Sözcü yazarı Necati Doğru, mahkemede ifade verdi. Basın ve demokrasi tarihine geçmesi açısından Doğru'nun ifadesini noktası, virgülüne dokunmadan yayınlıyoruz....

İŞTE NECATİ DOĞRU'NUN MAHKEMEDEKİ SAVUNMASI

Öncelikle kısa ön açıklamada bulunmam gerekmektedir. “Ben şuyum… Ben buyum…” diye anlatmaya başlamam ayıp, ama böyle bir giriş yapamaya mecburum. Ben üniversite eğitimimde sosyoloji, felsefe ve psikoloji dallarını bitirdim. Bu üç bilim dalı toplum davranışlarının ve insan eylemlerinin derinliğine anlaşılmasında yol, yöntem, metot öğretirler. Üniversitenin ardından gazetecilik mesleğini seçtim. Üniversite ve gazetecilik yaparken öğrendiklerim bana “görüneni değil, görünmeyeni de anlama” bakışı kazandırdı. 44 yıldır bu mesleği yapıyorum. Öğrendiğim ve uyguladığım temel ilke şudur: Sadece görünenle yetinemeyiz, görünmeyeni ya da gizleneni de aramalıyız. Bunu rehber edindim. Ergenekon ve Balyoz davaları için soruşturma ve tutuklamalar başlayınca ilk sorduğum soru “Bu olayın görüneni nedir, gizleneni nedir” oldu.

Görünen: Ordunun genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, kilit görevdeki üst rütbeli, subaylar, seçilmiş bir iktidarı darbeyle indirmek için plan yapmışlar, seminer düzenlemiş. Darbe planı 2003’de yapmışlar. 7 yıl gizli kalmış. 2010 yılında planın belgelerini ordudan üst düzey biri getirip bir gazeteciye bavulla teslim etti. Yargı, “generalleri, subayları- Atatürkçü yazar ve aydınları” yargılamak için harekete geçti. Yıl 2010’du. 9 yıl önce; İktidar önde gelenleri ile Fetullahcı (FETÖ’cü) yargıç ve polisler birlikte hareket ediyorlardı. Gazeteler ve TV kanalları yoluyla halkta “Vesayeti bitiriyoruz, jakoben anlayışı sonlandırıyoruz, Türkiye’yi ileri demokrasiye geçiyoruz” müjdesi veriyorlardı. Görünen buydu.

Gizlenen: 100 yıl önce Çanakkale’yi geçmek için korkunç silahları ile gelen emperyalist güçler, Türk ordusuna karşı yeniden saldırıya geçmişti.  Fetullah Gülen cemaatini kullanıyorlardı. Amaç Ortadoğu’da yeni harita ile Türkiye’nin elinden güney doğusunu kopartmaktı. Bunun için ordunun zayıflatılması planlanmıştı.  Fetullah Gülen, iktidar partisini Truva atı yapmış içine saklanmıştı. Amacı dine dayalı teokratik bir Türkiye yaratmaktı. FETÖ (o yıllarda adı Fetullah Gülen ve cemaatiydi) ABD’yi arkasına alarak amacına ulaşacağını hesaplıyordu. Ergenekon ve Balyoz aslında bir emperyalist projeydi.  Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliği değiştirilecekti. Gizlenen buydu.

2-) Nitekim, beni sizin mahkemenizde savunma yapmaya getiren İddianamenin giriş bölümde (sayfa) 6 “yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen” denilerek F. Gülen’ nin  “görünen ve görünmeyen yüzü” olduğunun altı çiziliyor. Gülenciler, dönemin Cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, iktidar partisi ve iktidar belediyelerinden aldığı sınırsız destekle güçlenmiş; orduda, poliste, yargıda, şirketlerde, elçiliklerde, iş dünyası örgütlerinde kilit köşelere sahiptiler. 20 yıl önce görünmeyeni gören sadece ben değildim. Onlarca gazete yazarı, aydın, analizci aynı sonucu çıkartıyordu. Gülen cemaati içinde kirli, kara niyet taşıyan 3 ayrı tip insanı barındırıyordu.

Birinci Tip: Türkiye “Teokratik- otoriter- İslamcı modele” dönsün diyenler. Bunların başı Fetullah Gülen’di. Fetulah Gülen’e bunun için orduyu ve devleti ele geçirme projesinde görev verildi. O da ABD piyonu olmayı bilerek ve isteyerek kabul etti. 15 yıl sonra iktidar mensupları “Gülen’in bu yüzünü göremediklerini” itiraf ettiler ve “Rabbim bizi affetsin…” diye halktan özür dilediler.

İkinci Tip: Cemaat içinde yer alarak devletin kilit kurumlarında (ordu, polis, yargı, MİT, bakanlıklar, tüm devlet yapısı) iyi maaşlı ve güç sahibi olacak makamlar kapmayı aklına koymuş olanlardı.

Üçüncü Tip: İşadamları ve tüccarlardı. Cemaat içinde yer alarak fabrikasını, işyerini, ticarethanesini, imalathanesini karlı-kazançlı yapmak isteyenler. Çünkü cemaat devlet içinde sağladığı güçle kamu kaynaklarını kendi cemaat üyelerine aktarabiliyordu. Bunu iş ve medya dünyasında herkes biliyor, görüyordu. Fetullah Cemaatinde bu 3 tipin yapıp ettiklerini 20 yıl önce görmüş, görmekle kalmayıp bunu yazılarına yansıtmış bir yazarım. İnancım bunu gerektirdi. Çünkü inancım; “Türkiye’nin bölünmesinin ne Türklere ne Kürtlere, ne coğrafyamıza bir fayda” getirmeyeceği üzerinedir. Türkiye’nin dine dayalı teokratik bir yapıya dönüşmesinin de ülkeye ve insanlarımıza bir fayda sağlamayacağını düşünürüm.
Dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanları, Belediye Başkanları cemaate övgüler yağdırdığı yıllarda Fetullah Gülen’in devlet içinde örgütlenmesini eleştirdiğim onlarca yazı yazdım. Bu konudaki tutarlılığımın belgesi olarak dava dosyasına koyulması için sadece bir yazımı getirdim.

necati-dogru

3-) İşte “FETEKULLİ” başlıklı yazım: (Ek-1: Vatan Gazetesi’nin 09.03.2009 tarihli nüshası)

