“(...) Genetik kodlarında vatanseverlik olan ailemizin her bir ferdi, Hatay’ın sıradan bir kara parçası olmadığını, Kurtuluş Savaşı sonrasında askeri ve siyasi mücadele verilen, Misak-ı Milli’nin son kilometre taşının tamamlandığı ve Atamızın şahsi meselesi olan bir dava olduğunu bilmektedir. Ayrıca insanına aş olan, ev olan ve her bir karışının “asırlardır” Türkmenlere yurt olan bu Anadolu toprağının atalarımızdan emanet bırakıldığını, bu emanete sadakatle sahip çıkılması gerekliliğini her dönemde ve her şartta bilmekte, bunun sorumluluğunu hissetmektedir. Tıpkı bugün de bildiği gibi...

* * *

Anadolu topraklarının belki de en büyük zenginliğini barındıran Hatay, üzerinde medeniyetlerin kök saldığı, tarihin farklı dönemlerde farklı hikayelerle yazıldığı, din dil ırk ayrımı olmadan insanoğlunun yer yüzünde sadece gönül komşuluğu yaptığı, hoşgörünün, huzur ve barışın hüküm sürdüğü, bir arada yaşamanın en güzel örneği olan özel bir yerdir. Bütün bu zenginliklere ek olarak jeopolitik konumu nedeniyle ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de, emperyalizmin hedefindedir. Ve hiç şüphesiz, yarın da olacaktır. Atatürk’ün yüz yıl sonra bile geçerli olan askeri ve siyasi tüm öngörüleri, istisnasız her dönemde hiçbir sapma olmadan ve yanılmadan kendini hatırlatıyor. 100 yıl sonra bugünlerde verdiğimiz mücadele de bir kez daha bu gerçeği gözler önüne seriyor. Coğrafyanın kaderi ile ilgili değişmez gerçeklik, Hatay ve etrafının ulusal sınırlarımızın güvenliği bakımından taşıdığı önem,    nüfusunun yapısı ve  türlü faktörler bu davanın her daim takipçisi olmamız zorunluluğunu bizler gibi yeni nesillere de hatırlatıyor.

* * *

Hatay için “40 Asırlık Türk Yurdu Düşman Elinde Kalamaz!” diyen Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk “gerekirse Devlet Reisliği’nden, hatta mebusluktan istifa eder, serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçerim. Oradaki mücahitlerle ve Anavatan’dan kaçıp, bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışırım” demiş, Hatay’ın anavatana katılma konusunda kararlılığını tüm dünyaya ilan etmişti. Her türlü elverişsiz şartlara rağmen, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin meşakkatli yolculuğunda bu idealinden hiç vazgeçmemişti. Ve son nefesine kadar kararlılıkla takip ettiği bu önemli ve kendi deyimiyle şahsi mücadelesinde, gerek Kuvay-ı Milliye saflarında, gerekse uluslararası platformlarda, yabancı devletlerin türlü restleşmelerle yer aldığı siyaset arenasında kilit rol ve sorumlulukları tereddütsüz itimat göstererek Tayfur Sökmen’e vermiş ve onurunu bugün dahi taşıdığımız Cumhurbaşkanlığı görevini, Hatay Devleti’nin anavatana katılmadan önceki kurulma aşamasında Tayfur Sökmen’e layık görmüştü.

* * *

Yaşanan o uzun mücadele döneminin en güzel kanıtı şu satırlarda Atamız tarafından tarihe not olarak düşülmüştür:
“Mesele mühim ve müstaceldir. Vaziyet yeni tecrübelere mütehammil değildir. Bu arkadaş tecrübe edilmiş, her bakımdan itimada layık, namuslu ve becerikli bir adamdır. Öteden beri bu yolda çalışmış ve başarılı hizmetlerde bulunmuştur.
Binaenaleyh Devlet Başkanlığı için en münasibi odur, bunu vazife olarak kabul etmelidir.”

* * *

Tayfur Sökmen de O’na olan bağlılığını ve bu davaya olan inancını her durum ve şartta, Atatürk’ün vefatından sonra da göstermiş, son nefesine kadar bu davanın takipçisi olmuş ve izinden ayrılmamıştır. Devrimlerinin, ilkelerinin ve bıraktığı en önemli eseri Cumhuriyet’in bir neferi olarak da uzun yıllar devlet idaresinde ve siyasette sorumluluk üstlenmiştir.
Soyadımızın eşsiz Atatürk tarafından dedemize verilişinde saklı olan hikaye, bugün bize her gün, her an, ardında çok büyük bir emaneti gururla hatırlatıyor. Atatürk, dedemiz Tayfur Sökmen’in Hatay’ın kurtuluşunda gösterdiği çabayı takdir etmek üzere, soyadına büyük bir anlam yükleyerek kendisi veriyor ve onurlandırıyor: “Sökücü bir kimse olduğun için Mürselzade yerine size Sökmen soyadını muvafık görerek veriyorum, yadigarım olsun” diyor.  İşte bu sözlerin ışığında soyadımız gibi her daim hatırlanması gereken Hatay davası, dedelerimizden, atalarımızdan asırlardır emanet, vasiyet.. Umuyorum ki bizler gibi sonraki nesillere de bu farkındalık, bu öğretiler yadigar olacak...”

* * *

Özetleyerek alıntıladığım konuşma, 3 Mart günü merhum Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’i anma töreninde, 3’üncü kuşak torunu Necla Tuba Sökmenoğlu tarafından yapıldı.

* * *

Yarın; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü...
Necla Tuba Sökmenoğlu’nun Suriye krizi nedeniyle Hatay’ın gündemde olduğu süreçteki bu yürekli konuşmasını, şiddete ve cinsel saldırıya uğramaları olağan bir durum gibi kabul gören, kimi meczup veya müptezellerce her fırsatta aşağılanan, bedeni olmasa bile onuru yerlerde sürüklenen kadınlarımıza ithaf ediyorum.
Ve yazımı Büyük Önder Atatürk’ün o muhteşem deyişiyle bitiriyorum:
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın...”