Yeni eğitim yılı başladı. Resmi ve özel okullarda 18 milyon öğrenci ve 1 milyon öğretmen ders başı yaptı. Türkiye’de eğitimin geldiği noktayı hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz. Fakat eğitim sadece okulda yaşanan bir süreç değil, evde anne baba ile başlayan ve tüm yaşam boyu devam eden bir deneyim... Önce Boğaziçi Üniversitesi, ardından Harvard Üniversitesi’nde eğitim bilimleri okuyan Dr. Özgür Bolat’la işte bu yaşam boyu devam eden deneyimi konuştum. 3 sene önce “Beni Ödülle Cezalandırma” kitabını yazan ve 310 bin satan, şimdilerde de “Övgünün Zararları” isimli kitabı için çalışan Bolat’a şunları sordum:

‘Çocuklarımız neden sosyal medya bağımlısı?, ‘Uyuşturucu neden bu kadar arttı?’, ‘Öğrenciler neden kopya çekiyor ve yalan söylüyor?’, ‘Gençlerimiz neden özgüvensiz?’, ‘Çocuklar okullarda neden mutsuz?’ İşte bu röportajda yanıtları bulacaksınız. Ve belki de yeni sorular aklınıza gelecek! Çünkü Bolat’ın de söylediği gibi “Bilginin sonu yok...”

EĞİTİM BİREY OLMAKTIR

ÖG: Dün yeni eğitim ve öğretim yılı başladı. Siz değerli bir eğitim bilimcisiniz... Eğitim nedir?
ÖB: Eğitim insanların kendini tanımasına ve zihinlerin özgürleşmesine katkıda bulunmaktır. Yaşamımızı kısıtlayan birçok olumsuz düşünce kalıbı var. Bu olumsuz düşünce kalıplarını da çoğu zaman anne ve babalarımız oluşturur : “Ne yapsan boş”, “Kimseye güvenme”, “Yapamazsın”... Bir insan “Ben yapamam” diye düşünüyorsa, ne kadar yetenekli olursa olsun başaramaz. Özgürleşmek size empoze edilen ve sizi engelleyen düşünce yapılarını bulup, bunlardan kurtulmaktır. Birey olmaktır. Eğitimin en büyük amacı da bu sürece yardımcı olmaktır. Yani, eğitim; insanın kafasındaki sınırlardan kurtulma sürecidir. Ne yazık ki bizde, bireyi öldüren, birey olmayı bitiren birçok yaklaşım var.

Özgür Bolat, “Birey olamayan kişi, bencil olur. Hep almaya çalışır” dedi.


GÜVENDE HİSSETMEZSE...

ÖG: Çünkü birey olmak, bencil olmaktır sanılıyor...
ÖB:
 Bence bu, büyük bir yanılgı! Tam tersine, asıl birey olamayan kişi bencil olur. Birey olamayan kişi, eksik hissettiği için, güvende hissetmez ve kendisinden de veremez. Hep almaya çalışır ki boşlukları dolsun. Ancak “bütün hisseden” kişi başkasına da verebilir. Birey olmayan insan sağlıklı bir sevgi de üretemez çünkü değersiz hisseder. Değersiz hisseden insan, sevileceğine hiç inanmadığı için sevgi alamaz. Güvende hissetmediği için sevgi de veremez. Kendisine gerçek sevgi verenlere de inanmaz. Hatta onlardan kaçar... Bireyi korumanın en temel yolu ailede verilen özgüven. Bu olmadan çocuk bütün bir varlık da olamaz.

KORKUYA DAYALI MODEL

ÖG: Özgüven ne demek?
ÖB:
Özlemcim, insanların 4 temel ihtiyacı var; ilişki kurma, özerklik (kendi kararlarını kendisi verme), gelişme ve öğrenme. Öğrenme dediğim, “keşfetme ihtiyacı” aslında, ezberleme değil. Bunların temel ihtiyaç olduğunu şuradan biliyoruz, insan bunları yaptığı zaman beyin dopamin salgılıyor, yani mutlu oluyoruz. O zaman soru şu, bizim çocuklarımızın bu 4 temel ihtiyacı evde ya da okulda karşılanabiliyor mu?

ÖG: Sence?
ÖB:
Araştırmalar çocukların okullarda mutsuz olduğunu gösteriyor maalesef. Gelişim ya da keşfetme yok, ezbere dayalı bir model var. Çünkü okullarda genellikle otorite ilişkisi var, evde ise korkuya dayalı bir ilişki modeli çoğunlukta. Otoriteyi şöyle açalım; öğretmen eğer eğitimi “bildiklerini çocuklara aktarma” olarak alıyorsa, bu bir otorite ilişkisidir. “Beraber öğreniyoruz” olarak algılıyorsa, bu sevgi ilişkisidir. Çocuklar, okullarda ve evde genellikle kendi kararlarını da veremiyor. Teknolojiye bağımlı olmalarının en büyük sebebi bu dört temel ihtiyacını okulda ve evde karşılayamaması zaten.

