Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Brunson krizi sonrasında gelişecek Türk-ABD ilişkileri konusunda çarpıcı yorumlar...

Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı. Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı.


Sevgili okurlarım, Türkiye ile ABD arasındaki mevcut gerilimi tırmandırarak iki ülke ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden birine neden olan Rahip Brunson’ın mahkeme kararıyla serbest bırakılması, tarafsız hukuk otoritelerince sert biçimde eleştirildi. ABD Başkanı Trump, rahibin serbest bırakılması sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ederken, Erdoğan ve AKP iktidarının sözcüleri ise kararın bağımsız Türk yargısına ait olduğunu dile getirdiler.
Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağımız söyleşide “Rahip Brunson” kararıyla ilgili tartışmaları bir yana bırakarak bu kritik dönemeçten sonra Türk-ABD ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceğini ve AKP iktidarının AB ile yakınlaşma hamlesini ele alacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): AKP iktidarına yakın olan ve yazılarında Cumhurbaşkanlığı’nın eğilimlerini isabetle yansıtan gazeteci Abdülkadir Selvi “Yeni Dönemin Şifreleri” başlıklı makalesinde (Hürriyet, 16 Ekim), “Brunson kriziyle kilitlenen Türk-Amerikan ilişkileri, Brunson’ın serbest bırakılmasıyla yeni bir ivme kazanacak gibi görünüyor. Başkan Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür eden ve Türkiye ile ilişkileri geliştirmekten söz eden açıklamaları da bunu gösteriyor” diyor. Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?..

TRUMP YÖNETİMİ TÜRKİYE’YE BAZI JESTLER YAPABİLİR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Başkan Trump, Rahip Brunson’ın serbest bırakılması dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etti, şükran duygularını dile getirdi. Ancak, diplomatik nezaket bağlamında söylenen bu sözlerden, bundan böyle Türk-Amerikan ilişkilerinin düzeleceği sonucunu çıkarmak aşırı iyimserlik olur. Trump yönetiminden teşekkür babında bazı jestler yapması beklenebilir. Örneğin, iki Türk bakana uygulanan yaptırımların kaldırılması, uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye’ye kredi ve mali destek vermesinin engellenmesini isteyen yasa tasarısının geri çekilmesi ve tutuklu bulunan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın serbest bırakılması gibi... Hatta ABD’nin İran’a karşı 5 Kasım’da yürürlüğe koyacağı ikinci dalga ambargonun uygulanmasında Türkiye’ye muafiyetler tanınması da, bu jestler arasında yer alabilir.

(UD): Bu tür jestlerin ilişkilerde yaratacağı ılımlı havanın, diğer sorunların aşılmasında da yardımı olmaz mı?

(ŞE): Bildiğiniz gibi Türkiye’nin Rusya’dan aldığı “S-400 Hava Savunma Sistemi” nedeniyle ortaya çıkan F-35 uçaklarının Türkiye’ye teslimatı sorunu var. Savunma Bütçesi Yetki Yasası’na göre, Savunma Bakanı Mattis ABD-Türkiye ilişkileri hakkında bir rapor yazıncaya kadar, Türkiye’ye F-35’lerin teslimatının durdurulması gerekiyor. Mattis’in raporunun hangi doğrultuda olacağı hususunda bir tahmin yapmak güç. Ancak F-35 sorununa bir çözüm bulunduğunu farz edelim. Bu durumda, geriye öyle iki sorun kalıyor ki; bunların aşılması zor!.. Bunlardan birincisi; ABD’nin Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesine yan çizmesi... İkincisi ise, ABD’nin Suriye’de PKK/PYD kontrolünde ve kendi vesayetinde bir Kürt devleti kurma projesidir. Bu proje, ülkemize karşı varoluşsal bir tehdit oluşturduğundan, altını çizerek söylüyorum, Türk- Amerikan ilişkilerini sürekli zehirleyecek olan, yapısal nitelikte bir sorundur. Halen ABD, esas bileşeni PYD/PKK olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) ileri teknolojili silahlarla donatarak Fırat’ın doğusundaki kendi üslerinin de bulunduğu bölgenin savunulmasını ve buranın siyasi bir kurumsal yapı kazanmasını sağlamayı, öncelikli hedef haline getirmiştir. Bu durum, Türkiye-ABD arasındaki krize kalıcı kalıcı bir nitelik kazandırıyor.

