MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli özetle şunları söyledi:

"Hiçbir yönetim sistemi sabahtan akşama kurumsallaşıp kökleşmeyecektir.
Emek verilmeden, sabır gösterilmeden, ortak akıl ve çabayla mücadele edilmeden devlet ve toplum hayatının sistemsel olarak yeni baştan düzenlenmesi hemen olacak bir iş değildir.
Türkiye Cumhuriyeti 96 yıllık bir maziye sahiptir.
Yüzüncü yıldönümüne ulaşmasına da dört yıl kalmıştır.
1923-1946 arasındaki tek parti dönemi imparatorluk bakiyesi yeni devletimizin ilk evresidir.
Bu evrede her ne kadar parlamenter sistemin teorik olarak uygulandığı iddia edilse de, pratikteki yansımaları takdir edeceğiniz üzere farklıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nda sonra yeniden tesis edilen uluslararası siyaset ve ekonomik düzene uyum sancılarını, buna uygun davranma sorunlarını en aza indirme konusunda çözüm yolları aranmış, böylelikle Cumhuriyet döneminin ikinci evresi olan çok partili sisteme geçiş sağlanmıştır.
Bu ikinci evre 72 uzun yıl devam etmiştir.
Ancak yönetim sistemindeki aksaklık ve tıkanmalar, erkler arasındaki tehlikeli kayma ve kopuşlar, yaşanan kavga ve gerilimler devlet çarkının paslanmasına, karar süreçlerinin laçkalaşmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet’in kuruluşundan 93 yıl sonra Türkiye FETÖ işgal teşebbüsüne, senaryosu emperyalizm tarafından yazılmış kanlı ve karanlık bir operasyona direkt muhatap olmuştur.
251 vatan evladımız şehit düşmüştür.
2 bin 194 vatan evladımız ise bu hain darbe kalkışması neticesinde yaralanmıştır.
Kaleyi içten yıkmak isteyen, ülkeyi iç savaş ortamına sokmayı hedefleyen, demokrasiyi ve milli varlığı imhayı kurgulayan Pensilvanyalı teröristler eşine benzerine az rastlanır bir hıyanetle millete ve devlete kast etmek için devreye girmişlerdi.
Parlamenter sistemle daha fazla mesafe alamayacağımız 15 Temmuz’da belli olmuştu.
Devletin hızlı karar alması, etkin ve verimli çalışması lazımdı.
Yasama, yürütme ve yargı arasında silikleşen sınır çizgilerinin belirgin ve berrak şekilde netleştirilmesi, bu üç erk arasındaki demokratik ayrımın belirginleştirilmesi büyük bir zorunluluktu.
Milli güvenliğimiz ağır baskı ve dayatmalar altındaydı.
İç ve dış sorunlarımız artıyor, tırmanıyordu.
Devlet yönetiminde varlığı malum olan fiili düğümün çözülmesi, bu suretle yasal ve anayasal bir hüviyete kavuşturulması gerekiyordu.
Sonuç itibariyle Türk milleti, 16 Nisan 2017 Halkoylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne evet demiş, geleceğini bu yeni sistemde görmüş ve kabullenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 16 Nisan 2017 itibariyle fiilen, 9 Temmuz 2018’de de resmen üçüncü evreye geçmiştir.
Önemle ifade etmek isterim ki, kefili milli irade ve Türk tarihi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi keyfi olarak kurulmadı.
Basit ve günlük siyasi dürtülerle harcı karılmadı.
Cılız ve çıkarcı emellerle çatısı örülmedi.
Günü kurtarma hesaplarının neticesi olarak içeriği ve rotası tayin edilmedi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşama azminin, payidarlık iradesinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün aynen tecellisi ve tescilidir.
İlaveten siyasi istikrarın teminatıdır.
Yeni sistemle beraber barajın yüzde 50 artı 1’e çıkması muhkem ve muteber bir sayısal çoğunluktan daha çok müstesna bir uzlaşmayı, muazzam bir kucaklaşmayı sağlamıştır.
