ABD’deki Zarrab davası, asıl olarak petrol ve doğalgaz satışıyla ilgili bir davaydı;
New York’ta Zarrab’ın “çete lideri” olarak başlayıp, “itirafçıya” dönüştüğü dava süreci sonunda, Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla hapis cezasına çarptırıldı. Buna paralel olarak, ABD Hazine Bakanlığı’nın Halkbank’a keseceği ceza beklenmeye başlandı.
Zarrab davasının her aşamasını Türkiye yakından izledi.
Ancak Türk kamuoyunun dikkatine gelmeyen, yine petrol/doğalgaz satışıyla ilgili bir başka uluslararası dava daha var.
Hatırlarsınız, bir ara AKP hükümeti Kuzey Irak’taki Kürtlerle pek sıkı fıkı idi.
Bağdat Hükümeti’nin tüm itirazlarına, Türkiye’de muhalefetin “yapmayın” çağrılarına rağmen -o zamanlar MHP de muhalefet cephesindeydi- Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle petrol ve doğalgaz konusunda pek çok anlaşma imzalandı. Kuzey Irak’tan Ceyhan’a akıtılan petrol satıldı. Ancak Bağdat Hükümeti’ne, Irak Anayasası gereği bu petrolden alması gereken gelir verilmedi.
Bağdat Hükümeti de 2014 yılında bu durumu Paris’te uluslararası tahkim mahkemesine götürdü. Paris’ten gelen haberler, mahkemenin -büyük ihtimalle Türkiye aleyhine çıkacak- kararını en geç 2019 başında açıklayacağını gösteriyor.
Yani ABD’den gelecek olası Halkbank cezasını beklerken, bir de Paris’ten gelecek olası Irak cezası kapımızda...

Hayali düşmanlar, hayali tepkiler...


“Dış güçler”, “faiz lobisi”, “dış mihraklar”...
Hepsi de dış politikada AKP hükümet üyelerinin ve yandaşların üzerimize bocaladığı hayali düşmanlar.
Tam olarak kim bunlar? Hükümet bu “mihraklarla” nasıl mücadele ediyor?
Bu soruların yanıtları ortada yok. Bolca duyulan ise “Ezan”, “Bayrak” gibi Türk insanını bir araya getirebilecek değerlerin vurgulandığı hamasi konuşmalar.
Seçim dönemlerinde daha çok oy alabilmek için Avrupa’yla çıkarılan -ve sonra unutturulan- hayali onlarca krizin ardından, şimdi de yaklaşan ekonomik krize bahane olarak ABD seçilmiş gibi.
Washington’da ise Başkan Donald Trump’ın başı Amerikan yargısıyla dertte. Seçim kampanyasına Rus müdahalesi iddiaları çerçevesinde Trump’ın pek çok danışmanı, son olarak da kişisel avukatı “itirafçı” yapıldı. Trump’ın Başkanlık görevinden azledilebileceği bile tartışılmaya başlandı. Trump’ın azledilmesine karar verebilecek tek merci olan ABD Kongresi’nde de kasımda seçim var.
İşte ABD ile Türkiye arasındaki gerilimi bir de bu açıdan değerlendirin;
n Ankara’da AKP yönetimi, 16 yıllık yanlış ekonomik politikaların, bolca yolsuzluk ve israfın getirdiği ekonomik krizi “dış güçlere” bağlamaya çalışırken;

- ABD’de zor günler yaşayan, Trump, kasım seçimleri öncesinde safları sıklaştıracak bir “denizaşırı başarı hikayesine” -Papaz Brunson’ın serbest bırakılması- kilitlenmiş durumda.
Elbette kamuoyuna verilen “düşman” algısı “ülkeyi” değil, “yönetimi” kurtarmaya yönelik olunca, atılan adımlar da “hayali” düzeyde kalıyor.

ABD açısından;

- Washington yönetimi Papaz Brunson krizi çerçevesinde iki Türk bakanın ABD’deki malvarlıklarını dondurdu. Amerikalılar’ın attığı adım Türkiye açısından diplomatik anlamda
“onur kırıcı” da olsa, somut bir sonuç doğurmadı. İki Türk bakan da zaten ABD’de mal varlıkları olmadığını açıkladı.
- ABD Türkiye’nin de projede ortak olduğu F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslimine şart koydu. Oysa uçaklar, iki ülke arasında hiçbir sorun olmasa da, zaten 2019’dan önce Türk semalarına gelemeyeceklerdi.
- Washington yönetimi Türkiye’yi gerçekten sıkıntıya sokacak adımlardan ise kaçındı. Mesela Halkbank’a kesilmesi beklenen ceza, hâlâ sümen altı. Ya da Menbiç’te iki ülkenin uzlaştığı plana Amerikalılar taş koymadı.

Türkiye açısından;

- ABD yönetimi iki Türk bakana yönelik yaptırım koyunca, Cumhurbaşkanı Erdoğan da
”talimat verdim. ABD’nin İçişleri ve Adalet bakanlarının Türkiye’deki mal varlıklarını donduracağız” dedi. Ancak Türkiye’den bu yönde bir adım atılıp atılmadığı konusunda hâlâ hiçbir resmi açıklama yok. O kadar ki, hangi iki Amerikalı bakanın Türkiye’deki malvarlıklarının dondurulduğu/dondurulacağı bile belli değil. (ABD Adalet Bakanı konusunda bir kafa karışıklığı yok. Ancak iş Erdoğan’ın sözünü ettiği “ABD İçişleri Bakanı”na gelince durum biraz karışıyor. Malum, ABD’de “İçişleri’ Bakanı” sıfatıyla görev yapan kişi çevreden, milli parklardan sorumlu. Türkiye’deki “İçişleri Bakanı”nın ABD’deki karşılığı ise “İç güvenlik bakanı” olarak geçiyor. Hangisine yaptırım uygulanacağı hâlâ muamma.)

- Türkiye, Washington’un gerçekten canını yakacak yaptırıma ise yönelmedi. İncirlik Üssü hâlâ faaliyette. Yine ABD açısından İncirlik kadar önemli başka bir üs daha var: Kürecik üssü. Kürecik üssü toplumda “NATO üssü” olarak görülüyor. Oysa Türkiye’nin Washington Büyükelçisi olarak da görev yapmış, CHP eski Milletvekili Faruk Loğoğlu’na göre Kürecik’teki radarı “NATO tesisi yapan bir NATO kararı yok.” Ayrıca Kürecik’te Amerikalı görevliler ve yardımcı hizmetlerdeki Türkler dışında, herhangi bir NATO ülkesinden personel de bulunmuyor. Loğoğlu, Kürecik’in “ABD’nin ‘milli füze savunma’ sistemine hizmet veren, İsrail dahil başka birkaç ülkede (İsrail, Katar, Japonya) daha eşleri bulunan ulusal radarlar ağının bir parçası” olduğunu ifade ediyor. Peki, ABD ile “sözde” mücadele eden AKP hükümeti neden İncirlik’i ya da Kürecik’i kapatmaktan hiç bahsetmiyor?

Kısacası, ortada “yel değirmenlerine” karşı yapılan “hayali” bir kavga var.
Bu “hayali düşman” algısı çerçevesinde Türk Lirası sadece ABD değil, diğer yabancı para birimleri karşısında değer kaybediyor.
“Dış güçler”, “faiz lobisi” “Milli savaş” çığırtkanlığını bir tarafa bırakırsanız, ortada olan tek gerçek, Türkiye’de resmen yüzde 40’a varan bir devalüasyon yaşandığı...

plusbanner2x