“Ben de yaparım. Yazılarımda; hortumdan “hortumlama”, dişliden “arsa dişleme” çalıktan, “devlet bankası Çalıklama” çıkartırım. Halk beğenirse tutar. “Hortumlama” tuttu. Halk da kullanıyor. Bir din büyüğü sayılan ve polise, orduya, milli eğitime, sağlığa, yargıya, basına, siyasi partilere, derin devlete, nurculuğa ve Amerika Birleşik Devletleri’ne, Orta Asya’ya, Afrika’ya sızmış hatırı sayılır okumuş, iyi eğitimli, paralı ve zengin bir cemaat yaratabilmeyi başarmış Fethullah Gülen Hocaefendi (!) de geçen hafta “kelimeden kavram türetme” girişiminde bulundu. GATA’dan “Gata’kulli” anlatımını çıkardı. Ve kendince bu şahane buluşunu da Amerika’da Pensilvanya’da her gün 30-40 ziyaretçisinin geldiği orman içinde lüks villasında “inzivaya çekilmiş” haldeyken(!) Türkiye’den davet edip yedirip içirdiği gazetecilere açıkladı. GATA’dan “Gata’kulli” türetilirse Fethullah’tan da “Feto’kulli” üretilebilir. “Fetokulli” tutar. Güzel dilimiz zenginleşir.
Fethullah Hocaefendi’nin(!) bütün hayatı incelendiğinde sürekli olarak “Feto”dan “kulli”ye paralel geçişlerle dolu olduğu görülür. Kendisi Edirne’de sıradan bir müezzinken İzmir Bornova’ya vaiz olarak atanıp “paralel geçiş” yaptırılınca “Fetokullileşme” de ana rahmine düştü. Bilen bilir; o yıllarda İslamcı hareket parsellenmiş; okumuşları kucaklayan “Milli Mücadeleciler,” esnafları kucaklayan “Erbakan’ın Refah hareketi,” “ya sev ya terk etçilerin” ülkücüleri üç koldan giderken ve çok güçlü bir “nurculuk hareketi” de dipten derinden “milli cephe hükümetleri kurabilecek” muhafazakar halk destekleri bulurken; bunları bölüp gücünü azaltacak bir nefesi keskin hocaya ihtiyaç büyümüştü. Desteklendi.
Gözetildi. Teşvik edildi. Gerektiğinde paralel geçişler her zaman yapıldı. Bugün Ergenekon’dan tutuklanıp sorgu altına alınan ve içeri atılan generallere yapılanlar; kafaları bastırılıp polis otosuna sokmalar, sabahın şafağında evinden almalar, iddianame hazırlamadan bir yıl hapiste tutmalar, gizli olan hazırlık soruşturmasını gazetecilere sızdırıp itibar zedelemeler ve belden aşağı vurmalar Fethullah Hoca’ya da yapılabileceği için ABD’ye paralel geçişine izin verildi. Bazen yoğun bakımda serum şişesiyle yaşamaya çalışıyor diye haberler de uçurularak ve Hocaefendi’den de “vatan hasreti çekiyorum” demeçleri alınarak, bu ülkede “Fetokullinin şahı” yapıldı, yapılıyor.

Hocaefendi ölüyor dendi. Hoca turp gibi çıktı. Amerika’dan iç siyaset demeçleri yağdırıyor, “beraat ettim ama Türkiye’ye dönersem iktidarı sıkıntıya sokarım” diyerek Başbakan Tayyip Erdoğan’a mavi boncuklar gönderiyor. Villalarda ağırladıklarıyla 40 konuklu sohbetler yapıyor. Kendisini ziyarete etmeye Pensilvanya’ya götürülen gazetecilere de “Hoca inzivaya çekilmişti... Zikir halindeydi” diye yazılar yazdırılıyor. Villada 40 konuklu inziva!
Siyaset sohbetli zikir! Başbakan’a mavi boncuk. ABD’ye yüksek hoşgörü.
Emekli generallere çamur! Tam Fetokulli! (Necati Doğru. Vatan Gazetesi. 09/03/2009)

4-) Şimdi savunmama geçiyorum: Birinci savcı görevlendirildi. Hiçbir tutarlı kanıt bulamadı. İkinci savcı görevlendirildi. O da bir şey bulamadı. Üçüncü savcı görevlendirildi. O da bulamadı. Dördüncü savcı görevlendirildi. O da bir şey çıkartamadı. Yani beni “bilerek ve isteyerek FETÖ’ye yardım yapmıştır” suçlamasına vidalayacak somut bir belge, kanıt, bilgi bulunamadı. Beşinci savcı görevlendirildi. O bir bilirkişi buldu. Bilirkişi, SÖZCÜ gazetesinde yazılarımda kullandığım cümlelerin, tespitlerin, iktidar eleştirilerimin altından başka anlamlar çıkarttı… Ama beşinci savcı da iddianameyi yazamadan görevini bıraktı. Nihayet altıncı savcı soruşturma dosyasını devraldı. Altıncı savcı, “Necati Doğru, FETÖ üyesi değil ama bilerek ve isteyerek FETÖ’ye yardımcı olmuştur” diyen bir iddianame yazdı.

5-) İddianameye “ben hangi araçları kullanarak FETÖ’ ye yardımcısı olmuşum” diye tekrar tekrar baktım. Yazı yazmışım. İddianameye göre “yardımcı olmak için kullandığım araçlar” günlük yazılarım. Yani “ben gazetecilik yaparak” FETÖ’ye yardımcı olmuşum. Sayın soruşturma savcısı, bu suçlamasına kanıt (belge) olarak benim 3 yazımı gösteriyor. Ve en çok da “Naylon Darbe” başlıklı yazım üzerinde duruyor. Söz konusu yazım olduğu gibi şöyledir: (Ek-2: Sözcü Gazetesi’nin 17.07.2016 tarihli nüshası)

Naylon darbe!

Ülke iyi yönetilmiyordu. Çözüm hiçbir zaman darbe değildi. Sevindirici olan: “Halk getirdi, halk götürür demokratik çözümünü” hatırlatması oldu. 
Demo: Halk.
Krasi: Gücü.
Demokrasi: Halkın gücü.
Halkın gücü, naylondan darbecilerin çağırısına uyup evine çekilmedi. Çekilseydi, darbeciler kazanacaktı. Ülkeyi kötü yönettiklerini gördüğü ve yaşadığı halde önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanın çağırısına uydu.
Halkın gücü, sinmedi.
Tanklarının üstüne çıktı.
Demokrasi kazandı.
Sevindirici olan; bugün darbeci tankı önüne dikilen o sivil insanların yarın ülkeyi kötü yönetenleri sandıkta oylarıyla iktidardan indireceğidir. Ve gerçek demokrasi bayramı işte o gün kutlanacaktır.

Bu çağda bize sunulana bak: Sen gel Boğaziçi köprüsü önünü tanklarla tıka… Sen gel hava meydanının kapısını tankla kes… Sen gel TRT binasının duvarına tankları daya… Sen gel Meclis girişine tankları sırala…
Görüntüsü bile çirkin.
Hangi yılda kalmışsın!
Bu tabloya en küçük bir yakınlık, sempati duymak bile mümkün değil. Bu çağda bir ordunun düşeceği en saçma manzara bu olmalı… Milletin parasıyla okumuş, milletin parasıyla altına tank, helikopter, uçak çekmiş. Gidip Karayılanı, Cemil Bayık’ı yakalayıp teslim alamıyor. Kendi genelkurmay başkanını esir alıyor. Bu halk darbeciyi niçin dinlesin?
Seçimle gelen.
Seçimle gitsin.
Halk getirdi.
Halk götürsün.
Demokrasi bayramı işte o gün olsun.