Türkiye aradığı parlak yönetim sistemini pek çok badireye uğraya uğraya, birçok sorunla boğuşa boğuşa sonunda bulmuş ve benimsemiştir.
Değişen rejim değildir.
Aksini iddia ve ilan edenler müfteridir, münafıktır, müptezeldir.
Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde var olan uyum sorunlarının aşılması kaçınılmazdır.
Cumhuriyet Halk Partisi ile yanında yöresinde hizalanan icazetli partiler, sözde uzmanlar, yarım aydınlar, malum köşe yazarları yeni hükümet sistemini hedef tahtası haline getirmişlerdir.
Kerametleri kendilerinden menkul bu çevrelerin, parlamenter sisteme övgü üstüne övgü yağdırmaya başlayarak, son bir yıllık geçmişin bütün olumsuzluklarını yeni sisteme yükleme teşebbüsleri zeka özründen ziyade akıl eksikliği, ahlak zayıflığı, köhne ve kötürüm bakışın neticesidir.
Bunlar ne istiyorlar? Neyi amaçlıyorlar?
Koalisyonlar dönemine geri mi dönülsün?
Devletteki sonuçsuz güç ve yetki mücadeleleri yeniden mi alevlensin?
Bu şaşkın ve şuursuzlar nereye ulaşmayı düşünüyorlar?
15 Temmuz’da başı ezilen işgal girişiminin farklı kanallardan, farklı bünye ve maskelerle tekraren tedavüle girmesini mi ümit ediyorlar?
Karar alma mekanizmalarının çatışmasını ve çökmesini mi arzuluyorlar?
CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’nın partisiyle olan bağını sorgulayarak “Tarafsızlık referandumuna hazırız” diyor.
Türkiye durup durup referandum mu yapacak?
16 Nisan’da Türk milleti iradesini göstermedi mi?
Daha neyin tarafsızlığından, neyin referandumundan bahsediliyor?
Kılıçdaroğlu öncelikle Türkiye’nin karşı tarafında yer almasından dolayı nedamet getirsin, içine düştüğü vahim sapmayı, tehlikeli savrulmayı düşünsün, şahsı için dert etsin.
Eğer aklı varsa da kendine saklasın.
HDP’yle aynı tarafta olandan bizim duyacağımız hiçbir şey yoktur.
PKK’yla aynı bloğa girenden öğreneceğimiz bir şey olamayacaktır.
FETÖ’ye itiraz edemeyen, S-400 konusunda Türkiye’nin tezlerini savunamayan, bekayı bilmeyen, belaya kucak açan CHP Genel Başkanı’nın tarafsızlık çağrısı, referandum önerisi bize göre nevrotik bir vaka, tedavisi aciliyet arz eden tükenmişlik sendromudur.
CHP önce suyu bulandırmakta, sonra da bundan rahatsız olduğunu açıklamaktadır.
Bu siyaset tarzı çürüktür, güdüktür, güdümlüdür, bayağıdır.
Bilinmelidir ki, CHP’den hiçbir halt olmayacaktır.
Ruhunu CHP’ye satan İP’ten, yuları Kandil’e teslim edilmiş HDP’den bu memlekete, bu millete en küçük hayır gelmesi bile düşünülemeyecektir.
Bunlar zilletin sacayağıdır, Türk milleti bunları başından mutlaka savacaktır.
Başını CHP’nin çektiği Zillet İttifakı’nın, büyükşehir belediyelerindeki mevzi kazanımları dikkate alıp Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hedef alması ne kadar isabetli bir öngörüde bulunduğumuzu açıkça göstermektedir.
Nitekim haklı çıktık.
Çünkü biz bunların cibilliyetlerini ve ciğerlerini biliriz.
Kafalarının arkasındaki sinsi ve gizli hesapları zamanında görür, değerlendirir, deşifre ederiz.
Bunlar maya ve meşreplerinin gereği neyse onu yapmaktadır.
Bir kez olsun bizi yanılttıkları da vaki değildir.
Özellikle 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Seçiminden sonra yeni hükümet sistemine yönelik denetimli itirazların yükselip sanal tepkilerin çoğalması bir senaryonun tedavülüne işarettir.
