Sözcü gazetesinin usta yazarı Uğur Dündar’la ‘Sinemanın Sultanı’ Türkan Şoray gibi polis çocuklarının yazdıklarıyla ve Prof. Dr. Canan Karatay’ın sağlık için önerileri dikkat çekti. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Emniyet Müdürü kökenli bakanlardan Mehmet Ağar, Sadettin Tantan, Ünal Erkan ile Eski Emniyet Müdürü Vali Celalettin Cerrah da katkıda kitaba yazılarıyla katkıda bulundu.

SÖZCÜ Gazetesi’nin duayen kalemi Uğur Dündar’da kitap için bir yazı yazdı. Polis çocuğu olan Dündar’ın o yazısı şöyle;


DEPREM FELÂKETİNDE POLİS OLMAK!..


18 Mart 1953… Çanakkale… Tarihin akışını değiştiren Deniz Zaferi’nin 38’inci Yıl Dönümü… O gün, tek katlı evimizin bahçesindeki erik ağacını çiçeklerle donatan yalancı bahar bitmiş, tek tük atan kar tanecikleri eşliğinde dondurucu bir soğuk gelmişti. Hava öylesine soğuktu ki, okuduğum 18 Mart İlkokulu’ndaki törenler bittikten sonra tüm öğrenciler, sıcacık evlerimize koşmuştuk. Gece de erkenden yatmıştık. Ansızın gelen gürültülerle uyandık. Evimizin çatısı yıkılıyor, çevreden feryatlar, inleme sesleri geliyordu. Allah’tan rahmetli babam ve annem bizden (5 çocuk) önce kalkmışlardı. Hemen yataklarımızdan fırlayıp bahçeye çıktık. Kar şiddetlenmiş, lapa lapa yağmaya başlamıştı. Kar taneciklerinin çiçeklerin üstünde bembeyaz bir örtü oluşturduğu erik ağacımızın altında toplandık. Tir tir titriyorduk. Komiser yardımcısı olan babam, enkaz altında kalmayı göze alarak içeri girdi ve yorgan, battaniye eline ne geçirdiyse, kucaklayıp bahçeye getirdi. Annem durur mu? O da peşinden gitti ve toparlayabildiği kadarıyla giysilerimizi alıp geldi. Biraz kendimize gelince, yanımızdaki üç katlı apartmandan kopan beton parçaları ve tuğlaların bitişiğindeki tek katlı evlerin çatısını yerle bir ettiğini gördük. Feryatlar ve iniltiler o evlerin altından geliyordu. Babam battaniye ve yorganları üstümüze serdikten sonra “Siz buradan ayrılmayın, hemen geliyorum” deyip gitti! Yapayalnız ve çaresiz kalmıştık. Üşüyor, ıslanıyor, korkuyor ve çevreden gelen feryat seslerini duydukça ürperiyorduk.
Babam söz verdiğinin aksine, hemen gelmedi! Saatler sonra da… Yokluğuna öylesine alışmıştık ki, sabah olup ortalık aydınlandıktan çok sonra, adeta bir rüya gibi yanımızda belirdi. Uykusuz ve yorgun olduğunu belli etmemeye çalışıyordu: “Çan-Yenice-Gönen hattında 7.2 büyüklüğünde bir deprem oldu. İlk tespitlere göre 300’e yakın kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce yaralı var, binlerce ev de yıkılmış, ya da ağır hasarlı durumda. Biz depremzedelere yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Allah zor durumda olan herkese acısın!..” Sonra tekrar gitti!..
Ertesi gün bahçemize çadır kurduk. Evimizin çatısı onarılıncaya kadar, yaklaşık bir ay süreyle çadırda yaşadık. Soğuk hava ve yağışların etkisiyle benden 3 yaş büyük olan ablam Ayten, mafsal romatizmasına yakalandı. Çanakkale’deki hastane koşullarında yeterince tedavi edilemediğinden hastalık çok geçmeden kalbine sirayet etti. Babam, ablamı tedavi ettirebilmek için çok uğraştı ama hastalığın başında İstanbul’a tayini çıkmadığından, maalesef onu çok erken yaşta, henüz 23’ünde kaybettik…
Aradan yıllar geçti. Babam stres dolu ağır çalışma koşulları nedeniyle 2 kez kalp krizi geçirdi. Buna rağmen 33 yıllık başarılarla dolu hizmet öyküsünün ardından İstanbul’da emekli oldu. O da diğer polis emeklileri gibi çok yaşayamadı. 67 yaşında iken, geride, evlatları için saçlarını süpürge eden bir eş, dört çocuk ve yüzlerce takdirname bırakarak hayata veda etti. Yüksek dedektif, yasaların ve halkın polisi “Sarı Osman” lakaplı babamın bize bıraktığı en değerli miras, hepimizin layık olmaya çalışacağımız şerefli soyadıydı.
Takdirnamelerinden birini ne zaman okusam gözyaşlarımı tutamam. Zira “O deprem gecesi, bizim üzerimizi örttükten sonra koşarak Emniyet’e gittiği ve gece boyunca felaketzedelerin kurtulmaları için çırpındığı” yazılmış. Dönemin Çanakkale Valisi Safaeddin Karanakçı da kendi ailesini bırakıp, çaresizlerin imdadına koşarken sergilediği bu insanüstü gayreti, takdirnameye layık görmüş.
Dedim ya; çok zordur halkın ve yasaların polisi olmak. Büyük özveri gerektirir. Hatta öyle anlar olur ki, başkalarının can ve mal güvenliğini korumaya koşarken kendi ailesini korumayı bile ihmal ettirir!..


