Önce olayı anlatmam lazım...
Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), Türk Silahlı Kuvvetleri’nde  türbanın serbest bırakılmasına karşı Danıştay’a dava açmıştı. HKP’nin avukatları, açılan dava ile ilgili şu gerekçeyi öne sürüyordu:
-TSK’daki türban serbestisi, Anayasa’daki laiklik ilkesine  ve Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarına aykırıdır...
Avukatlar, serbestlik düzenlemesinin orduyu ve subayları bir din devleti yapılanmasına doğru götüreceğini ileri sürerek iptal edilmesini istiyordu... Kritik bir davaydı anlayacağınız!.. Davada Danıştay Savcısı esas hakkında verdiği mütalaasında şöyle diyordu:
-Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.
Şimdi “yahu bu ilkelerden geriye ne kaldı ki?” diye düşündüğünüze eminim... Ancak anayasamızda halen böyle yazıyor ve savcı da bunu savunmakla yükümlü... Mütalaa şöyle devam ediyordu:
-Kamu hizmetinde “laiklik ilkesi” tarafsızlık ilkesinin bir unsuru olup, dinsel alanda tarafsızlık, laiklik olarak da tanımlanabilir...
Savcı sonrasında kamu hizmeti yürüten personele siyasi, sosyal ve dinsel eğilimlerini dışa yansıtmama yükümlülüğü getirilmiş olduğunu, kamu hizmetinin düzenli ve her türlü kuşkudan uzak bir şekilde yürütülmesinin amaçlandığını belirtip, ders niteliğindeki şu sonuca ulaşıyordu:
-657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 6. maddesinde yer verilen tarafsızlık ve eşitlik ilkesine bağlı kalmakla yükümlü bulunan kamu personelinin, hizmetin yürütülmesinde taraflı davrandığı yönünde şüpheye neden olmaması, siyasi görüşlerini, dinsel aidiyetlerini hiçbir şekilde belli etmemesi gerekir...
Cumhuriyet Savcısı, bu gerekçeleri sıraladıktan sonra, idare tarafından din ve vicdan hürriyetinden bahisle, kamu görevlilerinin dinsel mensubiyetlerini öne çıkarmalarına olanak sağlayacak şekilde kural getirmesinin, Anayasanın 2. maddesindeki “laiklik ilkesi” varlığını korudukça, hukuken kabul edilemeyeceğini ve söz konusu düzenlemenin iptal edilmesi gerektiğini belirtiyordu...
-Bence hukuk fakültelerinde okutulması gereken bir mütalaa!..

Yobaz pek öfkelendi!..


Danıştay 2. Dairesi, önceki gün TSK kadın personeline getirilen “başörtüsü serbestisi” düzenlemesinin yürütmesinin durdurulması talebini reddetti. 1’e karşı 4 oyla alınan kararın gerekçesi şöyle:
-Telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemlerin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının gerçekleşmemiş olması...
Muhalefet eden hakim üyenin karşı oy yazısında söyledikleri de savcının mütalaası ile örtüşüyordu:
-Anayasa’nın “Laiklik ilkesi” var oldukça kabul edilemez... Kamu hizmetinin zarar görmesinin kaçınılmaz olduğunu izaha gerek yoktur!..
Danıştay 2. Dairesi önümüzdeki günlerde dava ile ilgili asıl kararını verecek... Ancak yürütmenin durdurulması konusunda verilen “ret” kararına bakınca nasıl sonuçlanacağını üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirsiniz...
Benim asıl üzerinde durmak istediğim nokta başka; Cumhuriyet savcısının mütalaası gerici, yobaz-faşistleri deyim yerindeyse tam anlamıyla kudurttu... İş hedef göstermeye geldiğinde büyük başarıyla yerine getiren Akit isimli ceridenin yazı işleri müdürü Ali Karahasanoğlu bu mütalaayı veren savcının isminin açıklanmasını istedi!.. Bir de sıkılmadan şu satırları karaladı:
-Görevini yapmış bir savcının ismi niye gizlenir ki? Sanki bir suç işlemiş gibi!..

Akit’in hedefe oturttuğu öldürülen aydınlar!..


İlk bakışta ne kadar da masum bir istek, değil mi?!..
Ben size yalnızca 3 değerli aydının bu ceridenin hedef göstermesinden sonra nasıl katledildiğini anlatayım, ne kadar masumane olduğuna siz karar verin!..
-Tarih 25 Temmuz 1995... Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday bürosunda uğradığı silahlı saldırıda can verdi. Dönemin Akit Gazetesi Günday’ı “türbanlı avukatları duruşmalara sokmuyor” gerekçesiyle manşetten fotoğrafı ile birlikte yayımlayarak hedef göstermişti... Baro Başkanı Günday’ı 7 kurşun sıkarak katleden İzzet Kıraç, yakalandıktan sonra gazetede haberi okuduktan sonra Gaziantep’ten Gümüşhane’ye gelip baro başkanının cezasını verdiğini söylemişti!..
-Tarih 21 Ekim 1999... Öğretim üyesi, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ahmet Taner Kışlalı, arabasının üzerine konulan bomba ile katledildi... Yine aynı ceride, Akit paçavrası kısa bir süre önce Tutanak sayfasının manşetinden üzerine çarpı işareti çektiği Kışlalı’yı “Zorba Kemalist gemi azıya aldı” sözcükleriyle ve de açıkça hedef göstermişti!..
-Tarih 17 Mayıs 2006... Alparslan Arslan isimli Avukat Danıştay 2. Dairesi üyelerini toplantı halindeyken basıp kurşun yağmuruna tuttu. Üye Mustafa Birden yaşamını kaybetti. 3 üye ise yaralandı. Kaçarken yakalanan katilin arabasında Akit “Gazetesi’nin” 13 Şubat tarihli nüshası bulundu. “İşte o üyeler” manşetinin altında türban yasağı ile ilgili karar veren Danıştay 2. Daire üyelerinin tümünün fotoğrafları yer alıyordu!..
Bunlar bir çırpıda aklıma gelen hedef isimler... Tümünü sıralamaya kalksam sütunlar yetmez!.. Mesela 201’te aynı paçavranın yayımladığı karikatürde Cumhuriyet Gazetesi, üzerine hedef nişangahı resmedilerek  açıkça hedef gösterilmişti!..
Şimdi, sorarım size, bu kadar alçakça eylemlerde parmak izi açıkça görülen bu “gazetenin” bir Cumhuriyet savcısının ismini istemesi ne demektir?.. Hem de 2006’da baskına uğrayıp bir şehit veren Danıştay 2. Dairesi söz konusu olduğunda!..
-Bu tipler varsa, “masumiyet” sözcüğü hiç bir biçimde yoktur!..