(UD): Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, kısa süre önce, Isparta’da yaptığı konuşmada, “Sınırımızın dışındaki teröristler de rahat uyuyamıyor, biliyorlar ki bir gece ansızın gelebiliriz... Çok yakında Fırat’ın doğusundaki terör yuvalarını da darmadağın edeceğiz” diyerek PYD/PKK yönetimindeki devlet yapılanmasına operasyon niyetini açıkladı.

KÜRT DEVLETİNİ ÖNLEMEK İÇİN SURİYE İLE İŞBİRLİĞİ ŞART

(ŞE): Bu sözler ABD’ye açıkça meydan okumadır!.. Zira bu ifadelerle kastedilen,  ABD’nin üsleri ve kuvvetleri bulunan bir bölgeye Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özgür Suriye Ordusu’yla birlikte taarruz etmesidir. Böyle bir durumda ABD birlikleri Türk askeriyle ya savaşacak, yahut da geri çekilecektir. Büyük bir ihtimalle savaşacaklardır. Nitekim, bu yıl şubat başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Münbiç’teki ABD askerlerine hitaben ”Hadi çıkın. Münbiç’e geleceğiz” sözlerine karşılık, ABD Komutanı Korgeneral Paul Funk “Bizi vurursanız, agresif şekilde karşılık veririz” demiş ve bundan sonra da Ankara’dan ses seda çıkmamıştı. Bu bakımdan, TV oturumlarında konuşan bazı asker kökenli katılımcıların (bunlar arasında general olan da var) Türkiye’nin ABD ile savaşı göze alarak Fırat’ın doğusuna operasyon yapmasının gereğini vurgulamalarını, ben kurmay zekâsıyla bağdaştıramıyor, Don Kişot’ça ve saçma buluyorum. Fırat’ın doğusunda PYD/PKK devleti kurulmasını engellemenin akılcı yolu, Suriye ile atılmış olan köprüleri süratle inşa etmek ve Suriye’nin topraklarını işgalden kurtarmak için vereceği mücadeleyi meşruiyet çerçevesinde desteklemektir. Benimle yaptığınız söyleşilerde son 5 yıldır vurguladığım bir hususu tekrarlayacağım: Eğer ABD himayesinde oluşan garnizon Kürt devletinin, Anadolu’yu kuşatacak büyük Kürdistan’ın Suriye ayağını teşkil etmesini ve Kuzey Irak petrol ve gazının ülkemizi by-pass ederek Akdeniz’e ulaştıracak bir koridor oluşturması riskini kesinlikle bertaraf etmek istiyorsak, Suriye ile yakın işbirliğinde bulunmamız zorunludur.

(UD): Şimdi, AKP iktidarının AB ile yakınlaşma hamlesine gelelim... Bu konuda tekrar Abdülkadir Selvi’nin makalesine dönüyorum. Selvi, Brunson krizinin en büyük faydasının Türkiye’nin ABD cenahından umudu kesip tekrar AB gündemine dönmesi olduğunun altını çiziyor ve toplanan AB Reform Eylem Grubu’nun bazı reformist adımlar atma hazırlığını belirttikten sonra şunları söylüyor: “Nasıl ki  Brunson’ın serbest bırakılmasıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde krizi fırsata çevirme imkânı doğdu, aynı şeyi Osman Kavala ile Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde yakalayabiliriz.” Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

(ŞE): Selvi’nin açıklamasında doğru olan bir nokta var. Bu da, Brunson krizi nedeniyle ABD’nin Türkiye’ye son derece hoyratça davranması ve baskı yapmasının, Avrupa ülkelerine karşı da aynı mantalite ile hareket etmesinin, AB ile Türkiye’nin birbirlerine yaklaşmalarına yol açtığıdır. Resmi açıklamalardan Ankara’nın bu yakınlaşma sürecinden, müzakerelerin başlatılarak müzakere başlıklarının açılması. gümrük birliğinin güncelleşmesi için müzakereye başlanması ve vatandaşlarımıza vizesiz seyahat hakkının tanınması gibi ciddi beklentileri olduğu anlaşılıyor. Bilindiği üzere AB Konseyi, Haziran 2018 Zirvesi’nde aldığı kararla, Türkiye ile artık müzakere başlığı açılmasının düşünülmediğini kayda geçirerek müzakereleri askıya almıştı gümrük birliğinin modernizasyonu konusunda adım atılmayacağı da aynı kararda yer almıştı. Ankara’nın beklentilerinin karşılanabilmesi için, önce yeni bir zirve kararıyla bu askıya alma konusunun değiştirilmesi lazım. Selvi’nin yanılgısı işte burada... Zira, Osman Kavala’nın serbest bırakılması ve yargı reformu çerçevesinde atılacak birkaç adımla müzakereleri askıya alma kararını değiştirmek mümkün değil!..

