Bilgisine, uzmanlığına ve duyarlığına çok önem verdiğim Atatürkçü Prof. Dr. Özer OZANKAYA ile yeni bir söyleşimizde geçen örnek sözlerinden not edebildiklerimi okurlarımızın bilgisine sunuyorum:
“TARİH YAZIMINDA NESNELLİKTEN UZAKLAŞMA, ULUSAL YIKIMLARIN HEM ETKENİ, HEM DE GÖSTERGESİDİR!
Batı dünyası kendisiyle birlikte tüm dünyayı yangın yerine döndüren iki dünya savaşını yaşadıktan sonra, bu savaş yıkımlarına ortamı hazırlamada güdümlü-tarih yazımının nasıl etkin bir araç olarak kullanıldığını acı acı dile getirmişti. Örneğin Fransa’da Paul Valery, güdümlü tarih yazımını ‘İnsan beyninin kimyasının ürettiği en tehlikeli madde’ olarak nitelemişti.
BOP ile birlikte, Türkiyemiz de tarihçilik de bilimsel ölçütlerden büyük ölçüde uzaklaşmış, ulusumuzu kendine- yabancılaştırma saldırısının yoğun kullanılan bir aracına dönüştürülmüştür.
Çok acıdır ki Atatürk’ün kuruluşuna önderlik ettiği ve kendi döneminde dünya ölçeğinde saygınlık kazandırdığı Türk Tarih Kurumu, bilim için de demokrasi için de yıkıcı olan bu gidişi önleyici işlevini yerine getir(e)memiştir.
Osmanlı alalamacılığı, BOP güdümlü Atatürk Cumhuriyeti düşmanlığının bir aracı yapılmıştır. Burada sözünü ettiğimiz türden tarihçi-geçinenler örneğin:
Osmanlı saltanat (Yavuz’dan başlayarak saltanat/halifelik) yönetiminin, Fatih Sultan Mehmet’ten Tanzimat düzeltimlerine değin 400 yıla yakın süreyle:
1- Basım makinesini Türk ve Ortadoğu İslâm dünyasının kullanımına sok(tur)madığını; basım makinesinin Batı dünyasına neler sağladığını, Türk-İslâm dünyasının ise böylece nelerden yoksun bırakılmış olduğunu;
2- Rönessans (sanat ve düşün alanlarında özgürleşme) ve reformasyon (dinsel baskıcılığa başkaldırı) devinimlerin Türk ve Ortadoğu İslâm dünyasında izlenmesini engelleyici olduğunu;
3- Coğrafî keşifler ve bilimsel buluşlardan, Aydınlanma Devinimi’nden Türk ve Ortadoğu İslâm dünyasını habersiz bıraktığını;
4- Bunların sonucu olarak Türk ve Ortadoğu İslâm dünyasının sanayi devriminin de dışında kalmasına ve Batı’nın sömürgesi durumuna düşmesine yol açtığını belirtmez olmuşlardır.
Bu ‘sözde-tarihçi’lere Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’na o büyük saygınlığı kazandıran bilimsel yöntemin ana ilkelerini, yani on yıllardır artan ölçüde sırt çevirdikleri ölçütleri Atatürk’ün kaleminden hatırlatalım:
‘Biz tarih yazarken apotr (ardıç) değil, doğrudan doğruya edimler ve olgular arayan adamlarız. Eğer bunları bulamazsak belgesizliği ve bu noktada bilgisizliğimizi açıkça söylemekten çekinmeyelim.’
‘Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve özen ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemelerde her şeyden ve herkesten önce, kendi girişiminizi ve ulusal süzgecinizi kullanınız.
Sizi büyük hedefe ancak bu bakış açılarından kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatan ve bin bir ulusun tarih-bilir geçinen sokak politikacısının... oyuncağı kalırsınız.’
‘Tarih düş ürünü olamaz. Biz her zaman gerçeği arayan ve buldukça, bulduğumuza inandıkça söylemeği göze alan adamlarız.”
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla-bağlı kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir durum alır.’
Ve ATATÜRK’ün günümüzde özellikle anılacak sözleri:
‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir; bence bir ulusta şerefin, namusun, insanlığın varlığı ve sürekliliği, kesinlikle o ulusun özgür ve bağımsız olmasına bağlıdır. Ben, kendimde bu niteliklerin bulunduğunu ileri sürebilmek için, ben yaşayabilmek için, kesinlikle bağımsız ve özgür bir ulusun çocuğu olmalıyım!’
“Her şeyden önce ülkede ulusun varlık ve istencini belirtmek ve bunu sarsılmaz bir biçimde Ulusal Meclis’te temsil etmek gerekir. Bu da ülkede ulusal bir ülkü etrafında güçlü bir örgütlenme yapmak ve Meclis’te bu örgüte dayalı bir gurup bulundurmakla olanaklıdır. En derin kavrayışlı kişilerin amacı bu olmalıdır. Oysa şimdiye değin görülüyor ki, asıl bu yöne önem verilmeden, kendinde az-çok yeterlik görenler, hemen hükümete geçmek hevesine, hırsına kapılıyorlar.’
‘...Bu yüzden bizim için ilk ve en temelli ilke, önce ülkede ulusal örgütlenmeyi oluşturmak, sonra da bu örgütten güç alan bir grubun başında Meclis’te çalışmak olmalıdır.’
‘Ulusal amaç için öne atılacakların, her ne olursa olsun amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son soluklarını verinceye değin amaç uğrunda her özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. YÜREKLERİNDE BU GÜCÜ DUYMAYANLARIN işe hiç girişmemeleri, kuşkusuz daha iyidir. Çünkü hem kendilerini, hem de ulusu aldatmış olurlar.’
‘Tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için, yetenek ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Ulus, ülke, siyaset ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış, bu alanlarda denenmemiş gelişigüzel kişilerin yer alabileceği herhangi bir kurula, ulusal iradenin işler duruma getirilmesini sağlamak, tüm ulusu ve yurdu tek bir kurulla (Meclis’le, Ö.O.) temsil etmek, tüm yurdu aynı dikkat ve duyarlılıkla savunma yollarını bulmaya çalışmak... gibi bir durum ve görev bırakılabilir mi?’”
Bugün için...
Atatürk’ün partisinin, Türkiye Cumhuriyeti’ni O’nun önderliğinde kuran partinin yeni bir genel başkana değil, “Türk bağımsızlık ve Cumhuriyeti’ni korumak ve savunmak” ödevini yerine getirebilecek stratejiyi oluşturup gerçekleştirebilecek bir yönetime gereksinimi var, sonucuna vardım.

plusbanner2x