Erken seçim kararı o kadar çabuk alındı, seçim sürecine o kadar hızlı girdik ki, bu kararın nedenleri üzerinde düşünme fırsatı bile bulamadık.
Oysa kararın alınma süreci, içinde Kürt sorunu, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumu, pek çok aktörün geleceği, seçim sonrası kurulabilecek yeni -ve sürpriz- ittifaklar gibi kritik konular açısından incelenmeye değer.
Öncelikle erken seçim sürecini tetikleyen MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısı ve bu çağrının yapıldığı şartlara bakalım.
MHP lideri Bahçeli, erken seçim çağrısını nisan ayının ortasında, tam olarak 17 Nisan’da partisinin grup toplantısında yaptı.
Peki bu çağrı öncesinde, Devlet Bahçeli açısından “kritik” sayılabilecek ne oldu da, MHP lideri tüm Türkiye’yi şaşırtan bu çıkışı yaptı?
İlginçtir, tam da Bahçeli’nin çıkışından yaklaşık bir hafta önce, İngiltere’de kritik bir gelişme yaşandı.
MHP’nin geçen yıl yapılan anayasa referandumu sürecinden itibaren siyasi ittifak kurduğu AKP’li üç eski bakan sessiz sedasız İngiltere’ye bir ziyarette bulundu. Efkan Ala, Mehdi Eker ve Taner Yıldız, İngiltere’de bir dönem yandaş medya tarafından “PKK’lı” ilan edilen bir kuruluşu, “Democratic Progressive Institute”yü (DPI) ziyaret etti, temaslarda bulundu.
Tarihler önemli:
Aynı dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “Tatlıdil Forumu” için İngiltere’ye gideceği bilgisi de kulislere yayıldı.
Ve ilginçtir, 11 Nisan’da gerçekleşen bu ziyaretten sadece birkaç gün sonra, Erdoğan’ın planlanan İngiltere seyahatinden hemen önce, 17 Nisan’da, Devlet Bahçeli “erken seçim” çağrısını yaptı.
2016 referandumundan beri siyasi olarak ittifak içine girdiği MHP’den bu çağrının gelmesi üzerine ise Erdoğan da seçimler için 24 Haziran tarihini ortaya koydu.
Erdoğan, Türkiye’nin seçim atmosferine girmesine rağmen de o planlanan İngiltere seyahatini, üstelik hiç kısaltmadan yaptı.
Bu dönemde İngiltere’den gelen açıklamalar da dikkat çekiciydi.
Yine ilginçtir, İngiltere’nin Dublin’den Ankara’ya atadığı -Dublin, IRA’nın silah bıraktığı barış sürecinde İngiltere açısından kritik bir başkent- yeni Büyükelçi Sir Dominick Chilcott kritik bir demeç verdi. Erdoğan’ın Londra ziyaretinden önce, ancak Bahçeli’nin çıkışından sonra verilen bu demeçte öne çıkan, yine Kürt sorunu konusundaki sözleri oldu. İngiliz Büyükelçisi, Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren PYD’nin “PKK terör örgütü çok yakın bağları olduğunu gördüklerini”, bu konuda “naif olmadıklarını” söyledi.
Ancak aynı İngiltere, Erdoğan’ın gerçekleştirdiği üç günlük Londra seyahatinden hemen sonra, aynı konuda adeta birden bire “fikir değiştirdi.”
Türkiye seçime giderken, bu kez Londra’dan, çok üst düzey bir askeri yetkiliden, Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Rupert Jones’tan önemli bir açıklama geldi. General Jones, İngiltere Parlamentosu Savunma Komitesinde yaptığı konuşmada, PYD’nin en kritik ismi, askeri gücünün komutanı olan Mazlum Kobani’ye -diğer adı Şahin Silo- övgüler dizdi. Bununla da kalmadı...
Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi’nin “PYD-PKK bağlantısını biliyoruz, naif değiliz” açıklamasıyla tam ters düşen bir açıklama yaptı. General Jones, “PKK, Türkiye’ye büyük tehdit yaratan bir terör örgütüdür. Ancak PYD, PKK’dan bağımsızlığını ilan etmiştir. Bize, aralarında artık hiçbir bağ kalmadığını söylüyorlar” dedi.
Tüm bu gelişmeleri ardarda koyduktan sonra şu soruyu sormak elzem oldu:
Eğer Bahçeli, 17 Nisan’daki erken seçim çıkışını yapıp, AKP’yi seçime zorlamasaydı, acaba 2019’a kadar olan süreçte Türkiye yeni bir “çözüm süreci” yaşar mıydı?
Ve daha önemlisi, AKP’nin yaşanabilecek bu “çözüm süreci” çerçevesinde Türkiye içindeki “siyasi ittifakı” MHP ile mi olurdu, yoksa bir başka partiyle mi?
Türkiye artık seçim sürecinde. Ancak Türkiye’yi erken seçime götüren etkenler, elbette seçim sonrasındaki ittifaklar için de belirleyici olacak gibi.