23 Haziran sonuçlarını Gezi Parkı’nın bir halkası görenler Türkiye’ye pusu kuran mihraklardır.
Bu mihrakların meselesinin dört-beş ağacın sökülmesi, yeşilin ve çevrenin kirletilmesi olmadığı çok nettir.
CHP zihniyeti Gezi Parkı komplosunun içindedir, bir kez daha yeşermesi için ortam kollamaktadır.
7-8 Ekim olaylarının aktif ve cani provokatörleriyle aynı çizgidedir.
Mehmetçiğe kurşun sıkanlarla aynı yolun yolcusudur.
Geçtiğimiz hafta İdlib’teki gözlem noktalarımıza ateş açan ve bir kahramanımızı şehit edip üçünü yaralayan Esad rejimine sıcak ve dostanedir.
Bu vesileyle geçen hafta ebediyete uğurladığımız kahramanlarımızla birlikte bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifalar diliyor, hepimizin başı sağolsun diyorum.
Türkiye’nin kuyusunu kazmak için sıraya girenler yeni hükümet sistemini gözden ve gönülden düşürmenin peşindedir, bunun için de fitne-fesat üretimini hızlandırmışlardır.
Görüşümüz bellidir, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin gelişmesi ve güçlenmesi için atılacak samimi ve dürüst adımların sonuna kadara yanındayız, arkasındayız.
Ancak yeni hükümet sistemini birinci yılı bile dolmadan tahrip ve tahrif etme girişimleri Türkiye düşmanlarına zeytin dalı uzatmak, onlara el sallamak, karşılarında selam durmaktır.
AK Partili bazı yöneticilerin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin eğer varsa aksayan yönleriyle ilgili kendi aralarında değerlendirme yapmaları doğaldır, ne var ki bunu kamuoyu önünde dile getirmeleri CHP’nin değirmenine su taşıyacaktır ve yanlıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin buna rızası ve onayı yoktur.
Tarafımız bellidir, o da Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletidir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yaşaması için eğer bizden fedakârlık isteniyorsa mutlaka yapacağız, mücadele bekleniyorsa seve seve yerine getireceğiz.
Sözümüzden caymayacağız, duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz.
Biz ağzımızla konuşur, beynimizle düşünür, aklımızla kavrar, sevgimizle kucaklar, gönlümüzle coşar, yüreğimizle inanırız.
İnandığımızı söyler, sonu ölüm de olsa dönmeyiz.
Bayrağımızla gururlanır, şehidimizle ağlar, destanlarla bağlanırız.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
Üç hilal muhteşem Türk tarihinin hatıra ve emanetidir.
Ve de milli bekaya tıpkı tarihte olduğu gibi haysiyetle, hakikatle, korkusuzca sahip çıkacaktır.
Her biri kutlu ceddimizin bin yıllık hükümranlığını temsil eden üç kıtayı ve üç kıtadaki beşeri kucaklaşmayı simgeleyen üç hilal, ay yıldızlı al bayrağın dalgalanması için elini de, gövdesini de taşın altına koymaktan çekinmeyecektir.
Gururla sahip olduğumuz fikri ve siyasi müktesebat Türk-İslam jeopolitiğinin gerçeklerinin ve gelişmesinin eseridir, gelecekte ulaşmak istediğimiz ülkülerimiz bu sayede hayat bulacaktır.
Türkiye sevdamızdır.
Ülkemizi çözmek ve çökertmek için sudan bahane üretenleri, yapay sorun imal edenleri aziz milletimiz bilmekte ve görmektedir.
Sistem tartışmaları demokratik vasıtalarla bitmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni yozlaştırma çabaları ülkemize ihanettir.
Parlamenter sistemle geldiğimiz yer bellidir, yaşadığımız tramvalar bilinmektedir.
Özellikle 23 Haziran seçimine dayanarak, Türk siyasal kültüründe restorasyon ve reformasyon süreçleri başladı demek, bu yolla yeni sistemi yargılamak art niyetliliktir, akıl noksanlığıdır.
