Ocak 1923’te İzmit’te, İstanbul gazetecilerinin sorularını yanıtlarken de “Osmanlı’nın her zapt ettiği yere Anadolu halkını götürerek Anadolu halkını öldürdüğünü” söylemişti. Yemen’de 1.5 milyon Anadolu çocuğunun öldüğünü belirtmişti. Daha sonra “milletin üzerindeki askerlik yükünü hafifleteceğini” eklemişti. Dediğini de yaptı: Atatürk Cumhuriyeti, askerliği herkes için bir vatan görevi haline getirdi.

plusbanner2x