yilmaz-ozdil

Memleket hakkında ukala ukala ahkam kesenlerin haritadaki yerini bile gösteremeyeceği ücra adreslerde bizzat yaşamaktır, asker çocuğu olmak... Bitmek bilmeyen zorunlu göç’tür. Pılını pırtını toplayıp Hakkari’ye taşınmak, kolileri bantlayıp Erzincan’a gitmek, bavulları yükleyip Sivas yollarına düşmektir. Bazen sahil’den dağ’a, bazen pırıl pırıl güneş’ten iki metre kar’a savrulmaktır. Her soluduğun şehirden, her dolaştığın mahalleden, her tanıdığın sokaktan, her sevdiğin arkadaştan mecburen ayrılmak, her ayrıldığın yere ruhundan bir parça bırakmak, yüreğinde cam kırıkları, hatıraları yarım yamalak, çocuk yaşta hüzün biriktirmektir. Üniversiteye kadar en az altı yedi okul değiştirmek, tam bulmuşken kaybetmek, ilkokulda aşık olduğun, geleceğe dair hayaller kurduğun komşunun oğluna allahaısmarladık bile diyememek, ortaokulda heyecandan titreyerek elini tuttuğun o güzel gözlü kızı, içine akıttığın gözyaşlarıyla geride bırakmaktır. Herkesin birbirini tanıdığı sınıflara kelaynak gibi girmek, sığıntı gibi hissettiğin teneffüslerde bir sıcak merhaba alana kadar adeta çırpınmak, arkadaşlıklara her sene başından sıfırdan, gene sıfırdan, gene sıfırdan başlamaktır. Bir türlü ait olamamaktır, her gittiğin yerde geldiğin yerle çağırılmak, İzmir’de Malatyalı çocuk, Kars’ta Muğlalı çocuk, Diyarbakır’da Balıkesirli çocuk olmaktır. Vatan millet şuuruyla, kurallara uyan yurttaş disipliniyle büyütülmek, baban emekli olana kadar demirbaş badanaya zarar vermemek için tuttuğun takımın posterini bile duvarına yapıştıramamaktır, kendini bildin bileli lüzumsuz ise söndür, musluğu çok açma, sıra ile bin, kılığını kıyafetini düzelt, gürültü yapma uyarılarına maruz kalmaktır. Sen uyu demelerine rağmen, geceyarısı kör karanlıkta kalkıp, operasyona uğurlamak, annenin koynuna kıvrılıp, sağ salim dönsün diye sabaha kadar dua etmektir. Lojmanda meşe oynadığın Hakan’ın babası yüzbaşı Tarık ağabey pusuya düşürüldüğünde, saklambaç oynadığın Funda’nın pilot binbaşı babası Birol ağabey çakıldığında, bir yandan ağlayıp, bir yandan kendini şanslı hissettiğine utanmak, üniformasıyla, heykel gibi sessiz sedasız koltuğa çöken babana sarılamamaktır.



Bazen de işte böyle, siyah beyaz ultrason fotoğrafında, kucağına asla atılamayacağın babanın, pırıl pırıl gülümseyen mutluluğunda olmaktır.



(Üsteğmen Muhammed Ali Kalo, cuma günü Afrin’de şehit düştü. 25 yaşındaydı. İki yıl önce evlenmişlerdi, Yasemin yedi aylık hamileydi. Henüz dünyaya gelmemiş bebekleriyle, ilk ve son kez çektirdiği bu hatıra fotoğrafı kaldı.)



Ve bu ülkede, Suriyelilerle “eşit” sayılmaktır şehit çocuğu olmak!



(Asker çocuklarına tanınmayan, sadece şehit çocuklarına tanınan eğitim ayrıcalığı, Suriyelilere verildi. Suriyelilerin çocukları, tıpkı şehit çocuklarımız gibi, ikametgahına bakılmadan, canının istediği her okula kayıt yaptırabilecek, denklik belgesi bile istenmeyecek.)



(Suriyeliler üniversiteye girerken de, tıpkı şehit çocuklarımız gibi “özel öğrenci statüsü”nden faydalanabiliyor.)



(Üstelik... Şehit çocukları dışındaki tüm çocuklarımız aynı üniversite sınavına girerken, Suriyeliler yabancı kontenjanından sınava giriyor. Böylece, bizim çocuklarımızın yarısı kadar bile soru cevaplasalar, daha yüksek puanlı okulları kazanmış oluyorlar.)



Bizim bildiğimiz, vatan için ölünür, bunlar vatanlarından kaçtı kardeşim...



Kendi evlatlarımızı Suriye’ye gönderip, kendi topraklarımızda Suriyeli kadar olamamaktır, bu ülkenin vatandaşı olmak.