Acaba “takke düştü, kel göründü” mü demek lazım?..
Sonar Kamuoyu Araştırma Şirketi Başkanı Hakan Bayrakçı, katıldığı bir televizyon programında aynen şöyle dedi:
-Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na karşı yüzde 67 ile Cumhurbaşkanı seçilir!..
Müthiş bir oran değil mi?.. Peki Bayrakçı “daha oylama bile yapılmadan seçim sonucunu söyleyebilirim” iddiasını hangi gerekçeye dayandırıyor dersiniz?..
-Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasına!..
Bayrakçı, Türkiye’de Alevilere karşı kötü önyargı besleyen bir kesim olduğunu, bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun seçime eksi 40 ile başlayacağını söylüyor, iyi mi!.
Bu açıklamayı izleyince ta 500 küsur yıl önceye, Yavuz Sultan Selim’in, tarihin yazdığı en gaddar, en büyük Alevi düşmanı padişahın dönemine gitti aklım!.. Yavuz’un hocası İdris Bitlisi idi. Osmanlının güneyde kendisini tehdit eden Safevi Devleti’ne karşı strateji geliştirmesi gerekiyordu. Şah İsmail’in liderliğindeki safeviler, Türk ve Alevi’ydi. O halde strateji belliydi:
-Osmanlı topraklarındaki Türkmen Aleviler olabildiğince kötülenecek, aşağılanacak, gerektiğinde ise yok edilecekti!..
Öyle de yapıldı! Aleviler hakkında akılalmaz dedikodular üretildi, hem de din adamı kılıklı padişah uşaklarının başını çektiği güruh tarafından!.. Öyle ki; atılan çamur, yapılan iftiralar yüzyıllar boyu bire bin katarak çoğaltıldı. Örneğin Kanuni’nin Şeyhülislamı Ebu Suud, “dinsiz”, “yaşaması caiz değil” diye tanımladığı Alevi Türkleri öldürmenin caiz olduğunu bile söyleyebildi!..
Yıllar önce yazdığım yazıdan bir bölümü paylaşmak istiyorum:
-Buyurun, okuyun, ecdadımızı tanıyın!..

Osmanoğulları ve Türkler!..


Osmanlı kimdi?..Osmanlı, Türk’ü, Türklüğü kabul ediyor muydu?. Yoksa bırakın kabul etmeyi, tam tersine derin bir tiksinti ve aşağılama ile ret mi ediyordu?.
-Bu soruları dürüstçe, hiç kıvırmadan ve belgelerle yanıtlamak gerek...
Necip Mirkelamoğlu, “Atatürkçü Düşünce ve Uygulamada Din ve Laiklik” isimli kitabında şunları yazıyor:
-Osmanlı devletini kuran, başlangıcından sonuna kadar uğrunda can verip kan akıtarak, her türlü maddi ve manevi fedakarlıklarla asırlarca onu omzunda taşıyan öz be öz Türk halkıdır... Ne var ki aynı sözleri, padişahların, sadrazamların, vezir, ümera ve ulemanının, Saray ve Enderun aristokrasisinin, kapıkulu taifesinin büyük çoğunluğu için söylememiz mümkün değildir.... Özellikle Fatih’ten sonra “ben Türküm” diyen bir padişah sesi duyulmamıştır. Bu aristokrat zümre Türk halkını yalnız can, kan ve mal vergileri için hatırlamış, onun dışında Türk olmayı bir hakaret, aşağılama ve utanç vesilesi saymıştır...
Acıklı değil mi?.. Ama bu kadarla kalmıyor. Yavuz Sultan Selim’in halifeliği devraldığı 1517’den itibaren ise Araplar Osmanlı’nın gözbebeği konumuna yükseliyor. O tarihten sonra Arap ırkına Kavm-i Necip (asil kavim), Araplara da Nesl-i Necip sıfatı yakıştırılıyor...
Peki ya Türkler? Onların durumu vahim, elem verici!.. Onlara yakıştırılan sıfat “Etrak-ı bi idrak” yani geri zekalı!.. Yavuz, Şah İsmail’e yazdığı mektuba hangi sıfatla başlıyor biliyor musunuz?
-Eşek Türk!
Hüsnü Merdanoğlu’nun “Atatürkçü Düşüncenin Evrenselliği” isimli kitabından bazı acı örneklerle devam edelim:
“Bir Osmanlı şairi olan Nef’ITanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır” demiştir... Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi, 1499 yılında yazdığı şiirinde “Baban da olsa Türk’ü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün Hz. Muhammed’e ait olduğunu iddia etmektedir: “Sakın Türk’ü insan sanma/ Bir an bile olsa Türk’le birlikte olma/ Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur/ Türk’ün başını keserken sakın gam yeme/ Baban da olsa Türk’ü öldür...”
Osmanlı tarihçisi Naima “Tarih” inde Türkler için, “nadan”, yani kaba Türk, idraksiz Türk, hilekar Türk ifadelerini kullanmaktadır. 1912 yılında Sebilülreşat dergisinde çıkan bir yazıda Türk kelimesinin kullanılması dinsizlik, kafirlik sayılıyordu... Ahmet Naim 1913 yılında yazdığı “İslam’da Davai Kavmiye” adlı kitabında, “Türk’ün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir” demiştir...”
Örnek çok, örnek binlerce... Falih Rıfkı Atay, “Batış Yılları” isimli eserinde, çocukluk yıllarında Türk sözcüğünün kaba ve yabani anlamına geldiğini, vatan sözcüğünün yasak olduğunu, Beyoğlu’nda dükkanlardan çoğunun Türkçe konuşana lütfen tenezzül buyurduğunu yazar... Ziya Gökalp ise, “Türkçülüğün esasları” adlı eserinde idare edenlerle Türk halkın arasındaki derin uçurumu şöyle anlatır: “Osmanlı yönetici sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarıyla bakardı. Osmanlı Türk’e daima ‘Eşek Türk’ derdi...
İşte bugün bir takım çevrelerin büyük bir iki yüzlülükle yüceltmeye çalıştıkları, “ecdadımız” dedikleri Osmanlı’nın Türk’e bakışı böyle!.. Cumhuriyete husumetin bir araya getirdiği kozmopolit aydının her türlü aşağılanmaya karşın Osmanlı hayranlığı da ortada!..




Yıllar önce yazdığım bu yazıdaki örnekleri sayfalarca uzatabilirim!.. Türkmen Aleviler Cumhuriyetle birlikte biraz olsun nefes alabildiler. Ancak hurafelerin pençesindeki bir kesimin ön yargıları sürdü gitti.
Alevi, Cumhuriyetin, Atatürk Devrimleri’nin temel taşıdır. Sırf bu nedenle dahi gericilerin, yobazların hedefinde olması doğaldır… Hiçbir baskıya, zorbalığa, ulufeye, rüşvete ne geçit verir, ne tenezzül eder…
-Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu, aydınlık, yurtsever yurttaşıdır…