ÖG: Eğitimi sevdirmenin yolu nedir?
ÖB:
Herhangi bir şeyi sevmenin bir kaç yolu var, birincisi ‘yapabilme.’ İnsanlar yapabildikleri şeyleri severler. Oysa bizde dersler nasıl? Sadece bilgi aktarımına dayalı. Müfredatımız bilmek üzerine kurulu, anlama veya beceri üzerine değil.  Becerinin olmadığı yerde, ‘yapabilme’ de olmaz. Kesinliğin olduğu yerde; merak, keşfetme ve tartışma da olmaz. Soru çözme var ama sorun çözme yok. Ezber var ama keşfetme yok.

KOPYA İŞE YARAMAZ

ÖG: Bizde çok fazla “kopya çekmek” var. Bunun da mı sebebi aynı?
ÖB:
Siz “öğrenmeyi” değil de, “bilgiyi” ölçerseniz, kopya mükemmel bir mekanizmadır. Ama öğrenmeyi ölçerseniz, kopya hiçbir işe yaramaz. Çocuk başkasının anlamasını kopyalayamaz ama bilgisini kopyalar. Çocukların değeri notlar ile ölçüldüğü için, çocuk utançtan kurtulmak için de kopya çeker. Öğrenmede eleştirel bakış açısını yaygınlaştırmamız lazım.

Sokakta oynayan çocuğun aklına cep telefonu gelmez


ÖG: Anne babaların en büyük derdi çocuklarının “internet ve sosyal medya” kullanmaları...
ÖB: Sosyal medya veya internet bağımlılığı bir sonuç. Aile ile çocuk arasında kurulamayan ilişkinin sonucu. Mesela babasıyla spor yapan, sokakta oyun oynayan bir çocuğun aklına telefon gelmiyor bile... Eğer çocuğum çok sosyal medya kullanıyorsa ben ona kızarak, elinden alarak bu yarayı iyileştiremem. Cep telefonunu elinden almak daha da yalnızlaştırır bu çocukları. Telefonu elden alıyorsak onun yerine daha sağlıklı bir şey vermeliyiz, yani sevgimizi, ilgimizi, koşulsuz kabul edişimizi... Dahası aileler maalesef kendileri istedikleri zaman çocuklarının teknolojiyi kullanmasını istiyor, başka zaman istemiyor. Aile yorgunsa veya çocuğunla zaman geçirmek istemiyorsa, çocuğa tableti veriyor; ama başka zaman tabletle oynamasın istiyor. Çocuğa haksızlık.

YAPAY BİR OYUN SİSTEMİ

ÖG: Pek çok anne baba çocukla oynamayı ya boşa harcanmış zaman olarak görüyor, ya da sıkıcı...
ÖB: Bir çocuk için duyguları yönetmek, hayal kurmak, yaratıcılık, ilişki kurmak, keşfetmek çok hayati. Bunların hepsi için de oyun şart.  Çoğu oyuncak bile bana kalırsa yapay bir oyun sistemi. Anneler babalar zaman ayırıp çocukları ile oyun oynamadıkları için kurgulanmış oyuncaklar çıkmış... Biliyor musun, değersizlik duygusu olan insan oyun oynamayı tercih etmez. Çünkü oyunda sevgi ve neşe olur. Annede veya babada değersizlik varsa, sevgiyle değersizliği tetiklenmesin diye oyun oynamaz. İç çocuğu ölmüş veya yaralanmış kişiler oyunu tercih etmez. Aileler ilk önce kendi iç çocuğunu canlandırmalı ki oyun oynayabilsin. Bazı ebeveynler oyun oynadığını söylüyor ama gözlemleyince görüyoruz ki çocuğuyla oyun oynamıyor, oyun oynatıyor; çocuğuyla eğlenmiyor eğlendiriyor. İşin içinde kendisi yok. En iyi oyun çocukla çocuk olunan oyundur. Anne babasıyla oyun oynayan çocuk teknolojiye sığınmaz. Teknolojiyi sadece üretim odaklı kullanır, tüketim odaklı değil.

ÖG: Bağımlılık sadece internet değil, gözlemliyorum, çok ciddi bir de madde kullanımı sorunu var artık... Maalesef.
ÖB: Uyuşturucu ne demek biliyor musun? Siz başarıyla, parayla, mevkiiyle ya da şöhretle kendinizdeki değersizlik duygusunu çözmediğiniz zaman, kendinizden kaçmanız lazım. Bağımlılık, kaçınma araçları bulmaktır. Madde ya da internet, fark etmez.

