Aytun Çıray gündemi Uğur Dündar’a değerlendirdi. Aytun Çıray gündemi Uğur Dündar’a değerlendirdi.


Sevgili okurlarım, İYI Parti Genel Başkan Yardımcısı, İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray’a göre Türkiye Büyük Millet Meclisi dünya parlamentoları arasında çok özel bir yere sahip. Ancak milletvekilleri, bu çok önemli gerçeği ıskalamış durumda. Kendisiyle yaptığım söyleşide konuyu derinliğine ele aldık. İşte Çıray’ın çarpıcı yorumları:

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Çıray, TBMM’yi bu kadar özel kılan nedir?

★★★

AYTUN ÇIRAY (A.Ç.): Sayın Dündar, TBMM Türk milletinin kanı ve canı pahasına meydana getirdiği tartışmasız en kıymetli kurumdur. Milletimizin modernleşmesinin, çağdaşlaşmasının, insanlık medeniyetinin saygıdeğer ve onurlu bir üyesi olmasının en somut ürünüdür. Bunların varlığını temsil eden en temel kurumudur. Türk Milleti’nin bu yüce çatının altında 2011’den beri görev yapan bir üyesi olarak zerre kadar şüphe etmiyorum: TBMM, Cumhurbaşkanlığı da dahil Türk milletinin muazzam değerde yegâne kurumsal siyasi varlığıdır.
(U.D.): Bu değerlendirmenizi neye dayandırıyorsunuz?
(A.Ç.): Türkiye Cumhuriyeti, TBMM vasıtasıyla var edildi. 23 Nisan 1920’den 29 Ekim 1923’e kadar geçen 3.5 yıl boyunca, Atatürk’ün Meclis Başkanlığı’nı yürüttüğü TBMM tarafından yönetildik. Aslında bu fiili bir Cumhuriyet yönetimiydi. Buna da siyasi literatürde Meclis Hükümeti deniliyor. 29 Ekim 1923’de saltanat ilga, Cumhuriyet ilan edilirken biz aslında ‘de facto’ Cumhuriyet’ten ‘de jure’ Cumhuriyet’e geçtik. Meclis’in günümüzdeki varlığını da fonksiyonlarını da hep bu hikâyenin kılavuzluğunda düşünmeliydik. Ama Meclis’in merkezde olduğu parlamenter demokrasimizi koruyamadık. Bunu utanç verici bir değerbilmezlik sayıyorum ve acaba elimden gelen azami gayreti gösterdim mi diye kendimi sorgulayıp, suçluluk duyuyorum.

MECLİS BATTAL HALE GETİRİLDİ

(U.D.): Bunun için mi sistem değil rejim değişti diyorsunuz?
(A.Ç.): AKP zihniyetinin kurucu ruhla bir meselesi olduğu sır değil. Nitekim o zamanki adıyla cemaat, şimdiki adıyla FETÖ’yle birlikte gerçekleştirdikleri 2010 referandumu bir dizi sosyal-siyasi felaketin önünü açtı. 15 Temmuz hıyanet kalkışması bunların en korkuncuydu. Sonucu da 16 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçim süreçleri oldu.
(U.D.): Yani...
(A.Ç.): Yani... Bu iki süreç bizi 4 Temmuz 2018’de çıkarılan 448 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne getirdi. Bu kararnameyle bir parlamenter demokraside Bakanlar Kurulu’nun sahip olduğu tüm yetkiler cumhurbaşkanına devredilmiş oldu. Yani Cumhuriyetimiz görünüşte bir Cumhuriyet’e dönüştü. Bu durum “Bir tür örtülü rejim değişikliği yaşadık” diyenlere haklılık zemini kazandırıyor. Bunu da zaten Meclis’in fonksiyonsuz, neredeyse battal hale getirilmiş olmasında görüyoruz, yaşıyoruz. FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılması için verdiğim önergenin görüşülmesi 20 dakikada ret edildi.
(U.D.): Söz konusu rejim değil de sistem değişikliği olsaydı, bu krize karşı daha mı güçlü olurduk?
(A.Ç.): Tabii öyle olurdu. 12 Eylül darbecileri dahil, genellikle güçlü ve istikrarlı hükümetlerin önemini vurguladık. Benim de içinden geldiğim merkez geleneği başkanlık sistemini çare gibi gördü. İnsanımızın zihnine yanlış bir başkanlık sistemi anlayışının yerleşmesine katkıda bulundu. Çünkü çoğulcu uzlaşmanın Türkiye için ne kadar değerli olabileceğini idrak edememiştik. Halbuki 1999’daki üçlü koalisyon hükümeti bile, bize çoğulcu uzlaşmanın değerini gösteren kanıtlar sunuyordu. Bakın biz 1999’da tarihimizin en büyük iki deprem felaketini yaşadık. Bu doğal felaketin sonuçlarını ve 2001’de kendini gösteren ekonomik krizi, üçlü koalisyon hükümetinin yapısal çözümler getiren ekonomik programıyla aştık. Yine AB yolunda en büyük siyasi adımları bu koalisyon döneminde attık.
(U.D.): O dönemde merhum Başbakan Bülent Ecevit’e yazarkasa fırlatıldı...
(A.Ç.): Evet. Eğer bu üçlü koalisyon bozulmasaydı bizi, yaşadığımız kutuplaştırıcı ve ayrımcı politikaların tahribatından da kurtaracaktı.