Naylon darbeciler!
İktidarı devirmeye kalktılar.
Daha da güçlendirdiler.
Yoksa bu “tezgahlanmış bir darbe” miydi?  Danışıklı dövüşten bir kalkışma mıydı? Sen kalk Cumhurbaşkanı’na karşı darbe yaptım diye TRT’de bildiri okut, git genel kurmay başkanını tutukla!
Tankla Tomayı tokuştur.
Başarısız darbe yap.
Kabak gibi tutuklan.
Üstün çıplak!
Elin arkadan kelepçeli.
Yere yüzükoyun uzan.
Merak ediyorum: bu darbecilerin tamamı, süzme saf Fethullahçı subaylar mıdır? Yoksa aralarına karışmış başkaları da var mıdır? Kutulardan dolar çıktığı o  17-25 aralık gününden buyana sürekli “Fethullahçı avı” yapıldı, çok sayıda Fethullahçı tutuklandı. Buna rağmen Ordu’da “Emir-Komuta Zincirini” kırıp darbe girişimine başvuracak bu kadar çok Fethullahçcı subay nasıl gizli kaldı? Tayyip Erdoğan, “Fethullan Gülen bizi aldattı” demişti. Fethullahçı subaylar da kendilerini o kadar iyi gizlediler ki,  Genel Kurmay Başkanını aldattılar.
Aldatılan iki oldu.
Biri:
Başkomutan.
İkinci:
Kurmay Komutan.
ABD’ye kaçmış aldatan!

necati-dogru-2

Ordunun komuta kademesinden büyük bölümü bu naylondan darbe girişiminin içinde yer almadılar. Başbakan, “Koca ordu içinde bunlar küçük bir gurup” diyor. Tamam da bunlar kendilerini nasıl gizleyip, sakladılar? Kobra helikopterden sivil halkı tarayıp, F-16 savaş uçağı ile Meclis’e bomba yağdırdılar.
Ordu için acı oldu”

6-) Görüldüğü gibi “Naylon Darbe” başlıklı yazımın, “Ana fikri, temel kurgusu ve anlatmak istediği yok sayılarak” yazının sonunda yer alan “Acaba bu girişim danışıklı dövüş mü?… Kurgulanmış bir darbe mi?” türünden soru cümleleri alınmış. “Bilerek ve isteyerek yardımcı olmak” suçlaması bu cümlelere dayandırılmış. Seçkin dikkatinize sığınarak soruşturma savcısına şu soruyu soracağım: Darbe girişimi olmuş,  ben bu “Naylon Darbe” başlıklı yazıyı o gece (16 Temmuz) yazmışım. Yani darbeciler kalkışmayı başlatmışlar. Köprüyü tutmuşlar. F-16’ları kaldırmışlar. Meclisi bombalıyorlar. Tanklarla ateş ediyorlar. Ve başarısız olduklarının ortaya çıktığı saatlerde ben “Naylon Darbe” başlıklı yazıyı yazıyorum. Yani darbe girişimi olmuş bitmiş benim yazı FETÖ’cülere nasıl yardımcı olmuş olabilir?  Ben iddianamede bu sorunun cevabını aradım. Bulamadım.
7-) Benim bu yazım darbeci FETÖ örgütüne nerede, nasıl yardımcı ve faydalı oldu. Benim bu yazımda geçen cümleleri ifadeleri birbirlerine okuyarak, göstererek “darbe yapmaya karar verelim, bakın Necati de bunları yazmış” mı dediler? Yazımı okuyarak…. Himmet mi topladılar. Yazımdan faydalanıp… Soruları çalmayı mı kolaylaştırdılar. Militanlarını KSPS sınavlarında en yüksek puanları alarak devlete MİT’e, orduya, polise, yargıya, eğitime sızarken benim yazılarımın ne faydasını gördüler. Yazımdan faydalanıp…. Yurt içinde dershane, yurt dışında okul açabilmeyi mi kolaylaştırdılar? Yazımı okuyarak, okutarak…. Taraftar sayılarını mı arttırdılar. Yazımı okutarak, okuyarak… Şirketler mi kurdular. Affınıza sığınıyorum.
Soruyu tekrarlıyorum: Nalet, hain, kara 15 Temmuz kara kalkışmasını yapan ve FETÖ olarak bilinen örgüt benim yazılarımı, ne zaman, nasıl, nerede, ne şekilde ve hangi iş veya eylemi yapmak için kullanmıştır? İddianamede bu bilgi yok. Ben de böyle bilgi yok.

8-) Öte yandan “Naylon Darbe”  başlıklı yazının daha girişinde “darbe kalkışmasında bulunanları” ağır cümlelerle eleştiriyor, “seçimle gelenleri darbeyle indirmek gibi anti demokratik bir yola başvurmaya kalkıştıkları için” kınıyorum. “Cumhurbaşkanın ve Başbakan’ın çağırısına uyarak darbe girişimine karşı sokağa çıkan, tankların önünde duran halkın sağduyusu ve demokrasiye bağlılığı” cümlesi ile yazar olarak ben düşüncemi ve darbe girişimine karşı duruşumu net olarak anlatıyorum. Darbe girişimine karşı direnen, tankın üzerine çıkan halkı övüyorum. İzin verin, şu açıklamayı yapayım: Bir genç hanım gazeteci  (CNN TÜRK’den Hande Fırat)  Antalya’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a cep telefonuyla görüntülü bağlantı kuruyor. Ve Cumhurbaşkanı, “halka direnmelerini, tankın üzerine çıkmaları” çağırısını yapıyor. Necati Doğru ise, yazısında “Halk tankın üstüne çıktı, darbeciler kaybetti” diye yazıyor. Sorun lütfen: Bu yazı FETÖ’ ye nasıl yardımcı olmuş oluyor? Bu yazının neresinden, hangi cümlesinden faydalandılar?

9-) Yazının ilk cümlesi “Halkın gücü” ile başlıyor ve “Türkiye için seçimle gelenin seçimle gideceği demokratik bir tavrın bayram sayılması temennisi” ile bitiyor.
Yazının bitişten önceki bir paragrafında yer alan “yoksa bu kurgulanmış bir darbe miydi?” soru cümlesi yazarın okuyucusuna her türlü alternatifi düşündürmek için kullandığı bir yönetimdir.  Çünkü bu yazı yayınladığı 17 Temmuz günü değil, ondan bir gün önce 16 Temmuz günü yazılmıştır. (Gazetelerdeki bütün haberler ve yazılar bir gün önceden yazılır, gece basılır, sabah gazete okura ulaşınca okur yazarın yazısını okur.)

Bu nedenle yazının yazıldığı saatlerde darbe girişiminde bulunanların kimliği henüz net olarak ortaya çıkmadığı için yazar olarak ben böyle bir soru cümlesi kurmak ihtiyacını hissettim. Çünkü ertesi gün gazeteyi eline alan okur bu darbeciliğin kimliklerini okumak ister.  O saatlerde hiçbir resmi kurumdan darbeye kalkışanların kimliği örgütü bağlantıları hakkında açıklama olmamış. Savcı ne yapmış? Yazının bütününe, ana fikrine, anlatmak istediğine bütün olarak bakmamış. Yazımdaki darbeye-darbeciliğe karşı duruşumu haykıran şu cümleleri görmemiş.

