Bin sene önce değil...
Sadece beş sene önce.



Açılım kepazeliğinin revaçta olduğu günlerdi.



Murat Karayılan, Kandil’de basın toplantısı düzenledi.
Sayın basınımız sevinçle, coşkuyla, koştura koştura gitti.
Bazı yalaka köşe yazarlarımız, aman geç kalmayayım diye iki gün önceden gitti.



Sayın basınımızı kalaşnikoflarla karşıladılar.
Apo posterleriyle, Pkk bayraklarıyla donatılmış mekanlarda sofralara oturttular, pilav üstü tavuk yedirdiler.
Muz cumhuriyeti’nden geldikleri için, muz ikram ettiler.
Kahve ikram etmediler.
“Doydunuz mu?” diye sordular.
Doymuşlardı.
Kalkın sıraya girin dediler.
Hepsini sıraya soktular.
Donlarına kadar arama yaptılar.
Kamyonet kasalarına bindirip, dağa çıkardılar.



Sayın basınımızdan 160 gazeteci gelmişti.
Alayını çadıra soktular.
Murat Karayılan, Apo posteriyle Pkk bayrağının önüne oturdu.
Konuşma yapacağı masada 34 ayrı televizyon kanalının mikrofonu vardı.
Anadolu Ajansı bile oradaydı.
Devletin resmi haber ajansı canlı yayın için Kandil’e gönderilmişti.
Tarihte ilk’ti.



Murat Karayılan anlattı.
Sayın basınımız ertesi gün “bravo, şahane, yaşasın” manşetleri attı.
50 bin insanımızın ölümünden sorumlu olan terör örgütü “sivil toplum örgütü” gibi gösterildi.
Güzellemeler yapıldı.



Mesela, Pkklılardan bile daha çok Pkkcı olan bir köşe yazarı var. Şunları yazdı: “Kandil’e çıktık. Pkk’nın pasaport kontrolünden geçtik. Çat pat Türkçe konuşan, kontrol noktasının şefi olduğu anlaşılan sevimli bir delikanlı ‘abi ben sizi bir yerden tanıyorum?’ diye sordu. ‘Televizyondan olabilir mi?’ dedim. ‘Tabii ağabey, televizyonda seyrettiydim, bu adam cesur adam be dediydim’ dedi.”



Demek ki neydi?
Teröristler “sevimli delikanlı”ydı.
Teröristlere sevimli delikanlı diyen gazeteciler de “cesur adam”lardı.



Bir başkası aynen şöyle döktürdü: “Güzel bir ceviz ağacının dibinde, öğle yemeğindeyiz. Keyifle yiyoruz. Etrafta incir ağaçları, dut ağaçları, pembe pembe çiçekler açmış, Kürdistan gülleri...”



Ne romantik değil mi?



Sayın basınımızın mensupları, Kandil’den canlı yayınlar yaptılar.
Pkk’nın “samimi” olduğunu anlattılar.
Pkk’yı eleştirenlerin “ırkçı” ve “faşist” olduğunu anlattılar.



Pkk’ya yakınlığıyla tanınan Fırat Haber Ajansı da oradaydı.
Ancak... Fırat Haber Ajansı muhabiri, Karayılan’ın ne dediğini değil, bizim gazetecilerin neler dediğini gözlemlemişti, bizim gazetecileri haber yapmıştı.
Sayın gazetecilerimiz “kendi çalıştıkları kurumları şikayet etmiş”lerdi!
“Kürdistan haberleri yaptıklarını, ama, bağlı bulundukları editörler tarafından sansürlendiklerini, haberlerinin değiştirildiğini anlatmış”lardı!
Yani açıkça, kendi çalıştıkları kurumları Pkk’ya ispiyonlamışlardı.



Kuyruğa girdiler.
Sünnet çocukları gibi, sırayla, Murat Karayılan’ın yanına oturdular.
Sırıta sırıta poz verdiler.
Kadın gazetecilerden biri, o gurur duyduğu hatırasını şöyle ambalajladı: “Açıkçası çatık kaşlı olacağını düşünmüştüm. Halbuki Murat Karayılan sohbet boyunca gülümsüyor. Kariyer hırsı yok. Bir lokma bir hırka. Saygılı. Kültürlü. Bilimsel konuşuyor.”



Zannedersin... Tonton, babacan bi aile büyüğünü tarif ediyordu.
Teröristten ziyade “terörişko”ydu.
Okuyunca, insanın Pkk’ya katılası geliyordu!



Ana haber bültenlerinde ballandıra ballandıra yayınladılar.
Ekrana bi tek mekap’la çıkmadıkları kaldı!
Gazetelerde neredeyse tam sayfa verildi.
Haber kanallarında günlerce başka mevzu yoktu.
Örgüt meşrulaştırıldı.



Bunlar olurken... Türkiye Cumhuriyeti’nin genelkurmay başkanı “terörist” sıfatıyla hapisteydi.
Pkk tanık, TSK sanık’tı.
İmralı’ya muhabbet, Silivri’ye müebbet’ti.
Akp’ye göre “Türkiye bağırsaklarını temizliyor”du.
Apo’yu makyajlıyorlardı... Öğrenciliğinde namaz kılan, oruç tutan, derin devlet tarafından kandırılan, talihsiz bir genç olarak tarif ediyorlardı. “Zavallı apocuk” olarak pompalıyorlardı.



Ya şimdi?



Aynı gazeteler, aynı televizyonlar utanmadan yazıyor: “ABD dışişleri bakanlığı, Murat Karayılan’ın başına beş milyon dolar ödül koydu, yerini bildirene beş milyon dolar verilecek, ayrıca, Cemil Bayık için dört milyon dolar, Duran Kalkan için üç milyon dolar ödül verilecek.”



Dünyada daha yüzsüz bir basın var mıdır, sanmıyorum.



Ve Amerikan büyükelçiliğini uyarıyorum.
Kapılarınızda hazırlık yapın.
Çünkü tiko parayı gördüler ya...
Şimdi aynı sayın basınımız sizin elçiliğin önünde kuyruğa girer, “Murat Karayılan’ın adresini ilk ben ispiyonlayayım” diye!