Ülkemizdeki gıda terörünün en ürkütücü boyutlarından biri olan zirai mücadele ilaçlarıyla soframıza kadar gelen tehlike
konusunda beni uyarıp bilinçlendiren kişiydi.

* * *

Hayatını bu ilaçları satarak kazanıyordu.
Ama “Ben ilacımı satar, paramı cebime atar, keyfime bakarım” diyen vicdansızlardan değildi.
Daha kısa sürede ve daha çok ürün alabilmek için bilinçsizce ilaca yüklenen üreticilerle olduğu kadar, zararları nedeniyle Batı’da çoktan terk edilmiş bu zehirli kimyasalları yurdumuza getirenlerle de mücadele ederdi.

* * *

Litreler dolusu suya çok az miktar ilave edilmesi gereken bir ilacın bilinçsiz üreticinin elinde adeta kitle imha silahına dönüşebileceğini iddia eder, bununla da yetinmeyip somut örnekler gösterirdi.
Bunlardan birinde, cesur (!) bir üretici gömleğinin kollarını sıvayıp ilaçlı suyla dolu kovaya sokmuş ve ilacı sopa yerine koluyla karıştırmıştı.
Yaptığının korkunç bir çılgınlık olduğunu fark etmesi için aradan sadece bir kaç gün geçmesi yetmişti.
Çünkü kolu cılk yara olmuştu!..

* * *

Bir başka çiftçi de mutlaka maske takarak püskürtmesi gereken ilacı, fırtınalı bir günde, maskesiz ve rüzgara karşı kullanmaya kalkınca oracıkta bayılıvermişti!
Doktorlar hemen yoğun bakıma kaldırılan hastayı hayata döndürebilmek için günlerce uğraşmışlardı.

* * *

Sayesinde tanığı olduğumuz o kadar çok garip ama gerçek bilinçsizlik örneği var ki, anlatsam sayfalar almaz.

* * *

Biliyorsunuz bazı ürün çeşitlerinde hasatın yaklaştığı dönemde tarım ilacı kullanımına izin verilmez. Özellikle seralardaki sebze üretiminde bu yasağa uymak, hayati önem taşır. Aksi takdirde tüketicı, ürünle birlikte sağlık düşmanı kimyasalı da mideye indirmiş olur.
Siz de hatırlarsınız:
Kural tanımayan, yasak takmayan “Bize bir şey olmaz abicim” zihniyetine sahip bir seracı akşam ilaçladığı salatalığı ertesi sabah, üstelik yıkamadan yiyince oracıkta düşüvermişti!..

* * *

Dostumun ilk işaret fişeğini ateşlediği bu büyük mücadele aradan geçen yıllarda önemli sonuçlar verdi. İlaçların satışı kontrol altına alınıp tıpkı doktorlarda olduğu gibi, yetkili ziraat mühendislerinin reçetelerine bağlandı. Denetimler sıkılaştırılıp, üreticilerin bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalar yapıldı.
Peki bunlar yeterli oldu mu?
Maalesef hayır.
Eğer yeterli olsaydı, bazı meyve ve sebze çeşitlerimiz ihraç ettiğimiz ülkelerden hâlâ geri dönmezdi.
Daha da vahimi, CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat o ülkelerce reddedilen bu ürünlerin iç piyasaya sunularak halka yedirildiği iddialarını soru önergesi haline getirmezdi!..

* * *

Sevgili okurlarım,
Ülkemiz toprakları yıllarca zirai mücadele ilaçlarının denendiği ve zararları kanıtlandığından Batı’da üretimi yasaklanmış kimyasal stoklarının eritildiği bir açık pazar, tüketicilerimiz de bu tekellerin kobayları olarak kullanıldı.
Gidin semt pazarlarına, topraktan ancak 60 yılda kaybolması, başta kanser olmak üzere bir yığın hastalık yapması nedeniyle üretimi, kullanımı ve stoklanması 80’li yılların başında yasaklanan DDT zehrinin satılıp satılmadığını sorun.
Alacağınız cevap şudur:
“Satıyoruz, ama el altından. Ne kadar istiyorsunuz?..”

* * *

Vahim tablo böyle...
Konu hakkında bilinçlenip çarpıcı haberler yapmamı sağlayan o değerli insana gelince...
Alkol kullanmaz, sağlıklı beslenir, sakin yaşamaya ve uykusuna çok dikkat ederdi.
Eskiden hepatit-b (sarılık) geçirmişliği de yoktu.
Ama sirozdan öldü!
Doktoruna göre bu ölümcül hastalığa yakalanmasının nedeni; yıllar boyu o zehirleri soluması ve haşır neşir olmasıydı...

plusbanner2x