“Bu halk darbeciyi niçin dinlesin?
Seçimle gelen.
Seçimle gitsin.
Halk getirdi.
Halk götürsün.
Demokrasi bayramı işte o gün olsun”
Şu cümleleri de görmemiş:

“Sen gel Boğaziçi köprüsü önünü tanklarla tıka… Sen gel hava meydanının kapısını tankla kes… Sen gel TRT binasının duvarına tankları daya… Sen gel Meclis girişine tankları sırala…
Görüntüsü bile çirkin.
Hangi yılda kalmışsın!
Bu tabloya en küçük bir yakınlık, sempati duymak bile mümkün değil. Bu çağda bir ordunun düşeceği en saçma manzara bu olmalı… Milletin parasıyla okumuş, milletin parasıyla altına tank, helikopter, uçak çekmiş. Gidip Karayılanı, Cemil Bayık’ı yakalayıp teslim alamıyor.
Kendi genelkurmay başkanını esir alıyor.
Bu halk darbeciyi niçin dinlesin?”

Yazının içinde: “Darbe girişiminde bulunanlara en küçük sempati duymak  mümkün değil…” cümlesi de var. Bu cümle ile ben, okuruma “darbe girişiminde bulunanları kınadığım, onaylamadığım” tavrı içinde olduğumu anlatıyorum.

Yazının içinde şu cümleler de var:
“Naylon darbeciler! İktidarı devirmeye kalktılar. Daha da güçlendirdiler.  Yoksa bu “tezgahlanmış bir darbe” miydi? Danışıklı dövüşten bir kalkışma mıydı? Sen kalk Cumhurbaşkanına karşı darbe yaptım diye TRT’de bildiri okut, Git Genel Kurmay Başkanı’nı tutukla! Tankla Tomayı tokuştur. Başarısız darbe yap. Kabak gibi tutuklan. Üstün çıplak. Elin arkadan kelepçeli. Yere yüzükoyun uzan….”

10-) Soruşturma Savcısı, yazıdaki cümlelerin bir bütün halinde birbirine nasıl bağlandığını görmüyor. Bu şuna benziyor. TV dizilerinde ya da sinema filmlerinde görüyoruz. Sigara içen oyuncuların içtikleri sigarayı buzlanma yapıyorlar. Yani sigarayı, dumanını kapatıyorlar. Sayın soruşturma savcısı tersini yapmış. Benim yazımın bütününü buzlama yapmış. İçinden birkaç ifadeyi ve yazının başlığını öne çıkartarak, “Necati Doğru bu yazıyla FETÖ’ye kasıtlı yardım yaptı” diyor. Yazının bütününe bakın. Böyle bir kastım yok. Tersine darbeciler Amerikan projesinin kuklalarıdır. Darbe girişimini başlattılar, naylona çevirdiler, bundan bir amaçları var mıydı diye şüphelerimi dile getiriyorum. Darbe girişimi olmuş bitmiş. Bu yazı sonraki gün çıkmış. FETÖ’cüyü yerden yere vuran bir yazı. FETÖ bu yazıdan nasıl faydalandı. İddianamede toplu iğne başı kadar da olsa kanıt yok.

11-) Ben yazımın bütününde hem darbeyi kötülüyorum, hem darbecileri naylon diye niteliyorum.  Soruşturma Savcısı ise, “Necati Doğru, yazdıklarıyla FETÖ mensuplarının ya da FETÖ’ yü destekleyenlerin söylemleriyle aynı çizgiye düşüyor” diye özetleyebileceğim bir sonuca ulaşıyor. Savcının, böyle bir sonuca ulaşması için elinde “benim FETÖ üyesi olduğumu veya onlara yakınlık (sempati) duyduğumu” gösterir kanıt olması gerekir. Kanıt yok.

Sayın Soruşturma Savcısı,  “FETÖ, iktidarı devirmek istedi, Necati Doğru da yazılarıyla iktidarı eleştiriyor o zaman Necati Doğru ile FETÖ aynı hedef için çalışıyorlar” mantığından hareket etmiş. Bu mantık şuna benziyor: Kuşun iki ayağı var. İnsanın da iki ayağı var. O zaman insan kuştur.

FETÖ, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı devirmek istiyor. Necati Doğru da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor. O zaman Necati FETÖ’ ye yardımcı olmuştur. Bu mantık sizce doğru mu?
Evet, FETÖ Cumhurbaşkanı’nı devirmek istiyor. İçine sızdığı ordunun bir bölümündeki üyelerini kullanarak anti demokratik, terörist bir darbe girişimi yapıyor. Fakat Necati Doğru, gazetecilik yapıyor. Düşüncelerini, gözlemlerini özgürce Basın Kanunu maddeleri içinde kalarak ifade ediyor.  Yazısına “25 Aralık gününden bu yana sürekli “Fethullahçı avı” yapıldı, çok sayıda Fethullahçı tutuklandı. Buna rağmen Ordu’da “Emir-Komuta Zincirini” kırıp darbe girişimine başvuracak bu kadar çok Fethullahçcı subay nasıl gizli kaldı?” eleştirel soru cümlelerini de koyuyor. Çünkü gazete yazarı bu eleştirisini “ülkede demokrasi var, düşünceyi ifade etme özgürlüğü var, basın kanunu var ” diye düşündüğü için yazıyor.

12-) Suç unsuru taşıdığı söylenen yazılarım ortadadır. Hiçbirinde mücerret olarak suç teşkil edecek tek bir kelime veya ifade mevcut değildir. 44 yıldır gazetecilik yapan laik çizgisi belli Necati Doğru’nun dinci FETÖ’ye yardımcı olmak gibi bir maksadı yani “kastı” olması hayal bile edilemez.  Böyle bir kanaate Sayın Savcı nasıl ulaştığını kanıtlarıyla ortaya koymalıdır. Burada ortaya konacak kanıtlar, yazıların içinde geçen bir kelime veya ifade olamaz. Kanıtlar söz konusu yazılar dışından getirilmelidir. Çünkü bu maddede ispatlanması gereken husus “Necati Doğru’nun maksadının FETÖ’ ye yardım olduğudur.”

13-) Ben haftanın bir günü tatil yapar, 6 günü yazı yazarım. 44 yıldır her gün yazı yazan biri çıplaktır. Gizleyecek, saklayacak hiçbir şeyi kalmaz.  Gazete yazarı, yazdığı yazılarda kullandığı kelimeler, deyimler, benzetmeler, seçtiği konular, sergilediği düşünceler ile kendini ele verir. Gazete yazarının ne olduğunu tam anlamak için bir yazısından bir cümlesine, paragrafına değil birçok yazısına bakılır, bakılmalıdır. Bu açıdan bakınca; iddianamede beni suçlamak için seçilen bu üç yazının her birinin en azından 25 gün gerisine ve 25 gün ilerisine giderek toplam 150 yazının da okumasını;  150 yazı içinde benim FETÖ’ ye kasıtlı yardımcı olduğumu gösterir bir tutarlılık bulmasını beklerdim.