31 Mart ve 23 Haziran’da yalnızca mahalli idareler seçilmiş ve belirlenmiştir.
CHP’nin fırsatçılık yapması, fikirsiz ve faziletsiz İP’in ve diğerlerinin bu fırsatçılıktan menfaat ummaları gafilliktir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türk milletinin kararıdır.
Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir.
Bu gerçeğin inkarı asla söz konusu edilemeyecektir.
Egemenliğin sahibi aziz milletimiz 16 Nisan 2017’de kat’i sözünü söylemiştir.
Bizim sözümüz Türk milletinin sözüdür.
Bu söz yere düşmeyecek, Türkiye geriye sarmayacak, eskiye dönmeyecektir.
Üç hilal, dün Ulubatlı Hasan’ın elinde bir fetih ruhuydu, bugün milliyetçilerin gönderinde yükselen bir hilaldir.
Dün mehteranın elinde sallanan bir tuğ idi, bugün ise ihanete ve işgale dur diyecek son kutlu sancaktır.
Hak eden ellerde anlam kazanmış, gönül veren milyonların ruhunda dalgalanmıştır.
Allah’ın izniyle buna da devam edecek, her zaman dik duruşunu, tavizsiz duyuşunu sürdürecektir.
Çevremiz kaynamaktadır.
Ülkemizin mücavir bölgeleri karmakarışıktır.
Bu itibarla milli birlik ve dayanışma ruhumuzun diri olması daha önemli bir hale gelmiştir.
Çünkü bütün hesaplar Türkiye üzerine yapılmıştır.
Tüm dikkatler bize yönelmiştir.
Fakat 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden hemen sonra siyaset borsası hareketlenmiş, ismi bayatlamış kişilerin yeni parti kurma iddiaları ortalığı çalkalandırmıştır.
Bir dönem Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış isimler birden bire yüksek sesle konuşmaya, kamuoyu hazırlamaya başlamışlardır.
Bunların eleştirdikleri iktidar partisinin düne kadar tam göbeğinde yer alan isimler olması garip ve tuhaf bir çelişki olarak karşımızdadır.
Ya yeni bir hal ya da izmihlal diyen zatın, bugün susma vakti değil çıkışı, yeni bir siyasete vurgu yapması zamanlama itibariyle oldukça manidardır.
Bugüne kadar sanki hiç konuşmamış, yıllarca susma orucu tutmuş birisi gibi sızlanan bu eski siyasetçinin ülkemizin başına ne çoraplar ördüğü herkesin malumudur.
Türkiye’nin çok cepheli sürdürdüğü mücadelesine bigane kalan, bunun yerine yeni bir halden bahseden eski başbakanın sistem eleştirileri gerçekten talihsizliktir, traji komiktir.
Ülkemizi dipsiz uçurumların kıyısına kadar sürükleyip stratejik derinlikte boğulmasının atmosferini hazırlayanların farklı zeminlerde ortaya çıkmaları yalnızca yeni bir hale duyulan arzuyla açıklanamaz.
Kaldı ki, Türkiye’nin yeni bir hale değil, yeni bir partiye değil, kararlı ve inançlı yürüyüşünü devam ettirmeye ihtiyacı vardır.
Niyet sahipleri bilmiyor ve görmüyorlarsa ikazen kendilerine hatırlatayım; sosyal doku, siyasal bünye yeni bir parti kurulmasına kapalıdır.
“Bugün susma vakti değil” diyenler, 23 Haziran günü İstanbul’da sandık başına gittiğinde “her şey çok güzel olacak” mesajı verenler aldıkları sufle her neyse, kulaklarına üflenen nelerse gereğini yapmaya başlamışlardır.
Şunu unutmayınız ki, devlet ve siyaset adamı için vefa her şeyin önündedir.
Dününe vefa duymayanların devletin geleceğinde pay sahibi olmaları, millete ve ülkeye onurluca hizmetleri mümkün değildir.
Dahası bir insanda vefanın olması için önce vicdan ve yürek olmalıdır.
Yeni parti kurmak isteyenler buyursun kursunlar.
Nasıl olsa siyaset mezarlığına bir yenisinin daha ilave edilmesi önemsiz bir ayrıntı olacaktır."