KARATAY’DAN BESLENME ÖNERİSİ


Eserde en dikkat çeken yazılardan birini ise Prof. Dr. Canan Karatay kaleme aldı. Şehit ve gazilere Allah’tan rahmet dileyen Karatay, polisler için bir de beslenme önerisinde bulundu. Karatay’ın beslenme önerisi bulunan yazısı şöyle;
“1. Mümkünse iyi bir dinlenme ve uykularını almaları şart.
2. Her gün 2-3 litre kristal kaya tuzu eklenmiş su içmeleri dinç tutar, güç ve kuvvet verir. Bol bol içilmesi gereklidir!
3. Her gün kelle paça, işkembe, kokoreç yemeleri şart. Haftada bir iki gün ciğer/yürek vs yemeleri gerekmektedir.
4. Her gün en az 2 yumurta, kayısı kıvamında yemeleri şart. Hatta dışarıda çalışıyorken, yollarda koşuyorken, trafik denetliyorken vs. Arabalarında ve yanlarında 9-10 yumurta bulundurmaları son derece önemli. Gün boyu tüketmeleri gerekmektedir!
5. Kumanyalarında, söğüş et, soğuk köfte, yumurta, 9-10 zeytin ve siyez unlu ekmek ve köy tereyağı ya da zeytinyağı bulundurulmasını öneriyorum.
6. Kumanyalarında yerli fındık, fıstık, yerli ceviz, kuru çekirdekli üzüm, kuru incir bulundurulmasını öneriyorum. Bol bol. Tüketirlerse dinç olurlar - güçlü olurlar - çevik olurlar - dikkatli olurlar tuzaklara karşı.
7. Sigara içilmeyecek!
8. Paketlenmiş hiç bir yalancı gıda tüketilmeyecek!
9. Şekerli/şekersiz-gazlı gazsız meşrubat kesinlikle içilmeyecek. Fabrika ve endüstüri ürünlerinde aşırı miktarda transyağ/ Çin tuzu/ mısır şurubu şekeri ve birçok kimyasal madde ekleniyor. Bu maddeler sizi halsiz, güçsüz, dermansız kılar”


İLBER ORTAYLI DA YAZDI


Eserde “Polis devletin en önemli teşkilatlarının başında gelir” diyen Prof. Dr. İlber Ortaylı “Birçok yeni devletin ordusunu kurduğu görülür ama Polis Teşkilatını kurmak çok zordur, vakit ister. Bu nedenle bu mesleği seçen insanların vatandaşlara iyi hizmet verebilmeleri ve kamuyu korumaları için kendilerine bazı imkanların sağlanması, en başta çok seçkin bir eğitim verilmesi gerekir” dedi.

POLİS KIZI TÜRKAN ŞORAY


174’üncü yıl anısına bir yazı kaleme alan Türkan Şoray “Ben bir polis ailesinin kızıyım…” diye başladığı anısında şunları yazdı. “Amcam yıllarca, Anadolu da emniyet amirliği yapmış; babam Halit ŞORAY ise, amcasına özenerek, polis olmuş… Babamın görevden eve gelir gelmez, ilk iş olarak polis şapkasını, tabancasını ve yıldızını çıkarıp masanın üzerine koyuşu, benim çocukluğumdan unutamadığım bir karedir. Ve ben her defasında, o pırıl pırıl parlayan yıldızı elime alır göğsüme tutar, aynada kendime bakardım. Elim tabancaya, “Allah saklasın” hiç gitmezdi. Ona dokunulmaması gerektiğini bilirdim. Ama o yıldız, benim için adeta kutsaldı. O yıldıza dokunmak benim için büyülü bir andı. Çok hoşuma giderdi… Bu meslek kolay bir meslek değildir. Özveri ister. Ailenize, çocuklarınıza istediğiniz kadar zaman ayıramaz, yoğun bir tempo içinde çalışmak zorunda kalırsınız. Bizim filmlerde canlandırdığımız, ölüm, cinayet, yaralanma, yaralama gibi ürkütücü planları, bu meslekte her gün görmek, mücadele etmek zorunda kalınan hayatın üzücü gerçekleridir”



"POLİS, İYİLERE GÜVEN VERİR"

İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, hazırlanan eserle ilgili kaleme aldığı yazıda; “…Herkes bilmelidir ki, Türk Polisi mağdurun, mazlumun ve halkının yanında, bu ülkenin her noktasında huzur ve güvenin teminatıdır. Polis iyilere güven verir, kötülere korku salar. Adaletin kapısıdır, kanunların bekçisi, vatanın emniyetidir. Polisin olduğu yerde huzur olur. Polis varsa nizam vardır, sistem vardır. Velhasıl devlet vardır” ifadelerine yer verdi.