14-) İddianameye konu edilen üç yazımın 25 gün öncesine, 25 gün sonrasına gittim. Ne yazmışım diye tekrar baktım. 17 Temmuz Tarihli “Naylon Darbe” başlıklı yazımdan hemen ertesi  gün 18 Temmuz 2016 tarihli; “Ordu buysa biz yanmışız” başlıkla yazdığım yazıda; kalkışmanın kesin darbe olduğu ve sorumlularının orduya sızmış, sızdırılmış, sızılmasına göz yumulmuş subaylar tarafından yapıldığı ve bunların ABD istihbarat örgütü CİA bağlantılı olabileceğini anlatmışım. Yani olayın rengi net olarak ortaya çıktığında ve bilgiler netleştiğinde yazar olarak ben “bunun kesin bir darbe girişimi olduğunu” okurumla paylaşıyorum.

20 Temmuz Çarşamba: “Cesedin İçi” başlıklı yazım.

21 Temmuz Perşembe: “Yalan” başlıklı yazım.

22 Temmuz Cuma: “OHAL: 14 yıllık bağırsak temizliği” başlıklı yazım.

24 Temmuz Pazar: “Darbenin Dibi. Çantanın İçi” başlıklı yazım.

25 Temmuz Pazartesi: “Abdest Tazeleme” başlıklı yazım.

27 Temmuz Çarşamba: “Altın Nesil katil çıktı” başlıklı yazım.

30 Temmuz Cumartesi: “Sahte midir? Gerçek midir?” başlıklı yazım.

1 Ağustos Pazartesi: “İstiklali Tam Türkiye…”
Bu yazıların dava dosyasında bulunan fotokopilerinde altlarını sarı plaster kalemle çizdiğim cümlelerde de okuyacaksınız. Ben; 15 Temmuz akşamı kalkışma yapanların darbeciliği temsil eden ve CİA ve emperyalizmin kuklası olmuş Fetullah Gülen ile bağlantılı olduğunu, orduya, polise, adalete, eğitime, sağlığa, MİT’e her kuruma sızdıklarını ve 12-13 yıl boyunca mevcut iktidar tarafından korunup kollandıkları yıllarda da ilk günden beri darbe peşinde olduklarını, “Altın Nesil” diye topluma sundukları kuşağın “Katil” çıktığını anlatmaktayım. Ben bu yazıları yazmışım. Aradan 1 yıl geçmiş. Tesadüfe bakın ki, beni FETÖ’ye yardımcı olmakla suçlayan iddianamenin giriş bölümde; “FETÖ, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa” tanımlaması ve tespiti var. Yani İddianame de FETÖ’nün emperyalist proje olduğunu yazıyor. Bun bunları 20 yıl öne yazmışım ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki iki-üç hafta içindeki yazılarımda tekrarlamışım.

Özetle:
Ben bu yazılarda Türkiye’nin bütün kurumlarından FETÖ sızıntısını temizleyerek “İstiklali Tam Türkiye…” ilkesine sıkıca sarılmasını istemekteyim. Bu cümleleri darbe girişimi sonrası her yazısında durmadan tekrar eden bir yazar, nasıl bilerek ve isteyerek FETÖ’ye yardım etti diye suçlanabilir?

15-) Türk Ceza Kanunu’na göre suç işlemiş olabileceğinden “şüphe” edilen bir kişi olarak hakkımda dava açılmıştır. Ben hiçbir suç işlemedim. Hakkımda beraat kararı vermenizi diliyorum. Bana isnat edilen suç, “demokratik bir hükümeti, kanlı bir darbeyle devirmeye girişen, kısaca FETÖ olarak anılan bir örgüte, yazdığım yazılarla “kasten” yardımcı olmamdır.” Bu varit değildir.  İddianamelerdeki suçlayıcı iddiaların ispat yükümlülüğü iddia makamınındır. İddialar ispatlanamazsa, masumiyetim kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun böyle olduğundan hiçbir kuşkunuz olmasın.

İddianamede üç iddia vardır.
1. Ortada bir yardım vardır.
2. Yardımı sağlayan yazılar vardır.
3. Necati Doğru bunu kasten yapmıştır.

16-) Diğer 2 yazıya geçiyorum (Ek-3: Sözcü Gazetesi’nin 28.07.2016 tarihli nüshası):

12 gün!

“Sarsan, sallayan 12 gün doldu. Neler duyduk, neler öğrendik: En üstte Kainat imamı. İmama sorgu sual etmeyeceksin. Zihnen, kalben, fikren biat pozisyonu alıp, kabul edeceksin. Kainatı yaratan Allah. İmamı Fethullah.
Sonra kim?
Yeryüzü imamı.
İddianameler yazılsın.
Kim olduğunu okuyacağız.
Sonra:
Kıtalar İmamı.
Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avusturalya, Antarktika; bütün kıtalar bu imama bağlı. Her bir kıtanın da ayrı imamı var. Onlara da Kainat imamının keskin nefesiyle okunmuş 1 dolar veriliyor. Kainat imamı, Pansilvanya’da oturan TV ekranından dini sohbetler sunan, hislenen, ağlayan canlı-kanlı bir puttur. Putu kendi yapar, kendi tapar. FETÖ, sorgusuz sualsiz tapılacak canlı putunu yaratmış örgüttür. Bu put, ayet okuyan, hadis yorumlayan kainat imamıdır ve kıtalar imamı da bu puta biat eden biri olacaktır.
Kıtalar imamı kim?
Henüz netleşmedi.
İddianameden tanıyacağız.
Sonra Türkiye imamı geliyor. İsmi ve resmi bütün yakalanmalar, bitince gazetelere; “İşte Yurtta Sulh Konseyi Başkanı” diye verilecek. Göreceğiz. Bölgelerin imamları da var. Marmara Bölgesi imamı, Karadeniz bölgesi, Doğu ve Güneydoğu, Akdeniz, Orta Anadolu, Trakya imamları. Her birinde okunmuş üflenmiş 1 dolarlar “uğur getirsin ve gerektiğinde kainat imamından onaylı olduklarının ispatı olsun” diye verilmişti. 15 temmuz gecesi ceplerinde okunmuş üflenmiş 1 dolarla F-16 ve Kobra pilotları halkın üzerine, Meclis’in binasına ateş edinceye ve Marmaris’te tatil otelinde Cumhurbaşkanı’nı öldürmeye gelinceye kadar beklendi. 15 temmuz gecesi 248 kişi hayatını yitirdi.