ÇARIK AYAĞI SIKIYOR

(U.D.): Ekonomik krize dönersek...
(A.Ç.): Yüzde 40 devalüasyon oldu, gerçek enflasyon yüzde 50’lerde. Demirel’in deyimi ile “Çarık ayağı sıkıyor!” AKP’nin ekonomide 17 yıllık politikalarının geldiği nokta çok dramatik. Ama aynı zamanda gayet anlaşılır: Dünyada tek adama dayalı rejimler hiçbir yerde, hiçbir zaman başarılı olmadılar ki Türkiye’de olsun! Çünkü tek adama dayalı rejimler, hele arkasında bir ideolojik rövanş iddiası varsa hukuk kurallarını yerle bir ederler. Bu da bir ülkenin başına gelebilecek en korkunç felakettir.
(U.D.): Bunun, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hisselerinin CHP tarafından temsil edilmesiyle ilişkisi nedir?
(A.Ç.): Öncelikle yerel seçimler yaklaşıyor. Bu hayat pahalılığında gidilecek bir seçim, AKP tabanında başlayan erimenin hızlanması demek. Sayın Cumhurbaşkanı, AKP tabanını her zaman olduğu gibi CHP üzerinden tahkim etmek istiyor. Diğer yandan para da lazım ve İş Bankası’nın iştirakleriyle birlikte Türkiye ölçeğinde ne kadar muazzam bir ekonomik değer olduğunu biliyoruz. Ama bunun sözü edilmese de başka bir önemli nedeni daha var.
(U.D.): Nedir o?
(A.Ç.): Hukukun üstünlüğü. Bir devleti vatandaşlarının gözünde meşru kılan en önemli unsurla ilişkisi var.

MÜLKİYET GÜVENLİĞİ BİTER

(U.D.): Mirasın dokunulmazlığından söz ediyorsunuz. Medeni hukukun vazgeçilmez unsurlarından biri bu çünkü.
(A.Ç.): Şüphesiz! Ancak miras, veraset... Bütün bunlar temel bir hakkın, mülkiyet hakkının tezahürleridir. Sayın Dündar, mülkiyet güvenliği, kişinin can güvenliğiyle birlikte hukuk kurallarının en olmazsa olmaz yanını teşkil eder. Eğer bunlar anayasanın ve hukukun mutlak koruması altında değillerse, tapu delinmiş değil, bitmiş demektir. Böyle bir devlet artık hukukla tanımlanan medeniyetin dışına düşer.
(U.D.): Bu kadar ağır tanımladığınız bir fiilin gerçekten göze alınabileceğini düşünüyor musunuz?
(A.Ç.): Hakim olan hukuk değil, keyfilik olursa neden olmasın? Ancak bu ekonomik krizin daha da derinleşmesine ve felâkete neden olur. Böyle gidilirse her geçen gün bilim ve teknoloji devrimleriyle biraz daha kompleks hale gelen bir dünyanın parya topluluklarından biri olmamız mukadderdir.