(UD): O halde lehimizde yeni bir zirve kararının çıkması için nelerin yapılması gerekiyor?

(ŞE): AB’nin Nisan 2018’de yayımlanan Türkiye İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin hangi somut adımları atması gerektiği yer alıyor. Bunlar, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki eksikliklerin giderilmesi ve güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıran “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin değiştirilmesi olarak özetlenebilir.

AB, MÜZAKERE İÇİN SİSTEMDE REVİZYONU ŞART KOŞUYOR

(UD): Yani AB, açıkça Türkiye’de uygulanan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ni değiştirin mi diyor?

(ŞE): Evet !.. AB güçler ayrılığı ilkesinin uygulanmasında ısrarlı bir tutuma sahip. Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kuruluş olan Venedik Komisyonu hazırlamış olduğu raporda, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni, denge ve denetleme açısından yetersiz, güçler ayrılığı ilkesini ihlal eden ve “Türkiye’nin demokratik anayasal geleneğinden geriye doğru atılmış, otoriter ve kişisel bir rejime yol açan tehlikeli bir adım” olarak değerlendirmişti. Bu görüşleri benimseyen Avrupa Birliği, Türk Hükümeti’ne uyum yasalarıyla bu yetersizliklerin giderilmesi çağrısında bulundu. Ancak Ankara bu konuda bir adım atmadı. AB ilerleme raporunda ayrıca; bağımsız, etkin, kaliteli ve hesap verebilen bir yargı siteminin oluşturulması, temel hak ve özgürlüklere saygı duyulması ve kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili ciddi insan hakları ihlallerinin etkin bir şekilde soruşturulması, yolsuzlukla mücadelede BM ve Avrupa Konseyi sözleşmelerinin esas alınması öneriliyor.

ab-turkiye

(UD): Ankara’nın 16 Nisan 2017 referandumuyla, yani halkın oyuyla kabul edilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin değiştirilmesini kabul etmesi mümkün mü?

(ŞE): İşte bu nedenlerle Abdülkadir Bey’in “Yeni Dönemin Şifreleri” diye sunduğu Ankara’nın yeni dış politika yaklaşımlarını hatalı ve hayali buluyorum. AB, resmen Türkiye’nin aday ülke statüsünü askıya almıştır. Bunun nedeni, Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarında sicilinin bozuk olmasıdır. Türkiye bu alanlarda AB standartlarına ulaşmasına imkân verecek adımları atmadan ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni” güçler ayrılığı ilkesini içerecek ve yargı bağımsızlığı ile hesap sorulabilirlik ilkelerini güvence altına alacak bir transformasyona tabi tutmadan, AB ile müzakere sürecinin başlamasını sağlayamaz. Yani yeni fasıllar açılamaz, Türkiye için büyük önem taşıyan gümrük birliğinin güncelleşmesi ve vize serbestisi sorunlarına el atılamaz. Brunson krizinin sona ermesiyle Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni bir ivme kazanacağı öngörüsü de gerçekçi değildir. Trump’ın teşekkür niteliğinde yapacağı bazı jestler havayı sadece bir süre yumuşatır. Zira, Suriye sınırımız boyunca bir PYD/PKK yapılanmasının önlenmesi, Türkiye için temel stratejik önceliği olan bir milli güvenlik hedefidir. ABD bu projeye destek verdikçe Türk-Amerikan ilişkilerinin normalleşmesini beklemek zordur.. Yaptığım değerlendirmeler, asla, Türkiye’nin rotasını doğuya çevirmesi şeklinde yorumlanmamalıdır. Ben bu söyleşide sadece bugünün dünya konjonktüründe Türkiye’nin karşılaştığı açmazları ortaya koyuyorum. Bunlar, kötümser ve karamsar bir bakışın ürünü değil çıplak gerçeklerdir. “Yeni Dönemin Şifreleri”ndeki öngörüler gerçekçi ve rasyonel değildir. Dış politika ve dış güvenlik politikası gerçeklerden uzaklaşır hatalı ve hayali varsayımlar üzerine bina edilirse, ülkenin felaketine yol açacak sonuçlar doğurabilir.