Xxx

Ordu imamları da vardı.
En fazla imam TSK’ya sızmış, sızdırılmıştı. Kainat imamı Fethullah, sızıntı yapılacak baş kurumlar; ordu, polis, yargıyı seçmişti. Ordu, polis, yargı ele geçirilecek, günü zamanı gelince darbe yapılacaktı.
Çiğli savaş pilotu yetiştirir.
Bu asker ocağının başındaki general bile Çiğli imamına “biat” etmişti. Çiğli imamı bir astsubaydı. FETÖ düzeni böyle işliyordu. Orduda her kademede ve hava, kara, deniz, jandarmada 4 çeşit FETÖ’cü “darbe yapılacak gece için” hazır bekliyordu.
1-Çekirdek FETÖ’cüler.
2- Devşirme FETÖ’ cüler.
3-Gafil FETÖ’cüler.
4-Kararsız FETÖ’cüler.
Yurtta Sulh Konseyi’ den gelecek gizli emirle ordu içinde darbe düğmesine ilk basacak olan “çekirdek FETÖ’cüler” kripto adamlardı. Darbeden üst düzeyde bilgi sahibi idiler ve Yurtta Sulh Konseyi içinde siviller de vardı.
Siviller kim?
İddianamede okuyacağız.
 
Xxx

FETÖ hücresi iki tür.
Uyanık hücre.
Uyuyan hücre.
Her hücre 5 üyeli. Her üye üstündeki 2’yi tanıyor ve altındaki 2’yi biliyor. Bu kadar biliyor. Zamanı gelince ve “uyuyanlara da uyanın” emri verilince kainat imamından okunmuş üflenmiş o dolarlar sayesinde hücreler birbirleriyle tanışıp açık olacaklar. İşte o zaman zaten Türkiye ele geçirilmiş olacaktı.
Yarım kaldı.
Genel Kurmay Başkanı.
“Sık ulan” diye bağırdı.
Jandarma Komutanı:
“Vur ulan” diye bağırdı.
Hava Kuvvetleri Komutanı:
“Kaçma ulan” diye bağırdı.
Bağırdıkları, 12 gün öncesinin gecesi tutuklamaya gelmiş, ellerini arkadan bağlayıp derdest etmiş kendi öz yaverleri yarbaylardı. Eski ve yeni Cumhurbaşkanı dahil bütün kuvvet komutanlarının yaverleri de FETÖ üyesi olmuş, kendi imamına bağlı orduya sızmış subaylardı. Darbe yapacak adama “darbe yapma” diye emir vermiş sonra da emir subayına esir düşmüşlerdi.
Halk tankların önüne dikildi. Cumhurbaşkanı ile ordu komutanlarını FETÖ darbesinden kurtardı.
İktidar FETÖ’den habersizdi.
Komutanlar FETÖ’yü bilmiyordu.
Biz de buna inandık!
FETÖ, iktidarı kandırmış.
FETÖ, komutanları uyutmuş.
Biz sanki buna da inandık!”

17-) İddianamede “12 Gün” başlıklı yazıma da gönderme yapılarak; “Şüpheli Necati Doğru’nun bu yazılarla 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin öncesinde ve sonrasında darbeyi ve Fetöyü/ Fetöcülüğü aklama faaliyetine girdiğini açıkça görüyoruz” iddiasında bulunuyor. Bu yazının hangi cümlesi, paragrafı Fetöcülüğü aklıyor, anlamadım. Tersine yazının tamamı fetöcülüğü suçluyor. 12 Gün” başlıklı yazım 16 Temmuz darbe girişiminin 12’inci gününde yazılıp, yayınlanmıştır.  FETÖ örgütlenmesini sergiliyorum. Kainat imamı, Dünya İmamı, Hava Kuvvetleri İmamı, Bölge imamı gibi sayıp döküyorum. Okurum bu örgütün nasıl işlediğini çok net anlasın istiyorum. Amacım okuru bilgilendirmek.

Yine tesadüfe bakın! İddianamenin 10’cu sayfasında “örgütün amaçlarına ulaşabilmesi için her yolu meşru görmeye…” cümlesi ile başlayan bölümde FETÖ’ nün nasıl örgütlendiğini anlatırken  “Dünya İmamı, Coğrafi Bölge İmamı, Ülke İmamı, Bölge İmamı, İl İmamı, İlçe İmamı, Semt İmamı, Mahalle İmamı, Ev İmamı, Ser Rehberler…” diyerek sayıyor.  Ben buna benzere anlatımı iddianameden 1 yıl önce “12. Gün” yazısında yazmışım. Aynı tabloyu iddianame benim yazımdan 1 yıl sonra sergiliyor. Benim yazı fetöyü savunuyorsa o zaman bu iddiname de mi fetöyü savunuyor?

12 Gün yazısının içindeki bir bölüm anlatım aynen şöyle:

“Kainat imamı, Pensilvanya’da oturan TV ekranından dini sohbetler sunan, hislenen, ağlayan canlı bir puttur. Putu kendi yapar, kendi tapar. FETÖ, sorgusuz sualsiz tapılacak canlı putunu yaratmış örgüttür….”

Bu cümlelerin neresi fetöyle aynı söylemi kullananların yazı ya da konuşmalarına benziyor? Yazısının içinde “Halk tankların önüne dikildi. Cumhurbaşkanı ile ordu komutanlarını FETÖ darbesinden kurtardı” cümlesi var. Bu cümle iktidarın ve orduyu yönetenlerin FETÖ ile mücadeleyi gevşek tuttuklarını ve “inandırıcılıktan uzak olduklarını”  anlatmak için yazıldı. İktidarın işi sıkı tutmadığı yönünde kuşkularımı, eleştirilerimi dile getiriyorum. Cümleler de şöyle: “İktidar FETÖ’ den habersizdi. Komutanlar FETÖ’yü bilmiyordu. Biz de buna inandık. FETÖ iktidarı kandırmış. FETÖ komutanları uyutmuş. Biz de buna inandık”

Ben bu cümleleri iktidarı ve orduyu yönetenleri FETÖ gibi bir kara örgütü zamanında ciddiye almadıkları için eleştiri olsun diye yazdım. 248 insanımız canından oldu. Türk ordusu kendi halkına ateş eden geri Latin Amerika ülkeleri ordusu durumuna düştü. Ben vatanını seven bir insanım. Türk ordusunun bu duruma düşürülmesi bana damarlarımdan kör testere ile kesiyorlar acısı verdi. Bakın bugünkü iktidarla siyasi ittifak kurmuş ve seçimlere birlikte giden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile 15 gün önce “Yurtta Sulh Konseyi nerede niçin ortaya çıkartılmadı” diye soru sorma ihtiyacı duydu. Demek ki, iktidarın işi ciddi tutmadığını en yakın müttefiki Bahçeli de benim yazımdan 1,5 yıl sonra söylüyor.

18-) Üçüncü yazım: Ankara’dan “ine girme” manzaraları! (Ek-4: Sözcü Gazetesi’nin 08.07.2016 tarihli nüshası)

“Söyleme dostuna. O da söyler kendi dostuna.
Bana söylenenleri ben de okurlarıma söylerim. Okurlar benim dostumdur. Bayram günü Ankara’dan biri polis örgütüne yakın, biri de “helal bankacılığa meraklı”  iki dostum geldi.
Bayramlaştık.
Kahveleri içtik.
Laf lafı açtı.
Ankara’dan çok ilginç, çamur çaylak; “inlerine giriş manzaraları” anlattılar. Polis teşkilatlarına yakın dostum, Bank Asya’da “ine giriş sırasında kulağına kurşun akıtmışları bile duyduklarında yerinden hoplatan” manzaralar çıktığını söyledi.
Şöyle olmuş:
Bank Asya’ya girilmiş.
Tek tek inceleme.
Bir de bakmışlar:
Polis isimleri.
Bir zamanlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gururu, medar-ı iftiharı ve AKP’den milletvekili yaptığı eski milli futbolcu Hakan Şükür’ün izinden giden çok sayıda polis ismi bulmuşlar. Bu polisler, Hakan Şükür’ ün “Ben Bank Asya’ya para yatıracağım” dediği günlere rast gelen günlerde 25 bin liralarını getirip yatırmışlar.