TÜRKİYE'NİN "ENERJİ ROLÜ" YUNANİSTAN'A MI KAYIYOR?

Yine erken seçim kargaşası içinde Türkiye gündeminde pek de konuşulmayan bir başka konu ise enerji konusu.
Türkiye seçim tartışması içinde oradan oraya savulurken, dünya üzerindeki konumu nedeniyle çok güçlü olduğu dünya enerji piyasasındaki yerini de yavaş yavaş kaybediyor.
Türkiye’nin yerine ise komşu Yunanistan giderek ön plana çıkıyor.
Bakmayın siz Kudüs’e taşınan Amerikan Büyükelçiliği nedeniyle Arap dünyasından çıkan kısık sesli itirazlara.
İsrail bugünlerde başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere, kritik Arap ülkeleriyle tarihinde hiç olmadığı kadar yakın.
Buna bir de yine İsrail’in geçen ay Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile imzaladığı doğalgaz boru hattı anlaşmasını ekleyin.
Anlaşma ile Türkiye, Akdeniz’deki “enerji oyununun” tamamen dışına itilmiş oldu.
Akdeniz’in Mısır ve İsrail açıklarındaki zengin doğalgaz yatakları zaten biliniyor.
Buna bir de Türkiye’nin itirazlarına rağmen Rumların Kıbrıs adası etrafında yaptığı doğalgaz arama çalışmalarını ekleyin. -Elbette bu doğalgaz arama çalışmalarında Rumların en önemli ortaklarından birinin de AKP’nin can dostu Katar olduğunu not etmek lazım-
Akdeniz’de tahmini gaz rezervleri 6 trilyon dolara kadar ulaşıyor. Bu gazın, asıl alıcı konumundaki Avrupa’ya aktarılması için en kısa ve ucuz yol aslında Türkiye’den geçiyor.
Ancak AKP iktidarının 16 yıllık serüveni nedeniyle, Akdeniz’den çıkacak gazın Avrupa’ya aktarılması için Türkiye’yi tamamen dışarıda bırakan, İsrail-Kıbrıs Rum-Yunanistan ittifakı kuruldu. Üç ülke arasındaki boru hattı anlaşması, yüksek maliyete rağmen imzalandı.
Bu hatta, kurulabilmesi halinde ileride Mısır’dan gelecek gazın eklenmesi de söz konusu olabilecek.
ABD de elbette işin içinde; Atina’daki Amerikan elçisi son dönemde tüm açıklamalarında “Yunanistan’ın Akdeniz’de oynadığı istikrar artırıcı rolden” bahsediyor, Türkiye’nin Kıbrıs açıklarında uluslararası petrol/doğalgaz arama çalışmalarına karşı çıkmasını ise sürekli eleştiriyor.
Kısacası seçim telaşı içindeki Türkiye, coğrafi konumundan gelen olasılıkları bile kaybediyor.

sozcu-banner-1