AİLEDE VERİLEN ÖZGÜVENİN ÖNEMİNE DİKKAT ÇEKTİ
Özlem Gürses’in sorularını yanıtlayan Özgür Bolat, “Bireyi korumanın en temel yolu ailede verilen özgüvendir” dedi.

‘KİTAPLAR BAŞKA DÜNYALAR AÇAR’


ÖG: Eğitimin ideolojik bir faaliyet olduğuna inanan binlerce kişi var. Öyle midir sence de ?
ÖB: Eğitim bir boyutuyla ideolojiktir, doğru, ama o “ideoloji” evrensel değerler üzerine kurulu olmalıdır. Yani eşitlik, demokrasi, dürüstlük gibi evrensel değerler üzerine kurulursa o ideoloji, o zaman değerli olur.

ÖG: Genel olarak “bizden başkasını” merak etmeyen bir toplumuz, kitap da okumuyoruz...
ÖB: Evet maalesef. Oysa farkındalık ve bilinç artarsa, seçim yapma özgürlüğü doğar. Maalesef biz çocuklara hem okulda hem de evde seçim yapma hakkı vermediğimiz için çocuk da farkındalığını artırmak istemiyor. Bilincini kapatıyor. Güzel bir savunma mekanizması. Bunu nasıl yapıyor? Hiç bir şeyi merak etmeyerek, kitaplara kendini kapatarak. Çünkü kitaplar başka dünyalar açar ve farkındalığımızı artırır. Dahası farkındalığımız artarsa kendimizle yüzleşiriz, değersiz yetişmişsek bunu da istemeyiz.

Özgüvensiz olan insan sürekli kaygı içindedir


ÖG: Bütün anne babalar çocuklarını “yetiştiriyor”. Yani ondan bir “proje” yapıyor neredeyse... Hepimiz yaşadık, kah evlat, kah ebeveyn olarak...
ÖB: Oysa bizim anne baba olarak çocukla işimiz yok, kendimizle işimiz var. Bir anne baba kendi bütünlüğünü koruyamıyorsa, özgür ve kendisi olan bir çocuk yetiştirmekte zorlanır. Fedakarlıklarını anlatmak, çocuğu kıyaslamak, çok üzüldüm demek, çocuğa küsmek, senin yüzünden oldu demek çocuğa... Ya da kimliğini güzellik, yakışıklılık, zekilik, yetenek üzerine kurmak. Koşullu kabul, o bütünlüğü bozuyor. Anne baba bütün olarak doğmuş bir varlığın o bütünlüğünü bozmadan hayata hazırlamakla sorumlu.

ÖG: Ama bir yandan da onu “özgüvenli” yetiştirmeye çalışıyoruz, “Sen şöyle iyisin, böyle çalışkansın, böyle başarılısın” diyerek...
ÖB: Güvende olma hali, anne ile çocuk arasında, özellikle ilk 3 yılda kurulan bir bağdır. O da ancak “koşulsuz kabul” ile mümkün. Eğer bu kurulabiliyorsa, çocuk güvende hisseder. Özgüven, adı üstünde, “Güvenimi özümden alıyorum“ demektir zaten. Çocuğa dışardan gelen özellikleri değil, çocuğun kendi kontrolünde olan özelliklerini söylemeniz gerek...  “Canım oğlum” mesela, çünkü oğlunuz her zaman canınız olabilir... Ama “güzel kızım” değil, çünkü her zaman güzel olamaz! Güzel diyerek etiketleyerek, imaj kaygısı yaratmak çok sakıncalı. Duyarlı oğlum, dürüst kızım, yardımsever oğlum gibi ifadelere ihtiyacı var çocuğun, çünkü bunlar her zaman onun kontrolündedir. Özgüvensiz olan insan sürekli kaygı içindedir. Çünkü sürekli diğer insanlar tarafından kabul edilip edilmediğini kontrol eder. Özgüvenli olan insanda bir kabul ettirme çabası görmezsiniz.

ÖG: Diyelim ki anne baba bilemedi, iyi niyetle de olsa bozdu... Yetişkin olarak kendi bütünlüğümüzü sağlamak için geç mi kaldık ?
ÖB: Kesinlikle hayır. Ben kendi yaralarımı, yani bütünlüğümün bozulduğunu 8-10 yıl önce keşfettim. Ölüme kadar sürecek bir yolculuğa başladım. Herkes her yaşta başlayabilir.

ÖG: Peki yaraları nasıl bulacağız?
ÖB: Birincisi; hayatta mevkim, statüm, işim gücüm olmadan insanlar bana değer verir mi diye soralım kendimize? Eğer “Değer vermez” çıkıyorsa demek ki içeride yaralar vardır. O zaman dönüp içimize, değerlerimize bakacağız. Ve hangisi en güçlü değerimiz ise onunla yaşayacağız. İstemediğimiz her şeye de “Hayır” diyeceğiz!