Xxx

Bu nasıl iş?
Devletin polisi olmuş.
El aklıya hesap açıyor.
“Polisin aylığı belli, geldiği sınıf belli, hepsi yoksul çocukları, bir polis bir çırpıda 25 bin lirayı nereden bulur?” sorusunun cevabını akıl etmişler.
İne giriciler!
Hem iktidarlar.
Hem külyutmazlar.
Hem büyük dava adamı(!)
İnceleye inceleye sorunun cevabı bulunmuş: Bu polislerin sayısı 500’ün üzerindeymiş ve parayı da diğer finans kurumlarından kredi çekerek ya da anadan-dededen kalma evlerin kendilerine düşen hisselerini satarak bulmuşlar. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne liste gitmiş. Şimdi Ankara’daki beklenti şu:
Bu polisler yandı.
Tek, tek alınmışlardı.
Tek tek atılacaklar.

Xxx

Bayramda misafirliğe gelen dostum; helal para bankacıları ile helal gıda işi olanların neler yaptığına meraklı olanı; “ine girişin yıldırım hızıyla sürdüğünü” ancak tarikat kapışmaları ile kayyum boğazlaşmalarını hortlattığını anlattı.
İsmi bende kalsın.
Bir Holding’e el konmuş.
Patronu içeri almışlar.
Ama bu patrona bir suç bulmak lazım. Bunun için hep yapıldığı gibi el konulan holdinge bir kayyum heyeti atanmış. Kayyumlar holdingin içini araştırıp bir suç bulacaklar. Ancak bir değil, iki değil, üç değil “tam 5 kişilik bir kayyum heyeti” görevlendirilmiş.
Nerede çokluk!
Orada pasta kavgası!
Sen çok aldın, ben az aldım çekememezliği sonunda kayyumlar birbirine düşmüş; “inlerine gireceğiz…” kutsal davası tarikatlar kapışmasına” dönüşmüş, 5 kayyumdan kimileri, Kırıkkale’de etkin olan bir tarikata, diğerleri Konya’da güçlü başka tarikata mensupmuşlar.

Xxx

İçine tarikat sinmiş kayyum kavgası, “inlerine gireceğiz idealini” aşmış! Kayyumlar mahkemelik olmuşlar. Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi, Kırıkkaleli tarikata yakın kayyumların açtığı; “bunlarla değil kayyumluk yapmak, birlikte büyük aptes yapmaya bile gidilmez” davasını uzun uzun inceledikten sonra Konyalı tarikata mensup kayyumların kayyumluklarını iptal etmiş.
Haydi üst mahkemeye!
6. Sulh Ceza’ya!
6. Sulh Ceza da 5. Sulh Ceza’nın verdiği kararı iptal edince; ikiye ayrılan Kayyum Heyeti, “inlerine gereceğiz kutsal davasını unutup….” birbirilerini “FETÖ’cü diye suçlamaya” ağırlık vermişler. Kayyım maaşları da çok ballı; ayda 70 bin lira… 
Bireysel ikbal.
Kişisel menfaat!
Ankara şimdi tam Bizans!
Xxx

Bir de “Şanlı Urfa ile Ankara hattında” yaşanan başka bir “inlerine gireceğiz manzarası…” var ki, çürümenin zirveye çıkmış resmidir: Şanlı Urfa’da “sağlık sektöründe bir yolsuzluk-rüşvet soruşturması” başlayınca; Ankara’dan  inlerine gireceğiz dava adamı (İ.Y), bir işadamını (H.S) arayıp, “polis listesinde senin de FETO’cü olarak adın geçiyor, 300 bin TL ver, seni bu listeden sildireyim” teklifi götürmüş. 150 bin TL’de anlaşmışlar. 150 bin TL bir çantada teslim edilirken, polis suçüstü yapmış. İ.Y yakalanmış.
İne girme manzaraları!
Ankara’da yay!
Yay geriliyor.
Çürüme derinde!”

19-) “Ankara’da ine girme manzaraları” başlıklı yazım 16 Temmuz darbe kalkışmasından önce yazıldı. O tarihte Başbakan ve Cumhurbaşkanı dahil iktidar sözcüleri "Fetönün inine gireceğiz” söylemi başlatmışlardı. Ben o günlerdeki gazetelerden, TV haberlerinden satır aralarında kalmış bilgileri topladım, ayıkladım ve güncelliği yakalasın diye başlığa “Ankara’dan ine girme manzaraları” koydum.  FETÖ ili ciddi mücadele yapılmadığını ve “inlerine gireceğiz” söylemleri ile zamanın öğütüldüğünden kuşkulanmaktayım. Futbolcu milletvekili Hakan Şükür’ün arkasından giderek Bank Asya batmasın diye para yatıran polisler. Onların durumu. Anakara’da işadamlarına telefon edip “FETÖcü listede adın var, getir 300 bin TL’yi adını listeden sileyim” diyenler. Fetullahcılar sızdıkları devletten temizlenirken yerlerine diğer tarikat mensuplarının yerleştirilmesi, Fetullah’ın el konulan şirketlerine atanan kayyumların birbirine girmesi… Bu yazı bu olanları eleştiriyor, “fetöyle mücadele ciddi tutulsun, iktidar propagandasına malzeme yapılmasın”  diye uyarıyor. 17-25 Aralıktan sonra FETÖ ile mücadele ciddi tutulsaydı, 15 Temmuz lanet girişimini yapmayı göze alamayacaklardı ve 249 insanımız canından olmayacaktı. Benim “bu yazıyı yazmaktaki maksadım” FETÖ ile mücadelenin ciddiye alınmasıdır.

20-) Soruşturma savcısının yazdığı iddianamede “Necati Doğru’nun kamuoyunu etkileme potansiyelinin yüksek olduğunu, bu nedenle FETÖ mensubu yazar ve yayın organlarından daha çok inandırıcı olacağı için Necati’nin yazdıklarının örgüt lehine yardım” diye özetleyeceğim bir bölüm var. Yine aynı soruyu soracağım. FETÖ’cülerin bu yazıları ya da onların içindeki ifadeleri örnek gösterip nerde ne zaman lehlerine propaganda malzemesi olarak kullanmışlar? Ben de böyle bir kanıt yok.