SADECE CHP’NİN MESELESİ DEĞÎL

(U.D.): Bu konuda CHP ne yapmalı?
(A.Ç.): Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hisselerine ilişkin vasiyeti ne CHP meselesidir, ne de sadece CHP’nin meselesidir. Bunu hukuk medeniyetine mensup olmak veya olmamak meselesi şeklinde görmek gerekir.
(U.D.): 31 Mart 2019 yerel seçimleri sürecine nasıl bakıyorsunuz?
(A.Ç.): İktidar açısından da muhalefet açısından da bu bir rejim seçimidir. Ama biz şimdi daha şanslıyız. Çünkü milletimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen tek adam devletinin tam bir fiyasko olduğunu gördü, yaşadı. Ancak bu şansı azaltacak bir faktör söz konusu: Öğrenilmiş çaresizlik!.. Şimdi önümüzdeki ana mesele, öğrenilmiş çaresizlik- hayal kırıklıkları sarmalını aşmanın yolunu, yollarını bulmak. Bu konuda daha ümitli olmak için nedenlerimiz var. Bunlardan bir tanesi mecburiyetten kaynaklanıyor.

PARTİLER ÜSTÜ BİR DURUM

(U.D.): Nasıl bir mecburiyet?
(A.Ç.): Demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inananların mecburiyeti. 31 Mart 2019 yerel seçiminden sonra 23 Haziran 2023 tarihine kadar başka seçim yok. Tabii bu muhalefetin olabilecek en iyi sonucu alması için ne yapılabilecekse yapmasını zorunlu kılan bir durum. Bu nedenle ben, muhalefet tutumu açısından önümüzdeki seçimlere partiler üstü bir anlayışla bakıyorum. Yoksa bir önceki seçimlerde göze aldıklarım boşa gitsin istemem.
(U.D.): Bunun için seçim sonuçlarından sonra “Böyle yapmasaydık daha iyi sonuç alırdık!” türünden iddialarda bulunulmaması gerekir sanıyorum.
(A.Ç.): Sayın Akşener’in beyanlarına bakmak lazım. “İYİ Parti ülkenin çıkarları neyse orada duracak” diyor. Diğer yandan 24 Haziran seçimlerine gidilirken yapılan ittifak bana göre görevini icra etmiştir. Bu anlamda Sayın Kılıçdaroğlu’nu tarih yazacaktır. Bunu sadece 15 milletvekili bağlamında söylemiyorum... Kısacası yaşanan süreçlerin tam içinde bulunan, politik realizme sıkı sıkıya bağlı bir siyasetçi olarak, CHP’yle ittifakın İYİ Parti’ye gerçekten iyi geldiğini ve onun Meclis’te azımsanmayacak bir sayıyla temsilinde belirleyici olduğunu görüyorum. Bu gerçeği kabul etmek, hem hakkaniyetin, hem de politik dürüstlüğün ve vefanın bir gereği. Bu durum CHP’ye de iyi geldi tabii. İttifakın amacı da bu değil mi?

SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ

(U.D.): Prensipleri anlıyorum da, yılgın seçmen kitlelerini harekete geçirebilmek için muhalefet ne yapmalı?
(A.Ç.): Muhalefetin 16 Nisan 2017 referandumuyla 24 Haziran 2018 seçimlerinde etkili olan bütün faktörleri ciddiyetle analiz edip, hayati nüansları da dikkate alarak bir yerel seçim stratejisi belirlemesi elzem. Bu özellikle metropollerde tahminleri çok aşan başarıları getirebilir. İzmir milletvekili olmam nedeniyle iktidarın İzmir için çoklu stratejiler geliştirdiğini çok iyi biliyorum. Kendileri için “kızıl elma” anlamını taşıyan İzmir’i fethetmek için Atatürk’ü inandırıcı olarak kullanabilecek tanınmış figürleri devreye sokacaklar. Her il için farklı bir strateji geliştirmeye birçok belediye başkanını görevden alarak başlamışlardı bile. Bu da muhalefetin hiç olmadığı kadar esnek olmasını ve yaratıcı bir işbirliğini samimiyetle geliştirmelerini gerektiriyor. Aksi halde “son pişmanlık fayda vermez”.
(U.D.): Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda cinayete kurban gittiği kesinleşen Cemal Kaşıkçı olayını değerlendirmenizi isteyeceğim.
(A.Ç.): Türkiye hukuk devletinin dışına çıkarak zayıf düşürülmeseydi Suudiler asla böylesine alçakça bir cürümü Türkiye topraklarında işlemeyi göze alamazdı. Cemal Kaşıkçı olayının Meclis tarafından araştırılması önerisini bu nedenle önemsiyorum.