Büyük şair Nazım Hikmet, geçtiğimiz yüzyıl şöyle seslenmişti.
-Ve kadınlar/ bizim kadınlarımız/ korkunç ve mübarek elleri/ ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/ anamız, avradımız, yârimiz/ ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen/ ve soframızdaki yeri/ öküzümüzden sonra gelen/ ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız/ ve ekinde, tütünde/ odunda ve pazardaki/ ve kara sabana koşulan ve ağıllarda/ ışıltısında yere saplı bıçakların/ oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar/ bizim kadınlarımız...
Kuvayı Milliye Destanı’nın en muhteşem mısralarını tarihin altın sayfalarına böyle nakşetmişti büyük şair...
Kadının, kadınlarımızın yüzlerce yıllık ezilişini, baş eğişini, baş kaldırışını bir kaç dizeye sığdırmıştı... Erkeğin hem baş tacı hem kölesi, hem yavuklusu hem kurbanı olduğunu da sözünü hiç sakınmadan, binlerce sayfalık bir romanın bile anlatamayacağı sadelikle önümüze sermişti...
-Neredeyse bir asır sonra, ne yazık ki o dizelerin anlattıklarında hâlâ hiçbir şey değişmedi!..
Kadınlarımız yine aynı kabusun esareti altında yaşıyorlar, çekiyorlar, yok ediliyorlar!.. O adı batasıca değişmez kaderin adı, her gün, her saat, her dakika, gazete sayfalarında, televizyon haberlerinde, sosyal medyada hiç bitmeyen bir uğursuz karabasan gibi bitiveriyor karşımızda!..
Bir tokat, bir yumruk, kara saplı bir bıçak, tüm kurşunlarını boşaltan bir tabanca, bir balyoz, bir keser olarak dikiliveriyor önümüze!..
Yer, mekan hiç fark etmiyor, bir sokak aralığında, bir kahvehane önünde, bir polis karakolunun on metre berisinde, bir çocuğun gözleri önünde, yıllarca paylaşılmış bir yatak odasında... Her yerde olabiliyor... O menhus, o alçak, o haysiyet celladı sözcük her defasında zaferini ilan ediyor...
-Şiddet!..

Eziyete işkenceye ölüme yatan kadınlarımız!..


Çok mu soyut, çok mu genel oldu yukarıdaki satırlar...
Bir de rakamlarla bakalım o halde; CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, son yıllarda kadına karşı şiddet ve cinayet oranlarındaki gözle görülür artışı, bir soru önergesiyle bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sordu:
-Polis kayıtlarına geçen aile içi şiddete maruz kalan kadın sayısı kaçtır?
-Bunlarla ilgili takibat yapılmış mıdır?
-Bu kapsamda kayıt altına alınan kadın sayısı kaçtır?
-Bugüne kadar (yıllar itibarıyla) aile içi şiddete uğrayan ve hayatını kaybeden kadın sayısı kaçtır?
Bakan Soylu bu sorulara 2017 ve 2018’in ilk 7 ayı yani yaklaşık bir buçuk yıllık rakamlarla karşılık verdi. Buyurun okuyun:
-2017 yılında 133 bin 809 kadın şiddete maruz kaldı!..
-2018 yılında bugüne dek ise 96 bin 417 kadın şiddet kurbanı oldu!..
-2017 ve 2018 yılının ilk 7 ayında 393 kadın şiddet cinayetine kurban gitti!..
Yani 230 bin kadın şiddete maruz kaldı. Tam 293 kadın öldürüldü!.. Bu rakamların içinde Temmuz ayı sonrası 3 aylık dönemin rakamları yok; onları da zaten gazetelerin üçüncü sayfasında, televizyonlarda, sosyal medyada izliyorsunuz zaten!..
Dikkatinizi çekerim; İçişleri Bakanı Soylu’nun verdiği aile içi şiddet sayısı, yalnızca polis kayıtlarına geçen rakamlar...
-Geçmeyen sayısının ne kadar olduğunu Tanrı bilir!..
Bu rakamların içinde tecavüze uğrayan, cinsel istismara uğrayan kadınların, kızların, çocukların rakamları yok!. Yukarıdaki rakamlar ise yalnızca bir buçuk yılın sonuçları!.. Son 10-15 yılın rakamları insan olanın yüreğini de, vicdanını da kanatıyor maalesef!..

Bu Ortaçağ alçaklığını ancak hepimiz birlikte gömebiliriz!


-Peki neden?..
Neden bu ülkede kadın böylesine rezil bir şiddete uğruyor, katlediliyor, sakat kalıyor, aşağılanıyor?.. Öncelikle “Erkek egemen toplum” histerisi gösterilebilir!.. Erkeğin evrilememesi, tam tersine giderek gerileşmesi, yetişme biçimi, kadının ise ekonomik yoksunluk, çevre ve aile baskısı nedeniyle baş kaldıramaması, korkması gibi nedenler son derece etkili oluyor!..
Zorla evlendirilip, şiddete uğrayan ve aile evine kaçan veya polise sığınan kadınların ya eşi tarafından ya da aile içi kararla infaz edildiği haberleri gazete sayfalarından eksik olmuyor ne yazık ki!..
Tersine birçok örnek de var tabii; daha geçen gün kocasından öldüresiye dayak yiyip hastaneye kaldırılan kadının şikayetçi olmadığını okuyunca yüreğimim sızladığını itiraf etmeliyim!
-Peki bu düzen hep böyle mi sürecek?!.
Sürmemesi için kadınların kaderine razı olmayan bölümü elinden geleni yapmaya çalışıyor; dernekler kuruyor, eylemler, etkinlikler düzenliyor... Vicdanı olan çağdaş belediyeler “Kadın Sığınma Evleri” kuruyor... Çok güzel ama yetmez!.. İlk görev devletin ve yargınındır!..
Devlet, kadını korumak, şiddeti her şekliyle önlemek için çok daha etkin yapılar oluşturmak, şiddetle ilgili yasalarda cezayı caydırıcı hale getirmek zorundadır...
Yargı ise, bu tür suçlarda “iyi hal” gibi hafifletici nedenleri tamamen kaldırmak, en ağır cezaları gözünü kırpmadan vermek durumundadır... Son söz ise kadınlar başta olmak üzere hepimize:
-Kadınlar baş eğmez, kadın erkek elbirliği edebilirsek, bu alçaklığı gömebiliriz!..