Sayın Soruşturma Savcısının “ nalet darbe girişimi öncesi yazılmış 1 yazım ve sonrası yazılmış 2 yazımla darbeye ve darbeciye somut ne fayda sağlamışım”   göstermesi kanıtlaması lazım. Tekrar etmek zorundayım. İddianamelerdeki suçlayıcı iddiaların ispat yükümlülüğü iddia makamınındır. Kaldı ki, ben Necati Doğru, Fetulahçı gazetecilerle değil aynı söylemde bulunmak onlara “Ben darbeciliğe karşıyım. Boya küpüne düşmüş kendini tavus kuşu sanan çakal sürüsü. Putlarınızı yıkacağım.” diyen yazılar yazmış biriyim. Size Vatan Gazetesi’nde iken yazdığım “putunuzu yıkacağım” yazılarını da getirebilirim.

21-) Fetullahçı gazetecilere karşı kalem savaşı açmış Necati Doğru, onlarla nasıl aynı söylemi paylaşabilir? Necati Doğru fetulahçı gazetecilerle aynı sözleri, düşünceleri paylaşmış olsaydı onun yazısının etkisi mi olurdu, ona okur mu inanırdı? Okur, dün ak dediğine bugün kara diyen gazete yazarına inanmaz. Ben “fetulahçılara hem çakal sürüsü hem ceylan yavrusu” demiş olsaydım benim okurum bana inanır mıydı, benim etkinliğim olur muydu? Bu iddianameyi yazan Sayın Savcı, kendi kendiyle çelişiyor.

22-) Huzurunuzda verdiğim sözlü ifadem esnasında 2 belge sundum.

Birinci Belge:

Darbe kalkışmasının olduğu gün Türkiye’nin Başbakanı Binali Yıldırım idi. Darbe teşebbüsü başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a karşıydı. Başbakan Binali Yıldırım, 16 Temmuz 2017 darbe kalkışmasından tam 4 yıl önce 24 Mayıs 2013’de şu konuşmayı yaptı: “Türkçe sevginin dilidir, ‘gelin tanış olalım’ diyen Yunus’un dilidir. ‘Gel ne olursan ol, yine gel’ diyen Mevlana’nın dilidir. İnsanlığa barışı çağıran dildir. ‘Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar kadar olsun. İnançla geril, insana saygı duy. Kalmasın el açmadığın mahsun gönül. Dünyada her kim sevgiye muhtaç. Onun hayatını anlat bilsin ki ilaç. Aç herkese aç sineni aç, onun gibi ilaç” diyen Fetullah Gülen hocaefendinin dilidir” Başbakan Binali Yıldırım. (Türkçe Olimpiyatları konuşması - Tarih: 24 mayıs 2013.)

Bu belgeye göre Başbakan Binali Yıldırım, Fetullah Gülen’i şiirlerini ezbere bilecek kadar yakından tanıyor. Gülen’i hepimizden daha çok biliyor. Onu tanıyor. Cemaatini biliyor. Cemaatini nasıl bir arada tuttuğunu biliyor. Onun kirli darbeciliğine “bilerek ve isteyerek kimlerin yardımcı olabileceğini” de mutlaka en iyi Başbakan Binali Yıldırım biliyor.

Belge 2: (Anadolu Ajansı’nın TRT’de okunan haberi)

“OHAL’in yürürlüğe girmesinden sonra devlet içindeki FETÖ mensuplarının tasfiyesini hızlandıran hükümet, örgütle ilişkisi olmayan ancak bu süreçte zarar görme ihtimali bulunan kamu personelini ayrı tutabilmek için hassas davranıyor.
Kurunun yanında yaşın da yanmaması için bakanlıklarda oluşturulan komisyonlar, Başbakan Binali Yıldırım’ın açıkladığı 16 kriter çerçevesinde hareket ediyorlar.

İşte o kriterler:
1- 17/25 Aralık’tan sonra Bank Asya Paralel Yapı’nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak.
2- FETÖ’nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak.
3- ByLock ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak.
4- Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışta bulunmak.
5- Emniyet ve MİT ve MASAK raporlarının olması.
6- Kapsamlı sosyal medya taraması.
7- Örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında sohbet ve toplantılarına katılmak.
8- Doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya özel görevlere getirilmiş olmak.
9- Örgüte 'himmet' adı altında para aktarmak.
10- Güvenilir ihbarlar, ifade ve itiraflar bulunması.
11- Takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde edilen sonuçlar.
12- FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, koruyup kollamak.
13- Yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit edilen kişiler arasında yer almak.
14- Paralel Yapı’nın ev ve yurtlarında kalanların sonraki yıllarda gösterdiği davranışlar.
15- İşyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan kişilerden elde edilen bilgiler.
16- Örgütün gazete, dergi aboneliği ve çocuğunu okullarına göndermeyi 17/25 Aralık’tan sonra sürdürmek.

Başbakan Binali Yıldırım’ın yukardaki kriterlerinden bir teki bile bende yok. Bank Asya’ya para yatırmamışım. Kredi kullanmamışım. Şirketlerinin semtine uğramamışım. Sendikalarına, derneklerine, gazetelerine, dergilerine yönetici, yazar, yönetim kurulu üyesi olmamışım. ByLock dedikleri özel şifreli haberleşmeyi kullanmamışım. Himmet toplamamışım. Derneğine bağış yapmamışım.  Gazetecileri toplayıp götürdükleri ceplerine dolar koydukları Abant toplantılarına, Pansilvaniya sohbetlerine, yurt dışındaki okul ziyaretlerine gitmemişim. Fetullah’ı iyi günlerde övecek tek yazı yazmamışım. Yargıya, emniyette, devlete sızmış onun adamları ile gazetecilik yapma bağlamında haber, istihbarat, bilgi alma ilişkisine girmemişim. Ben bu cemaatten veremden vebadan kaçar gibi kaçmışım.  Binali Yıldırım’ın kriterlerinden hiç birinde yokum. Suç unsuru taşıdığı söylenen yazılarım ortadadır. Hiçbirinde mücerret olarak suç teşkil edecek tek bir kelime veya ifade mevcut değildir.

23-) Benim inancım, yaşama biçimim, gazetecilik geçmişim, yazarlık çizgim, demokrasi anlayışım, insanlığa bakışım FETÖ’ ye yardımcı olmak ile arama dağlar, uçurumlar koyar. “FETÖ’ye kasıtlı yardım etti” diye suçlamak beni ve yazarlığımı lekelemektir. Şerefli yaşama hakkımı elimden almaktır. Bu suçlamayı kabul etmiyorum. Mecelle ve Roma Hukuku’ndan beri söylene gelen bir gerçek var: Hukuk, insanlara şerefli yaşama hakkı sunar. Adaletinizin benim şerefli yaşama hakkımı gözeteceğine inanıyorum. Ben bilerek ve isteyerek ancak “yüksek ahlakın, yüksek vicdanın, yüksek vatan sevgisinin, yüksek insanlık erdeminin, yüksek adaletin gelişmesine yardımcı olurum”

NETİCE VE TALEP    : Yukarıda açıkladığım ve re’sen nazara alınacak nedenlerle, atılı suçun unsurları oluşmadığından, hakkımda BERAAT kararı verilmesini arz ve talep ederim. Saygılarımla. 18.01.2019